Naim Gölleroğlu

Naim Gölleroğlu

Naim Gölleroğlu (1925 - 14 Ekim 1999)

Naim Hoca 1925 yılında Erzurum'da dünyaya geldi. On yıl boyunca Erzurum Zeynel Camiinde imamlık ve vaazlık yapan Naim Hoca sanatın her dalıyla yakından ilgilendi. Avcılar derneğine de üye olan Naim Hoca koyu bir Erzurumspor taraftarıydı. Naim Hoca 1993 yılında PKK nın Erzurum'un Yavi ve Çiçekli beldelerine yaptığı katliam sonucu sokaklara taşan halkı kürt kökenli vatandaşlara saldırmak üzereyken ikna ederek olası bir faciayı önledi. Naim Hoca14 Ekim 1999 vefat etti.

Naim Gölleroğlu

Naim Hoca

Vefatından bu yana bir yıl geçti. Onu bütün Türkiye tanıyordu.
Siyasetçisi, bürokratı, işadamı, sanatçısı... Çünkü, sevgi yelpazesi
çok genişti.
Bütün ülkenin tanımasına yolaçacak kadar özellikli bir insan
değildi belki... Ama o, birçok sosyal olayın içinde yeralırken,
sempatikliği, hoşgörüsü, nüktedânlığı ile toplumun büyük kesimine
kendisini sevdirmesini bilmişti. Tabii, her insan gibi, onun da,
sevmeyenleri ya da sevilmemesi için sebep ileri sürenleri vardı.
Fakat o ayrı konu.
Her ne kadar, "Varak-ı mihr-ü vefayı kim okur, kim dinler?"
deseler de; biz yine de, bize düşeni yapmak, yaşadığında her zaman
hatırlanan ve konuşulan Naim Hoca'yı, vefatının birinci sene-i
devriyyesinde yeniden hatırlara getirmek için, vefatında yazdığımız
yazıyı iki hafta boyunca yayımlayacağız.

Dikkat Et Müslüman! (1)

