Osmanlı'dan Bir Nişane : CİRİT

OSMANLI'DAN BİR NİŞANE
ATLI CİRİT

Mustafa Çetin Baydar

İnsanlarımız, at sırtından inip, otomobillerin, otobüslerin rahat koltuklarına tünemeden önce Anadolu'nun her yerinde cirit oynanırdı.
Eski Toplum'un; düğünlerde, seyranlarda, bayramlardaki belli başlı eğlencelerinden biri de , atlı cirit'ti.
Cirit, Anadolu'ya mahsus bir spor olarak, Selçuklu'nun, Osmanlı'nın ve diğer Beyliklerin hatırasıdır.
Orta Asya Türklüğü Cirit bilmezdi ; oraların atlı oyunlarının başında Bozkeçi (Buzkaşi) ,Çevgan, Gökbörü gelirdi.
Muhtemeldir ki bu oyunları İç Asya Göçebeleri, beraberlerinde Anadolu'ya taşıdı ve bir dönem bu yeni yurtta yaşattı.
Erzurum'a yirmi kilometre uzaklıktaki Çögender(Çevgendar) Köyü, çevgân oynandığı dönemlerin, yaşayan tanıklarından yalnızca biridir..
Atlı Cirid'in, diğer atlı sporların önüne geçmesi, beylikler döneminde başlayıp, Selçukîlerde olgunlaşan; nihayet, Osmanlılarda kemâl noktasını bulan “Tımarlı Sistem” sayesinde olmuştur.
Bu sistem, çiftlik sahiplerinin yurdun her köşesinde ‘atlı muharip birlikler' beslemesi esasına dayanır.
Bu süvari savaşçılar, yarı sivil yarı asker karakterleri ile halkın içinde yaşar, bu ilginç karışımdan bir asker-millet tablosu çıkardı.
İşte bu sebeple atlı cirit, hem köy, hem şehir yerinde oynanan bir savaş oyunudur. Kaynaklar, bu oyunu oynayan Beyleri, Pâdişahları sıralarken; Anadolu Selçuklu Sultanı 1.Alaaddin Keykûbat'a kadar dayanıyorlar (1220-1237).
İbn-i Bibi “Tevarîh-i Ali Selçuk” isimli eserinde. Sultan 1. Alaaddin Keykûbad'ın cirit oynamayı çok sevdiğini kaydediyor.
13. asrın başlarında atlı cirit oyunu yaygınlık kazandığına göre, bu oyunun icâdı, bundan önceki târih diliminde kalıyor. İşte bu dilim de Bizans'ın elinden aldıkları Doğu Anadolu Yaylaları'nı yurt tutan; Saltuklu, Artuklu, Mengücekli, Sökmenli, Ahlatşahlı Beylerin dönemidir; yâni 1071'i tâkib eden ilk asır..
Cirit, süvâri savaşının en önemli silâhı olan “mızrak”ı takliden süvarinin eline verilmiştir.
Gerçi atlı savaşçı, mızrağının yanında, kılıcını, gürzünü, ok ve yayını da kullanarak mesleğini icra eder, ama; bunların hiç biri mızrak savaşının yaptığı işi yapamaz. Zira süvâri savaşı, hareket halindeki hedeflerin savaşıdır, hareket halindeki hedefleri vuracak en iyi ve en çevik süvari silahı ise mızraktır.
Atlı cirit oyunu, mızrak savaşının provasıdır.
Bu oyunda öldürücü mızrakların yerini, mızrak benzeri ağaç sopalar almıştır.
Cirit sözü, Arapça soyulmuş ağaç dalı demektir.
Bu soyulmuş ağaç dallarını Türkmen atlılarının eline, onları süvari savaşlarında kullanacak kumandanların, beylerin, silahşörlerin verdiği anlaşılıyor..
Kabak'a tüfek atıp, keçeye kılıç çalarak harbe hazırlanan piyâde askerine mukâbil, süvari birliklerinin de elbet bir tâlim tarzı olacaktı.
Kaldı ki, Tımarlı Sipahiler, hassa askeri gibi para karşılığı savaşan insanlar değildi, askerliği onlar için daha bir eğlenceli kılmak gerekiyordu.
İşte ciridin hem halk hem de harp oyunu olmasının sırrı buradadır.
Tımar sahipleri, Eyâlet Paşaları; bir fermanla orduya katılacak olan bu halk süvarilerini, sürekli cirit oyunları tertipleyerek savaş öncesinde eğitiyorlardı.
Cirit, bir süvari tâlimi olduğundan çok, amansız bir delikanlılık rekabetinin sergilendiği bir halk eğlencesidir.
