Nurculuk ve Erzurum

Nurculuğun Erzurum’daki siyasi ,  kültürel, ekonomik tesirlerinden bahsedebilmek için önce  bu  cereyanın kurucusu Said-i Nursi’nin Erzurum ile olan münasebeti üzerinde durmak gerekir.

Sâid-i Nursî 1906  Erzurum Hayvanat-ı Ehliye Vergisi İsyanı[1]  sırasında Erzurum’a geldi.
Konunun ayrıntıları şöyledir:

2.Abdülhamit idaresi 1906 Şubatında zaten birçok vergi ödemekte olan halka Şahsi Vergi ve Hayvanat-ı Ehliye Rüsumu (evcil hayvan vergisi) diye iki yeni vergi salar . Şahsi Vergi, mükelleflerin ödeme gücünü dikkate almayan bir vergidir. Erzurum halkı harekete geçer.

Erzurum `daki İttihatçılar ve celepler `Can Veren` diye bir teşkilat kurar.Vergiyi uygulamakta olan  Valinin görevden alınmasını taleplerine ekler.. Esnaf, tüccar, iş sahipleri dükkanları ve tezgahları kapalı tutar. `Okulların da kapıları kilitlenir. Memurlar bile görevlerinin başına gitmezler. Protesto gösterilerinin sürdüğü on gün boyunca şehrin kontrolü bütünüyle halkın eline geçer ve devlet otoritesi filli olarak ortadan kalkar. Vali Nazım Paşa `nın özel telgraf hattı kesilerek İstanbul ile görüşmesi engellenir. 2.Abdulhamid  halkı yatıştırmak için Nazım Paşa `yı görevden alarak Diyarbakır Valiliğine, Diyarbakır Valisi Mehmed Ata Bey `i de Erzurum Valiliğine atar. Şahsi Vergi ve Hayvanat-ı Ehliye Rüsumunun tahsili ise ertelendi.` Ancak olaylar bununla dinmez. İstanbul hükumeti, Mart olaylarını tahkik ettirir ve 22 Ekim `de, bahar olaylarında rol oynamış müftüyü ve diğer ileri gelenleri tutuklatarak bunların sürülmesini emreder . `... isyanın önderlerinden Hacı Akif Ağa kendisini tutuklamaya gelen jandarmalara karşı ciddi bir direniş gösterince olaylar şehre yayılır ve halk, tutukluların salıverilmeleri için hemen örgütlenir. Jandarma galeyana gelmiş halka müdahale etmez.  Bunu çeşitli şiddet olayları takip eder. Sürgüne gönderilen Erzurum müftüsü ve diğer tutuklular Erzurum `a geri getirilir. 23 Ekim `de şehrin Müslüman ve Hıristiyan halkı artık daha fazla vergi ödemeye halleri kalmadığı gerekçesiyle büyük bir gösteri düzenler. Üzerlerine ateş açılır. Halktan ve kolluk kuvvetlerinden birçok ölen olur.
Can Veren teşkilatı İstanbul `a telgraflar çekerek ve kitle gösterileri düzenleyerek mücadeleye devam eder. Sonunda Erzurum halkının 2.Abdülhamit`in koyduğu iki yeni vergiye karşı 1906 Mart `ında başlattığı direniş hareketi, 1907 Mart `ında kesin başarıya ulaşır ve her iki vergi tamamen kaldırılır`
MEŞRUTİYETÇI FİKİRLERLE TANIŞMA
 
Meşrutiyetçi fikirlerle 1906 yılının bahar mevsiminde  buradaki ihtilalciler arasına karışarak tanıştı. “Eski Said” işte bu dönemin mahsulüdür.
Yıllar sonra Kırkıncı[2], Tivnikli Faruk Efendi’ye sorar.(1946)