Yazının başlığını okuyanların yüzlerine bir gülümsemenin
yayıldığını görür gibiyiz. Kimi insan göçüp gittikten sonra bile,
insanların kendisini güleç bir yüzle hatırlamalarına sebep olabiliyor
işte böyle. Onlara, kendinden bir söz, kendinden bir parça
bırakmıştır da ondan... Naîm Hoca ki, Erzurum'da özellikle son
yıllarda, sohbet meclislerinde adı en çok geçenlerden biriydi. Hayatı
zorluklarla dolu olarak geçmesine rağmen, sahip olduğu kıvrak
zekânın ürünü nükteler ve hafızasında korumayı becerebildiği
mısralar, Hoca'nın sınıf atlamasını sağlamıştı.
Aslında Tanpınar'ın dediği gibi; "....kapalı kış aylarının beslediği
sohbet yüzünden hemen her Erzurumlu nükteci, biraz
hicivcidir." (Tanpınar, Beş Şehir, s.38.) Şimdilerde, mekânlar
kapanıp, sohbetler azalsa da, Erzurumlunun bu nükteciliğini ve
hicivciliğini az da olsa koruduğu gözden kaçmamalı. İşte Naîm
Hoca, hicivciliği olmasa bile, nükteciliği şahsında devam ettiren
Erzurumlulardan biriydi.
Hoca, unutulmamanın, yeri geldiğinde hatırlanmanın, dillerde
bir hoş sadâ olarak dolaşmanın yolunu bulmuştu. Vaazlarını bile,
yöre ağzını değiştirmeden,"Ellem gullem yok müslüman!" diyerek,
o kendine has, sevimli, samimi üslûbu ile yapışı, hatırlanmanın
yollarından biriydi belki de. Bu davranışın, yer ve zaman gibi hiçbir
istisnası olamazdı.
Maça giden, hemen her önemli toplantıda ülkenin
yöneticileriyle birlikte olan, yerine göre okuduğu şiirlerle kendini
dinletmesini bilen, eskilerin deyimiyle, nev 'i şahsına münhasır,
"sadece kendine benzeyen" bir insandı Naîm Hoca.
İsminin sonuna "Hoca" kelimesi eklenmesine rağmen o, hiçbir
zaman hoca olduğu iddiasında bulunmadı; ama İslâmın özünü, hoca
geçinen çoğu kişiden iyi kavradığı da bir hakikatti. Vaaz ederken
söze; "Ola uşak, bilirsiz, ben hoca değilem; hoca bak orda
oturir. (Şimdiki Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Nuri Yılmaz'ı
göstererek, ki cenazesini kıldırmakta ona nasip oldu.); ben berber
Naîm'em: Allah görir,bilir; dedikten sonra, muhteşem sakalını
şöyle bir sıvazlayıp, gayet artistik ve enfes bir tarzda dervişâne
nutuk çeken bir mîr-i kelâm "dı. (Şahin , Tarih Felsefesi
Meseleleri, İst, Nehir Yayınevi 1997, s. 498) Bu satırlardan sonra, bu
şehre birkaç yılını verip giden insanların, bizim insanımızı bizden
daha iyi tanımasının esef edilecek bir durum olduğunu da yazmadan
geçmeyelim.
Giderek azalsa da, ülke gündeminde ismi, yetiştirdiği insanlarla
anılan bu şehirde, Naîm Hoca için, herkesin kendince bir kanaati
mutlaka var: Kimi; onu bazı hallerinden dolayı eleştirir, kimi savunur.
Ama şurası bir gerçek ki, son dönemde adı Erzurum'la birlikte anılır
olmuştu. Ve bu açıdan bakılınca, geçmişteki kültürel kodlarına
yenilerini eklemekte zorlanan şehir için o bir değerdi.
Hayat hikâyesi (Bu bölümdeki bilgileri, müzikolog Zeki
Kurnuç'un Erzurumlu bestekâr ve güftekârlar üzerine hazırlamış
olduğu, henüz yayımlanmamış kitabından aldık.)1924 yılında
Erzurum'da başlamış Naîm Hoca'nın... Küçük yaşta yetim
kaldığından, okula gidememiş, ilkokul diplomasını daha sonra
bitirme imtihanlarına girerek almış. Alvarlı Muhammed Lütfî
Efendi'nin üzerinde büyük emeği olduğunu her fırsatta dile getiren
Hoca, yine onun himmet ve himayelerinde (Naîm Hoca, kendisini
himayesine alan, yetiştiren, evlendiren, maddî ve manevi desteğini
esirgemeyen Alvarlı Muhammed Lütfi Efendi' nin zikir meclislerinde
ve özel sohbetlerinde çoğu zaman yanında olduğundan, onun
şiirlerinin çoğunu ezbere bilirdi. Bu şiirlerden bazıları TRT
repertuarına alınırken kaynak kişi olarak büyük katkıları olmuştur.),
dokuz yıl Solakzâde Sadık Efendi'nin Arapça, Farsça, Hadis ve
Kelâm derslerine devam etmiş. Solakzâde'nin edebiyata ve şiire olan
büyük ilgisi sebebiyle, Naîm Hoca da, divan edebiyatı ve tekke
şairlerinden birçok kişinin şiirlerini ezberlemiş.
Bu arada, kendisi de şiir yazmaya başlayan Hoca'nın,
dünyanın faniliğini ve gaflete dalmanın kötülüğünü anlattığı bir şiiri
şöyle:
"Dalmışız, uyanmaz derin gaflete,
Nazar kıl çâr-gâh'a fikreyle Naîm
Yaradan rızkını verir elbette
Verdiği nimete şükreyle Naîm

Sanma ki beyhude geldin cihana
Her taksim Hak'tandır, hepsi bahane
Ahvalat bozuktur, uyma şeytana
Gece gündüz Hakkı zikreyle Naîm"

