Şehirlerin ne halde olduklarına bakmanın yöntemi, belde yöneticileri ile şehir seçkinlerinin mesailerini incelemekten geçer. Bunlardan önemli olan ise belde halkının mutlu mu, mutsuz mu olduğunun tespitidir.
Temmuz sonu, Ağustos başında Erzurum’da geçirdiğim günlerde bunu yaptım. Bu bağlamda Erzurum’u, neşe ile ıstırabın; umut ile ümitsizliğin el ele yaşadığı bir şehir olarak buldum.
Bir yanda adım boyu yol kesen anarşi, beri yanda zenginliğe , refaha göz kırparak yürüyen ümit kervanları..
Bu yaklaşımları biraz açacak olursak: Büyükşehir Belediye Başkanı Mehmet Sekmen’i “Elini attığı her Erzurum taşına hayat veren bir i’marcı” kimliği ile bulduğumu öncelikle söylemeliyim. Erzurum tarihinde böylesi görgülü, bilgili, hünerli, söylediğini yapan belediyeci bildiğim kadarı ile olmadı. Sadece sorumlu olduğu şehir merkezine değil, ilçe ilçe köy köy koşan bir restorasyon ustasına hakkını teslim etmemiz gerek. Erzurum’a gönül veren özel ve tüzel kimliklerin katkılarını üst üste koyarsak, Mehmet Sekmen’in yaptıkları gölgede kalacaktır ki varsın kalsın! Şöyle ki; Erzurum’un tarihi simgeleri olan, medreseler, camiler, kışlalar, kümbetler bazısı şahıslar bazısı vakıflar eliyle yenilenip, ilk haline döndürülmeye çalışılıyor. Bu simgelerin kimine son şekli verilmiş, kimi ise el’an onarım halinde. Zamanım elverdiğince bunları ziyaret ettim, uğrağım cami olduğunda “Allahuekber” diyip namaza durdum. Yapanların cedlerine rahmet verip Rabbime şükrettim. Erzurum’da gâh hüzün gâh sevinç içinde geçirdiğim günlerde yollara pusu kuran şehir eşkıyalarının namlularını şakağımda hissettiğim anlar oldu. Buna mukabil Pasin ovasını bir boydan boya dolduran kuru fasulye tarlalarının bölge çiftçisine saçacağı zenginlikle gözlerimin ışıdığını hissettim.
Yaza yaza bitiremediğim ata yurdum Erzurum’u benden dinlemekten hoşlandıysanız bundan sonraki yazımı bekleyin.