\TivnikliTivnikli Faruk Efendi
 
"Tivnikli Faruk Hoca’ya, Hocam, siz Bediüzzaman Hazretlerini tanıyor musun ?" diye sordum.
"Ben O’na Erzurum'da Bediüzzaman'a otuzbeş gün hizmet etmişimdir" dedi. Ve şunları anlattı:
"Cihan Harbi'nden evvel Erzurum'a geldi. O zamanlar Bediüzzaman'a Molla Said-i Meşhur diyorlardı.
Bu zat, Van Valisi Tahir Paşa'ya:
"Ben Dersaâdet'e gidip Padişaha Şarkın bir Darü'l Fünuna ihtiyacı var" diyeceğim. Bu Darü'lFünun için tahsisat alacağım" demiş.
Tahir Paşa da:
"İstanbul'a gitmeden önce Erzurum'a git, Erzurum uleması ile görüş, on­ların da fîkirlerini al. Orada Yetim Hoca namıyla maruf meşhur bir zat var. Benim hocamdır. Ona bir mektup yazayım seni misafir etsin ve ulema ile gö­rüşmene vesile olsun. Ben gençliğimde kendisinden bir süre ilim tahsil etmiş­tim" demiş.
Bediüzzaman Erzurum'da Yetim Hoca'nın Havuzlu Han'daki medresesine gelmiş."
Bundan sonrasını Hacı Faruk Efendi  şöyle anlattı:
Medresede talebe okuturken Bediüzzaman hazretleri içeri girdi. Yetim Hoca’nın gönderdği talebe Bediüzzamanı Süleyman efendi’ye tanıttı.
Süleyman Efendi Hürmetle ayağa kalkarak:
Molla Said-i meşhur sen misin? Dedi. Sonra bana dönerek
“Faruk sen beyzadesin, Said Efendi’yi en iyi sen ağırlarsın. Senin medresende misafir kalsın.
Faruk Efendi o zamanları anlatmaya şöyle devam ediyor:
"Üç dört günde bir çamaşırını yıkardım. Sabah erkenden kahvaltısını ya­par, akabinde pişirdiğim kahvesini içtikten sonra Kur'an okur ve kitap mütalaa ederdi. Ben onun en çok Kur'an okumasına meftun olurdum. O güzel sesiyle öyle bir Kur'an okuyuşu vardı ki, iliklerime işlerdi. Bahar mevsimi olduğu için Erzurum'un bütün çarşı ve yolları çamurdu. Biz çeşmeye gidip geceye kadar üstümüz başımız çamur olur, Molla Said'in o kadar gezmesine rağmen bırakın elbisesini, çizmelerinde bile bir tek çamur lekesi olmaz, temiz pırıl pırıl dururdu.
Her akşam şehrin ileri gelen ağalarının evinde ziyafet verilir ve ardından  da sohbet edilirdi. Bu sohbetlerde ekseriya Bediüzzaman Hazretleri Erzurum ulemasına, Avrupa'nın ilim ve teknikte ilerlediğini, bizim ise sadece dinî ilimleri okumakla yetindiğimizi, bu yüzden Avrupa'ya yetişemeyeceğimizi   anlatırdı. Dinî ilimlerin yanı sıra dünyevî ilimleri de okumak gerektiğini tavsiye ederdi. Şarkta kurulacak bir 'darü'l-fünun'a bütün İslâm ülkelerinden talebeler geleceğini, böylece İslâm birliğinin temelinin atılmış olacağını anlatırdı Bize de sadece, ulum-u nakliye ile değil, ulum-u akliye ile de meşgul olma söylerdi. Sadece naklî ilimle meşgul bazı hocaların, ilmin ve fennin kabûl ettiği birtakım hakikatlere karşı çıktıklarını, bunun da İslâm'a zarar verdiğini söylerdi. Bazı safdil medrese ehlinin, hâlâ dünyanın sabit ve düz olduğunu iddia etmelerini üzülerek anlatır, bu ve benzeri yanlışlıklara düşülmemesi medreselerde dinî ilimler yanında fennî ilimlerin de okutulması gerektiğıni tekrarlardı.
Bazı medrese ehlinin âyet ve hadislerde geçen mecazî mânâları hakîkat telâkki ederek din düşmanlarının İslâm'a saldırmalarına zemin hazırladıkla söylerdi.
Bir defasında yine bu mânâyı anlatırken,
'Mecaz, ilmin elinden cehlin eline düşerse, hakikat telâkki edilir ve hurafata kapı açar' buyurmuştu. Onun bu sözünü hayretle karşıladık ve doğrusu bu gencin fikirleri ve sohbetleri bizde derin izler bıraktı. Onu takdir etmekten kendimizi alamadık." *
 
Hocam Faruk Efendi, söz arasında Üstad'ın bu fikirlerinden etkilenerek fennî ilimler tahsil etmeye başladığını, hatta diploma alarak harf inkılaba kadar lisede o günkü adı ile idadide muallimlik yaptığından da bahsedip sözlerine kaldığı yerden devam etti:
"Ekser Cuma namazlarını Esat Paşa Camii'nde kılardı. Her gün ikindi namazına Gürcükapı Camii'ne giderlerdi. Üstad'ı tanıyanlar onun gittiği gün giderlerdi. Eğer caminin sağ tarafına oturursa cemaat sağa döner, sol tarafa oturursa cemaat sola döner ve onu seyrederdi. Her şeyi garip ve bedi' idi. giyinmesi, yüzü, boyu, sesi kısaca her şeyi garipti. Akşamları sohbete gittiği ev tıklım tıklım dolardı.
İkindiden sonra Kurşunlu Camiinde oranın müderrisi Süleyman Efendi’nin verdiği tefsir derslerini kemal-i ciddiyetle dinlerdi.
Daha sonra bütün Erzurum ulemasının ve halkın katıldığı büyük bir merasimle Bayburt’a uğurlandı.1906 yılı yazı.
Mehmet Kırkıncı Hayatım Hatıratım s.31

(*)Kırkıncı daha sonra  Risale-i Nur Külliyatından Muhakemat adlı eseri tedkik ederken Said-i Nursi’nin bu ifadeyi ile ne demek istediğini anladığını yazmıştır.
 
 
 
ERZURUM’DAN İSTANBUL’A..
 