Askerlik hizmetine 1945 yılında Erzurum Askerî Ağır Bakım
Tamir Fabrikası'nda, o zamanki adıyla İş Ocağı'nda başlamış. Bu
sırada, iş ocağı sanat okuluna iki yıl devam etmiş. Terhisini
müteakip, bir süre berberlik (İşte kendisinin de " Berber Naim'em,
hoca değilem." diyerek, biraz da tevazuundan olsa gerek; sık sık dile
getirdiği berberlik dönemi budur.) yapan Hoca, yine aynı yıllarda,
Sakıp Danışman (Sakıp Efendi)'dan, Arapça, Tefsir ve Hadis
konularında dersler almış. 1950 yılında Erzurum Müftüsü
Solakzâde'nin takdiri ile resmi olarak imamlık görevine başlamış.
1960 yılında ise, Erzurum Müftüsü Sakıp Efendi'nin takdiri sonucu,
vaizliğe atanmış.
1989 yılına kadar bu görevini resmî olarak sürdüren Naîm
Hoca, emekli olduktan sonra da, Cuma günleri ve Ramazan
aylarında fahri olarak, imamlık ve vaizlik yapmaya devam etti. Ta ki;
hastalanıncaya kadar...
Hoca, son yıllarda sık sık hastaneye yatar olmuştu.
Hastalığının sebeplerinden birisi sigaraydı. Son günlerine kadar bu
"süsten" ayrılamamıştı. "Ben değil, o beni bıraktı. " dediği "süs"ü
68 yıl elinden bırakmamıştı. Hatta o kadar ki; TRT Erzurum
Radyosu'da yapılan bir canlı sohbette bile, daha fazla
dayanamayarak, sigara yakmak için spikerden izin istediğini ve,
"Duhan (tütün) müslümanın süsüdür diyerek. " keyifle bir sigara
yaktığını hatırlıyoruz.
Tabii Hoca'nın, sigaraya olan tutkusunu bu
sözle aşırıya vardırdığını belirtelim. Ne var ki; ölümünden birkaç gün
önce gazetelerde yeralan bir haberde ise, yakalandığı hastalık
sebebiyle, "Benim durumum sizlere ibret olsun!" diyerek, önceki
sözünden rücû ediyordu.
Ama çok geçti artık. Ve, teslimiyetin ne olduğunu bilen bir
yürek, 13.l0.l99 günü, saat dokuzda ruhunu Hak'ka teslim
ediyordu.Bir sonraki gün, Gürcükapı Camii'nde, kalabalık bir
cemaatin kıldığı cenaze namazı sonrasında, sevenlerinin, dostlarının
ve tanıyanlarının elleriyle toprağın bağrına emanet edilen Naîm
Hoca'dan mevlâ rahmetini esirgemesin.

Dikkat Et Müslüman! (2)

