KÖY VE KÖYLÜLÜK ÜZERİNE ERZURUM FIKRALARI

KÖY VE KÖYLÜLÜK ÜZERİNE ERZURUM FIKRALARI

YAYLA BEYİ

Eskı Erzurum kır hayatında pek çok köyün yaylası vardı. Yaz gelende, güle oynaya yaylalara çıkılırdı. O şetaretli günlerin birkaç yayla türküsünden gayri geriye kalan yok. Yaylalarda daha çok hayvancılık ve hayvan ürünlerinin işlenmesi söz konusu olduğundan, daha çok kadın ve çocuk emeğine ihtiyaç duyulur, asıl rençber işlerini yürüten erkek gücü köylerde tarla ve çayırla ilgilenmek üzere kalırlardı. Bu yüzden yaylalarda köyün yönetimi bir nevi kadınların eline geçmiş olurdu. Buralarda kadın aile reislerinin adı “yayla bey”i idi. İşte böylesi bir yayla beyi, pırıl pırıl parlayan ama üşütmeyen ve de yakmayan güneşin altında büyük ekmek teknesine hamur tutmuş, mayasını atmış ekmeğe başlamak için hamurun olgunlaşmasını, yani mayalanmayı bekliyor. Vaktin geçmesi için sohbetten daha iyi ve tatlı ne olur? Daldığı ve nice dakikaların geçtiği koyu sohbete küçük torununun
“-Nene bah” diye eteğinden ısrarlı çekiştirmesi ile kopabiliyor.
“-Neye bahim oğlum”?
Çocuk eli ile hamur dolu ekmek teknesini gösteriyor.
“-Vay, kara hınzır, oşt oşt”
Hamurun üstüne çoküp şapur şupur yiyen çoban köpeği zerre kadar tınmıyor.
Bu sefer yerden bir daş alıp köpeğe fırlatmak üzere elini havaya kaldırıyor.
Köpekle burun buruna gelmiştir. Ama taşı fırlatmak cesaretini bulamıyor. Çünkü öyle bir hırlayışla hırlıyor ki çoban köpeği bu diklenme ile “ben bu hamuru yiyeceğim, mani olursan fena olur” demeğe getiriyor.
Yayla Beyi'nin “beyliği” de burada iflas ediyor:
“- Köpek Gardaş! Ben demirem ki yeme; ye, ye de hamur ekşimedi sora karnın ağırır!

“UŞAH AYAĞA KALKIN, BELKİ DOYMUŞSUZDUR.”

Köylünün biri yeni bir göz oda yapmış, damına toprak çekilecek. Köyün gençleri “hay edin uşahlar!” denerek yardıma çağrılmış.
İmece usulü işlerde çalışanların karnını iş sahibinin doyurması töre. Gençler sofraya davet ediliyor. Ne hazırlık görülmüşse bir solukta silsipür.
Bu sefer “Ulan ayıp olacak” denip yedekteki yiyecekler sofraya taşınıyor, gençlerde doyma alameti yok. Hene sahibi işin içinde bir muziplik olduğunu anlayıp, bu muzipliğe ince bir taşlama ile nokta koyuyor:
“-Uşah hele ayağı kahın, belki doymuşsuzdur!”

BENİM ADIM “FARZ”

Köy yerinde ziyafet eksik olmaz, hatırlı kişilerin ziyafetine komşu köy eşrafı da sıkça çağrılır. Böyle bir ziyafette, karşı köyün hocası da davetli. Marabalar, yanaşmalar yemek hizmeti görüyor neşe içinde sinilerin biri gelip diğeri gidiyor. Misafir hoca geri götürülecek olan sinileri “sünnetlemek” gerekir diyerek son tanesine kadar midesine indirmeden hizmekerlere teslim etmiyor. “Yahu , şu kalan yemeği bize bıraksa da ara yerde karnımızı doyursak” diye hayal kuran hizmekarların halini artık düşünün.
Yemek bitmiş, iş el yıkama faslındadır. Genç Hizmeker Misafir Hocaya sırtında peşkir elinde ibrik su dökmektedir. Misafir hoca efendi genç hizmekere iltifat ihtiyacı duyar:
“-Maşaallah ne güzel delikanlısın, adın neyidi?”
Gencin duduklarından bıçak gibi keskin bir kelime dökülür:
“-Farz”
Misafir Hoca
“-O ne biçim şey, Farz diye isim olur mu?
“-Hemii! Sünnet diyim ki beni de yiyesen!

HOCA ve BOSTAN

Köy hocalarının arasında abide şahsiyetler yetiştiği gibi, zaaflarla malül olanlarının da sayısı az değildir.
“Hocanın dediğini tut yaptığını yapma” sözü, muhtemelen, köy yerinin icadıdır. Niye derseniz, köy yerinde muhit dar her şey göz önünde olduğundan, hocaların meziyetleri de zaafları da köylü tarafından bilinir. Kimi köy hocaları hakkında anlatılan acımasız fıkraların da menşeini, bu çelişkili durumda aramak gerekir. İşte bunlardan biri.
Hizmeker ağasına, köyün alt başından seslenmektedir.
“-Ağa, bostana bir camış daldı, hoca da onunla beraber!”
“Ula, camışı bırahın hocayı dutun!”

OLA BAKKAL! PEKMEZ KAÇA?

Erzurum'a alış veriş için gelmiş köylünün biri fırından taze ekmek almış, karnını doyuracak. “Bir de ucuzundan katık bulsam fena olmaz” diyerek bakkal sergilerinin önünde aranıyor. Bir ayakkabı tamircisinin yumuşasın diye köseleleri attığı su teknesini, bekmez sanarak soruyor.
“ -Olo, Bakkal! Bekmez kaça? “
“-Ne edeceksen?”
“-Bu somunu batırıp yesem ne olur”
Eskici müzipçe gülümsemiş:
“-Beş guruş olur!”
Köylünün fiyata aklı yatar, ekmeğini yedikten sonra keseyi çözüp eskiciye beş kuruşu uzatır ve
“-Olo bakkal! der, sanma ki köylü eşşek, senin pekmezin datli degildi!