1907 yılında Said-i Nursi’nin İstanbul’a ulaştığını, 2.Abdulhamit’ten dürülfünun kurmak için ihsanlar aldığını, ancak meşrutiyeti ilan ettirmek için padişah üzerinde telkinlerde bulunduğunu biliyoruz.
Darü'l-fünun giderek Said-i Nursi’nin  talebelerinde de bir tutku haline dönüşmüştür.
Erzurum Atatürk Üniversitesini  kurmadıkları halde onun akademik kürsülerine nur talebelerini yerleştirme siyaseti bu tutkunun bir sonucudur.
Erzurum’da Nurcu cereyanın particilik boyutu da vardır. 1960 Darbesinin ardından  yıldızı Parlayan Süleyman Demirel ve onun partisi A.P.’ye en büyük destek Nurculardan gelmiştir. 1973   seçimlerinde  Erbakan’ın MSP’sinin dini bir muhteva ile atağa kalkıp  birinci parti haline gelmesinden ürken A.P. ,Nurcu  Liderlerden Osman Demirci’yi aday göstermek suretiyle MSP’nin önünü kesmek istemiş, Demirci Hoca’yı milletvekili etmek suretiyle bunu da başarmıştır.
Yeniden   geriye dönüp Said-i Nursi’nin Erzurum’la olan ilişkilerine bakalım:
1916 Erzurum müdafaası sırasında Said-i Nursi, Köprüköy Muharebelerinde savaşırken esir düşer. Tiflis’e götürülüşü ve orada da darü'l-fünun kurma teşebbüsü bu hadise ile bağlantılıdır. 2004 yılında Yazarlar Heyeti ile Tiflis’e yaptığımız seyahatte bu 'darü'l-fünun’un küçük bir modelini bizzat gördük ve Fethullah Gülen’in öğretmenleri tarafından orada misafir edildik.
Fethullah Gülen bahsi bu incelemizin en dikkate değer bahsidir. Zira Nurcu cereyan çizgisindeki hiçbir öncü, Fethullah Gülen kadar  küresel çapta yankılar uyandırmamıştır.
Bu “küresel yankı gen merkezi”nin “Erzurum” olması, Said-i Nursi’den Fethullah Gülen’e uzanan çizginin ne denli güçlü olduğunu göstermektedir.
Soldan Sağa Merhum Osman Demirci, Prof.Dr.Alaattin Başar, Fethullah Gülen, Mehmet Kırkıncı
SAİD-İ NURSİ’NİN MENKUBİYET YILLARI VE SİYASİ FİKİRLERİNDEKİ DEĞİŞMELER
TBMM’NİN AÇILDIĞI 1920 YILINDA Said Nursi Ankara’ya gelecektir.
Meclis teki meb’usların  İslam ile olan bağlarının bir ifadesi olan  Namazı kılıp kılmadıkları Said Nursi’nin temel meselesidir. Bunu uzun bir hutbe ile TBMM Umumi Heyetine arz eder.
1923- 23 Mart 1960 Döneminde Bediüzzaman
Bu otuz üç yıllık dönem Said Nursi’nin Erzurum’la, gelip gidenler vasıtasıyla haberleştiği dönemdir.
Dönemin 1950-1960 arası çok partili hayata geçişe tekabül eder.
14 Mayıs 1950’de  tek parti diktatörlüğünün 27 senelik iktidarının son buldu. Bir doktrin dayatması sonucu hürriyetleri yok eden dahası, Ulusal İslam denebilecek yeni bir din inşa etmeye kalkışan bu baskıcı rejim milletçe artık mimlenmiş oluyordu
27 Mayıs 1960 darbesi, 1950 öncesine yeniden dönüş denemesiydi. Devrimden(!)  sonra kurulan  mahkemede Menderes ve kabinelerinin sıralanan suçları arasında “Nurcuların Himaye Edilmesi” önemli sıralardaydı.
Bu itham Said Nursi’nin vefatından sonra  daha yüksek sesle tekrarlanacaktır. Özellikle  “Nurlu Demirel” gibi sıfatlarla dindar seçmen üzerinde etkili olmaya çalışan Süleyman Demirel ile onun Adalet Partisi, 1965-1980 arasında Nur Cemaatleri ile işbirliğini  sürdürdü.
İlerleyen yıllarda Süleyman Demirel’in hangi ölçüde “Hürriyetçi” diğer tabirle “Ahrarcı” olduğu anlaşılınca bu kez yöneliş, Fethullah Gülen Hocaefendi  ve onun kontrolündeki çapraz medya üzerinden AKP’ye yöneldi.
Siyasi tercihte gelinen son nokta Ahrarcılık prensibine uymaktaydı.Bediüzzaman hürriyete en ziyade riayet eden partiye saliklerinin yakın durmasını tavsiye etmişti.
Nurcu kafileler bu yolda değişerek ilerliyor.
Değişimin başını da Erzurumlu Nurcu Hareketin günümüzdeki  beynelmilel temsilcisi Fethullah Gülen Hocaefendi çekiyor.
Mustafa Çetin Baydar
 2008