Yazımızın bu bölümünde, Naîm Hoca'nın hayatından bazı kesitler sunmaya
çalışacağız:
Hocalığın yanında, sarraflığı da (kuyumculuk) sürdüren Naîm Hoca, bu işe
başlayışını, Öztürk Akkök'ün Borsa 2000 dergisi için yaptığı bir sohbette
kendine has o tatlı üslûbuyla şöyle anlatıyordu:
"60'dan bu yani yapiram. 27 Mayıs'ta ben on senelik imamıdım. İşte o vahıt
bizi içeri tıhdi, imamlıhdan da attılar. O zamanlar Allah rehmet etsin,
Talip Bey vardı. İşte onlar sarraftılar. 'Hocam canın sağolsun, gel
sarraflığı öğreteyim.' dedi ve bene bu meslegi öğretti. İşte ben de bu
tükani aştım. O tarihten beri bu tükan bele, heç değiştirmedim. Ahan bögün,
ahan yarın değişdirecağam derken bir türli değişdiremedim getti. "
(Hoca'nın, bir türlü değiştiremediği dükkânına hırsızların ayağı çok
alışıktı. Bu yüzden de sık sık soyulduğunu çoğu kişi bilir. En son yine
böyle bir olay gerçekleştiğinde, gazetelerin, rahmetliden aldıkları söz tam
ona göredir: "Hırsızlar beni zengin sanir!"
Erzurum basınının sık sık müracaat ettiği haber kaynaklarından(!) biri olan
Naîm Hoca, acaba, "Erzurum, özellikle de geçmişte kalan Erzurum ve o
güzelim insanlar hakkında " ne düşünüyordu? İçinde bazı tesbit ve
teşhislerin yeraldığı bu düşünceleri, yine aynı sohbetten kendi cümleleriyle
aktarıyoruz:
"Bi defa şunu bil ki , Erzurum doğu'nun galasıdır. Erzurum Türkiye'de
sayılı bir melmekettir. İnsanlari da çoh fedakârdır. En böyük adamların
gısmi küllüsi(çoğu) Erzurum'dan çıhmıştır. Meselâ Atatürk ( Yeri gelmişken,
Hocamızın, "Ulusun üstüne
çökmüştü duman" diye başlayan, Atatürk üzerine yazdığı bir şiiri olduğunu da
belirtelim. Hamâset yüklü bu şiiri, bazı toplantılarda, gür bir sesle,
şiirde geçenleri yaşıyormuşcasına okuyuşu, sanırım dinleyenlerin gözünün
önüne gelmiştir şimdi.), Erzurum'un en böyük
fahri hemşerisi olmuştur. Atatürk Erzurum'dan milletvekilliğini goymuştur.
Niçün? Çünküm Erzurumli olmah bir ayrıcalığ idi. Fakat bir söz vardır.
Derler ki, dudular gumrular getti. Arhasından bele gerilememiz oldi. İnsanî
açıdan demeh istirem. Hem de çoh oldi.
Meselâ, ister ticaret hususunda birçoh cihetlerden zayıflamamız oldi. Artıh
ellem gullemimiz çoğaldi. "
Peki, insan için en çok nelerin yokluğu kötüdür? Bu soruya verdiği cevapsa,
yine kıvrak bir zekaya ve irfan ehline yakışacak tarzda... Bunun
söylediğimiz gibi olup olmadığını anlamak isterseniz şu cevaba bakın:
"-Şimdi tigget et, ben buni her zaman diyirem. Allah kimseyi akılsız,
parasız ve hanımsız etmesin. Çünküm, ahli olan bilir hetayi ve sevabi. Allah
kimseyi yohsul etmesin. Yohsulluk insani kimi zaman küfre götüren bir
melanettir. Bir de Allah kimseyi hanımsız
etmesin.(Hocamız, kaybettiği hanımıyla mutlu bir 32 yıl geçirmişti ve onu
her zaman hayırla yâdetmekteydi.)
Sohbetin ilerleyen bölümlerinde bir yerde, Naîm Hoca, "önce huzur, sonra
sağlık" der. Öztürk Akkök'de sorar, " Niye huzuru sağlıktan önce tutuyor
sunuz. " diye? İşte halkın içinden gelen, halk irfanının temsilcisi ve aynı
zamananda da aydın bir kişi olan rahmetlinin, birçok insana yolgösterici
mahiyetteki cevabı:
"-Çünküm huzurun bozulduği vahıt, sıhhatin de bozulur. İşte sitires mi
diyirsiz, ona düşer. Çoh şeylerden geri kalır. Allah kimseyi huzursuz
etmesin. Çünküm huzursuzluk ahla tesir eder, mideye tesir eder, gana tesir
eder. Allah huzurumuzu almasın, melmeketimizi gorusun. Çünküm, bugün Türkiye
üzerimizde dalgalanan bayrağa borçludur huzuruni. O bayraği Allah
üzerimizden kesmiye. Allah bizi bayrahsız, esgersiz, polissiz etmiye. (...)
Çünküm ben evde yatiram, polis benim mehellemi behlir. Esger de dağlarda
bizi gorir. Oninçün diyir ki;
'Nerde dalgalansa bir Türk bayragi
Orda hürriyetin işareti var.
Mücevher, elmasdır vatan topraği
Üzerinde daim Türk Ordusi var.
İşte bizim huzurumuzun behçileri bunlar. "
Gerek özel sohbetlerinde ve gerekse vaazlarında, Mehmetçiğe olan sevgisini
dile getiren Hoca, bir şiirinin bir bölümünde ise şöyle demektedir:
"Şanlı kumandanlar, kahraman asker,
Uyanıktır daim vatanı bekler,
Elde silah, dilde Allahuekber,
Nasrun minellâh, nasrun minellâh"

Hayata ve olaylara bakışı değişiklik arzeden, halkın ilgilendiği sosyal
aktivitelerin çoğunda yeralan, bunun için de toplumun alıştığı hoca tipinden
farklı davranışlar sergileyen biriydi Naîm Hoca... Meselâ, ara sıra yazdığı
şiirlerinden birine konu olarak, hayatı boyunca ideolojik saplantılardan
uzak kalmayı başararak, halkın gönlünde hakettiği yeri alan birini, sanatçı
Barış Manço'yu seçmesi, ondaki bu farklılığın belirtilerinden sayılabilir
belki de...
"Dikkat Et Müslüman!" diyerek, inananları uyarma görevini yerine getiren
Naîm Hoca'yı rahmetle anarken, yazımızı, yukarda sözünü ettiğimiz şiiriyle
noktalayalım:
"Çocuklar sevgiyi sende gördüler
'Dünya fani' dedin hüzünlendiler
Sen güldün onlar da hemen güldüler
İnsana sevgiyi getirdin Barış

Naîm, Barış bu, övmekle bitmez
Mevla'ya şükretsek yine de yetmez
Ölümü düşünen kötülük etmez
Gönül binasının mimarı Barış "

İsmail Bingöl

Naim Gölleroğlu

NAİM HOCA'YI İYİ OKUMAK

İnsanlar da kitaplar gibi okunması gereken varlıklardır.
Ama bizde ne kitaplar, ne de Şeyh Galib 'in :
“Hoşça bak zâtına kim zübde-i âlemsin sen” dediği insanlar, doğru
dürüst okunmaz.
İnsanlar her saati ibret dolu bir ömrü tamamlayıp hayât defterini
kapar giderler de arkadan bu defterin kapağını kaldıran ya bulunur,
ya bulunmaz.
“Ölülerinizi hayırla anın” emri de “hayâttan mâna çıkarma” prensibi
yerine yaratılış esrarına olan körlükler sebebiyle, çoğu zaman “ölü
ardı dalkavukluklara” dönüştürülür. Oysa, ölülerin anılışındaki
hayırlı tutum, hayâttan ve ölümden gereken dersleri çıkarmak
olmalıdır.
Evet! Ömrünü ulusal medya yıldızı olarak tamamlayan Naim Hoca, hayât
defterini doldurarak aramızdan ayrıldı. Ama onun hayât sahnesinde
doldurduğu yer ve oynadığı rol bu toplumun bir parçasıdır ve toplum
yaşamasını sürdürmektedir.

NAİM HOCA KARAKTERİ NASIL DOĞDU?
Naim Hoca'nın Câmiî imâmlığından önceki mesleği berberlikti.
Kitlelerin, Berber Naim'den bir ’Naim Hoca karakteri' çıkarması,
câmiî kürsülerinde onu keşfedişleri ile başladı.
Modern hayâtla, geleneksel dîni hayât arasında bocalayan kuşaklar
özellikle mektepliler, değişik söylemi, vaaz kürsüsüne getirdiği
meddah tavrı ile Naim Hoca'dan hoşlandılar.
Naim hoca vaazlarının özel cemaat oluşturduğu dönem, Erzurum'da
sinema seyri tutkusunun dorukta olduğu yıllardı. Ramazan ayı öğle
sonralarının “Oruç sıkmış gençleri”, top atılıncaya kadar zamanlarını
ya 15 30 matinesine bilet alarak sinemalarda geçiriliyor ya da Naim
Hoca'nın Zeynal, yahut, Caferiye veya Şeyhler câmiîndeki
nekreliklerle dolu dîni öğütlerini dinleyerek ve zaman zaman
kahkahalar atarak değerlendiriyordu. Ekserisi Müslümanlığını
ramazandan ramazana hatırlayan zümrelerden oluşan bu insanlar,
giderek Naim Hoca tiryakisi oldular.
Frenklerin Homo Ludens dedikleri “Oynayan İnsan” Berber Naim'in
şahsında câmiî kürsüsünde zuhur etmişti. Dindar olmakla birlikte
hayâttan da zevk almak isteyen bu insanlar yalnız câmiîde değil
hayâtın içinde de Naim Hocayı istihdam edecek kalabalığa eriştiler.
Dolayısıyla bu oluşum câmiî ile sınırlı kalmadı. Stadyumlar, cirit
meydanları, miting alanları artık Naim Hoca'nındı.
İslâmî eğitimden geçmiş yüzlerce hocanın yaşadığı muhafazakâr
Erzurum'da, berikiler dururken yığınlar üzerinde Naim Hoca misyonunun
prim yapmasının bir açıklaması olmalıydı.
Asıl mesleği olan berberlikten hocalığa geçiş mi, bu performansı
hocamıza sağlamıştı?
Berber dükkanlarının söz ve fikir ustalığının merkezleri olduğunu
bilmeyenimiz yoktur.
Şiîr, hikmetli söz ve kıssanın envai türlüsü oradadır
Berber Naim hocalık icâzeti almadan, bir yanda makasını
şıkırdatıyor, öbür yanda divan şiîrinin sehl-i mümteni hükmüne
girecek beyitlerini, ezberden şiir sever müşterisine fısıldıyordu.
Klasik mollaların dağarcığındaki dîni kıssalar da berber Naim'e, hiç
şüphesiz, ilk kez bir halk hikâyecisinin üslûbuyla ulaşmış, bu
üslüp, hocalık eğitimi ile birleşip on da bir kimlik karakteri haline
gelmişti..
Gariptir Naim Hoca'nın bu meddahvari vaaz üslubuna en etkin tepki
1970'li yıllarda bir Korgenaral'den geldi. Erzurum'daki 9. Kolordu
Komutanı Selahattin Canbazoğlu, bir bayram vaazında onu dinledikten
sonra “Kim bu ....?” diyerek il müftüsünü istizaha çekmiş, bundan
böyle vaaz verdirmemesini müftüye telkin etmişti.
Bu olay, Naim Hoca-Devlet ilişkilerinde bir dönüm noktasıdır .
Ancak onun bu tür ilişkilerde pek de yeni olmadığını düşündüren başka
hikâyeler de anlatılıyordu.
O renkli üslûbuyla bizzat ondan dinlemiştim: “27 Mayıs'ın sonrasında
beni Demokrat Partiye yakın diyerek göz altına aldılar. Müslüman: ne
yemek var, ne tanıdık var, ne cıgara! Nezarette bekleyip duriram! Bu
arada bir bahtım, bizim mehellede oturan bir poles. Oni da nereden
taniram: birkaç gün önce bir kundak uşağı ölmüş, adam garip, yardım
ettim götürdük sabiyi defnettik. Baktım o.. Ola ne ey!
Etrafındakileri savdıktan sonra geldi. Hocam bir ehtiyacın var mı?
Vay gurban olim, seni Allah gönderdi. Al bu parayı bene birkaç paket
cıgara al, bir de şu adama bir telefon et, senin edeceğin hizmet bu!
Poles cıgarayı getirdi, telefon ettiğini de söyledi. Bir zaman
geçmemişti ki beni nezaretten çıkarıp goyverdiler. Sora öğrendim ki
benim yüzümden vâli de eyi bir azar işitmiş”
DP'lilerin Sivas'larda, Balmumcularda toplandığı bir ortamda bir
emirle Naim Hoca'yı bıraktıran ve vâliyi azarlayan otoritenin kim
olduğunu ısrarla öğrenmek istedimse de rahmetli bu soruma tatminkâr
bir cevap vermedi.
Naim Hoca'nın DP'liliği daha sonraki yıllarda AP'liliğe ardından da
DYP'liliğe dönüşecekti. Onu ulusal Medya'nın tanıması, Nuri Hoca'nın
(Yılmaz) DYP döneminde Diyanet işleri Başkanlığı'na atanması ile
başladı. O yıllarda yıldızı parlayan Tansu Çiller, Erzurumlu Ekrem
Ceyhun üzerinden dindar kitlelerle iletişim kurmak istiyor, Ekrem
Ceyhun, Nuri Yılmaz'ı, Nuri Yılmaz da Muhterem Naim Hoca'yı bu
bağlamda yanında gezdiriyordu.
Birçok fotoğraf karesinde ısrarla Naim Hoca, Nuri Yılmaz ve Ekrem
Ceyhun ve Tansu Çiller'in birlikte gözükmeleri işte bu
dönemdedir.Daha sonra Ekrem Ceyhun'la Tansu Çiller'in yolları
ayrılınca, Naim Hoca kadim dostu Sayın Nuri Yılmaz'la birlikte yüzünü
Cihet-i Askeriye'ye çevirdi.
Naim Hoca'nın, görkemli otellerin içkili sofraların da Kemalist
şiîrler inşad etmesi, Magazin Medyasından büyük övgüler alarak birden
bire ülkenin en medyatik dîni adamlarından biri haline gelmesi, işte
bu son durakta oldu.
28 Şubat süreci, militarizmin Türkiye siyasetine ağırlığını koyduğu
bir dönem olarak özellikle dîni hayâtı 1930'lu yılların ideolojik
çerçevesine döndürmeye çalışırken, Sayın Nuri Yılmaz ve Naim Hoca bu
söylemi halka telkin de, verilen her türlü görevi kabul etmiş
göründüler, belki de gerçekten inanarak kabul ettiler.
Naim Hoca ömrünü, bu son misyonun doruk noktasındayken tamamladı.
Medya, ölümünü ve defnini haber yaparken, Naim Hoca'yı değil, bir
yıldızını gömdüğünü çok iyi biliyordu. Bu törende hazır bulunmak
üzere gelenlerin önemli bir bölümünün de Naim Hoca'nın parlayan
yıldızından ışık kapmak isteyen aynı vadînin diğer medya yıldızları
olduğunu söylemek fazla abartılı olmaz.
Naim Hoca , dine olduğu gibi dünya hayâtına da neşe ve coşku ile
bakan, bir üslüp denemesi olarak güzel bir başlangıçtı. Ama o,
siyâsetin vadisine girince safiyetini kaybedip siyâset kurtlarının
bir aksesuarı hâline getirildi. Onu, zihnen hangi meşgalede olursa
olsun, ehli kıble ve ibâdette “sahib-i tertib” olarak gördüm.
Cenazesini tekbirlerle taşıyanlar da, ondaki bu istikametin farkında
olanlardı.
Allah (c.c.) rahmet eylesin._

Naim Gölleroğlu

Naim Hoca gençligimizde cok saygi duydugumuz ve sevdigimiz bir
insandi. Medyatik olduktan sonra Erzurumlu onu zaten kaybetti, Nerede bizi
camiye kosturan Naim Hoca nerede universitelerde basortusu sebebi ile
okuldan atilan, aglayan, hem aileleri hem de kendileri perisan olan genc
kizlara acsinlar diyebilen bir Naim Hoca. Nerede bu halki pesinden
surukleyebilen Naim Hoca nerede luks otellerin lokantalarinda secaat arzeden
Naim Hoca
""""burada luks otele gitmesi problem degildir orada soyledikleri ve orada
yaptiklari onemlidir""""
28 subat surecinde kendine verilen gorevi cok iyi yerine getirdigi
unutulmamalidir.

NAIM HOCA ONCELERI BIZIM YILDIZIMIZDI AMA OLURKEN MEDYANIN VE
BASKALARININYILDIZI HALINE GELMISTI

Mahmut Bilal

Naim Gölleroğlu

O, dinini ve milletini çok severdi. Yurt içinde seyahat etmeyi seven bir
vatanseverdi. “Hoca'm, sen zenginsin, her yıl hacca niçin gitmiyorsun?”
dediklerinde: “Yaratan bana bir defa farz kılmış, ben de onu yaptım. Benden
ne istiyorsunuz?” diye kendisiyle şaka yapan arkadaşlarına celallenmeden
cevap vermiştir. Onları, “Bakın, bizi yaratan ’emrolunduğu gibi yapın'
buyurmuştur” diye uyarmaktaydı. Vatandan bahsettiğimizde; beş yıl kadar
evvel, Erzurum halkının terörizme karşı şanlı şahlanışında en önde
yürüyüşünü ve maceracılık yapmak isteyenlere engel oluşunu nasıl unuturuz. O
sırada hastanemizi ilgilendiren bir toplantı nedeniyle Kayseri'de Erciyes
dağ otelinde bulunuyorduk. Akşam tek haber kaynağımız olan televizyonda ilk
haber olarak verildiğinde bütün bir salon, Erzurum halkıyla beraber Naim
Hoca'yı da alkışlıyordu.
Bir özelliği de vatandaşların dertlerine ortak olur, onlara dua eder,
hem de işlerinde yardımcı olurdu. Elini öpmek isteyenlere: “Vula vula
uşahlar, benim elimi öpmeyin, ananızın babanızın hocanızın elini öpün de
feyziyet görün” derdi.
Ramazan aylarında onun vaazlarına, onun şiirlerine aşık olan kültürlü
bilim adamları o camiye icabet ederlerdi. Cami dolar taşardı.
Üç yıl önceydi. Hasankale'de İbrahim Hakkı anma törenlerinde
konuşmacılar uzattı da uzattı. Sıkılıp dışarı çıktık. Peşimizden Hoca da
geldi. Bir saati geçen süre zarfında, içinde “Ali” geçen şiirler okudu.
Belki hepsi tamam değildi. Belki “Ali” bulunmayan kısımları atlayarak eksik
okudu. Fakat dikkat çekici olan aynı şiirin iki kere tekrarlanmamış
olmasıydı. Orada, kendisindeki hafızaya ve şiir bilgisine hayran kalmıştık.
Akciğer kanserinden hastalandığını ve ölümünün ona bağlı olduğunu
biliyoruz. Ne yazık ki o akşam da çok fazla sigara içmesi dikkatimizi çekmiş
ve kendisini bu konuda uyarmıştık. O, sigaranın iyi bir yoldaş olduğunu
belirtmişti. Belki de hayatta en büyük hatasıydı tütünle kurduğu, ihmal
edilemeyen bu dostluk. Ne yazık ki Naim Hoca'nın bu nedenle kaybedilmesi de
okuyucularımız üzerinde sigaraya karşı bir tepki meydana getirmeye
yetmeyecek.
Hoca, söylediği bazı sözlerin yanlış anlaşılarak, bazen de şaka yollu
yanlış tabir edilmesini fark ettiğinde “Vula uşah, Allah onları da ey ede,
beni de ey ede” derdi ve hiç kızmazdı. Haksız olarak onu sevmemek isteyenler
bile onu gördüklerinde çok saygı gösterirlerdi. Bu saygı, devletin üst
kademelerinde de yer bulurdu.
Bazı kesimlerce hoş görülmediği halde iyi veya kötü derler diye
çekinmez, kendisine yakışır şekilde ziyafet veya spor müsabakalarına giderdi
ve bu tür şeylere yardım etmekten de kaçınmaz, “bunlar vatanımızın
simgeleridir” derdi. Rivayet olunur ki “namazın kazası olur, maçın kazası
olmaz” deyivermiş bir Erzurumspor maçında.
Dükkanının son yıllarda birkaç defa soyulduğunu biliyoruz. Bir
keresinde “Hocam, senin bu paran haram mıydı ki çaldılar” sorusuna:
“İnsanoğludur, olabilir. Ya haram değilse? O parayı bana veren bir gün o
paranın mükafatını da verir” demiştir.
Bir gün, camide kuşlar girmiş uçuşuyorlar. Cemaat de işi gücü bırakmış
onlara bakıyor. Hoca, sözü kesiyor ve “Onlara bakmayın, dikkatim dağılıyor,
anlatamıyorum” diyor.
Gene camide, hoparlörlerden bir ses yükseliyor: “Düriye'min güğümleri
kalaylı/ fistan giyer etekleri...” Hoca selam veriyor ve soruyor: “Ola uşah,
o ses benden çıkmadı değil mi?”. Cemaat: “çıkmadı” deyince Hoca devam
ediyor.
En büyük özelliği, Allah'ın yarattığı insanlar arasında ayrım
düşünmemesi ve o insanları akıllıların düşündüğü gibi, yaratandan ötürü
sevmesi idi. İnsanlara bakışı mütebessim olup güzel tavrı, kalp yapıcı
sözleri unutulamaz.
Bazen düşündüğümde, bilmem ki yanlış mı düşünürüm, Nasrettin Hoca'ya
benzetirdim Naim Hoca'yı; milleti güldürmesi, sözleri, esprileri, insanları
kitleler halinde, neşelendirerek eğitmesi... İnce kıvrak bir zeka...”
Ali Kurt