Bu “Askerleşmiş Halk Oyunu”nda, bir süvari muharebesinin bütün safhaları yer alır.
Osmanlı, özellikle Kölemen (Mısır) cündilerinin cirit atma tâlimlerinden Atlı Cirit Oyununu ayırmak için “Harhari Cirit” tâbirini kullanır. Harhari, yâni arkası gelecek, devamlı demektir.
Kalıcı olmak için, akan zaman içinde yaşayabilmek gerekir.
Bu sebeple atlı cirit oyunu asırlarca bu milletin ve devletin gündeminde kaldı.
Osmanlı Devleti, savaş kararı aldığı zaman Ordu-yu Hümâyun'un toplanacağı mahal belirlenir, tımar askeri, bu mahalle akmaya başlardı.
Bu toplanma dönemi, günler haftalar süren cirit müsabakaları demekti. Sadrazamların, vezirlerin en seçkin ciritçilerden oluşan takımları bu birikme mahallerinde, savaş öncesi bir son savaş provası yapar, demire su verildiği gibi sipahi birlikleri de en usta ve yürekli ciritçilerin cengini seyrederek, çelikten bir süvari ordusu hâline gelirlerdi.
Osmanlı Devleti'nde Sadrazamların, vezirlerin ve özellikle valilerin kapı askeri arasında, iyi cirit oynayanlar bulunurdu. Ordu Rumeli Yakası'nda savaşa gidecekse Edirne'de, Anadolu Yakasında savaşa gidecekse Konya'da, Sivas'ta veya Halep'te toplanır, hazırlığını tamamlardı. Bu toplanma bazen birkaç gün, bazen de daha uzun sürerdi. Bu süre içinde orduya gelmiş olan valilerin askerleri birbirleri ile iddialı cirit oynarlardı.
Atlı Cirit yalnız sefer zamanının değil barış günlerinin de vazgeçilmez sporu, eğlencesi, heyecanı, merasimi idi.
Her devletlünün şanını yürüten ciritçileri vardı.
Sadrazamların kapı halkı diğer vezirlerden çok olduğu için kuruluş içindeki ciritçilerin sayısı bazen iki yüzü geçerdi. Bu cündiler dini bayramların üçüncü günü Eski Saray Meydanı'nda, Kurban Bayramı ise dördüncü günü başka bir biniş yerinde cirit oynayıp, padişahtan ihsan almaları kanun idi. Bu yüzden Sadrazamların cündileri arasında çok iyi ciritçiler istihdam edilirdi.
Taşradaki Eyalet Merkezlerinin paşa kapıları cirit oyunu için geniş tutulur, ahâlî buralarda oynanan ciritin seyrine koşardı. Evliya Çelebi'nin Erzurum Paşa Kapısında oynadığı ciritlerin seyahatnemede yer alan ayrıntıları, Atlı Ciritin İstanbul'dan daha az olmamak üzere Anadolunun da nasıl ilgi alanında olduğunu gösteriyor.
ATLI CİRİT, OSMANLI YİĞİTLİĞİNİN ÖLÇÜLERİNDEN BİRİYDİ..
Osmanlı Tarihinin en büyük ciritcilerinden Seydi Ahmet Paşa (1617-1661)nın Sultan İbrahim'e verdiği cevap Devlet-i Al-i Osman'ın bu sporla nasıl içiçe yaşadığını gösterir.
Cirit bahsi açılınca tarihimizin en yiğit, en usta ve başından en ilginç olaylar geçmiş ciritçisi, Seydi Ahmet Paşa üzerinde biraz durmak gerekir.
Sultan İbrahim, bir yaman binici olduğu için sarayına aldığı, ama oynadığı acımasız ciritlerde, canlarını yakmadık iç ağası, harem ağası bırakmadığı için de ikâz etme lüzûmunu duyduğu Seydi (yiğit)Ahmed'i huzuruna çağırır:
“-A seydi! der, “bundan sonra benim müsâhibime sakın cirit vurmayasun”
Seydi için delikanlılık hukuku ön plandadır.
“-Valla Padişahim” der “Onlar beni vurur, ben onları. Cirit oyununda acımak yoktur. Onlar beni baş vurur, ben onları diş vurur..” diye karşılık verir.
Bu yiğit ve delişmen ciritçinin sözleri padişahı kızdırmaz, aksine memnun eder. Seydi bu konuşmadan bir üst rütbe, bin altın ve bir de samur kürk kazanmıştır.
Ancak Seydi Ahmed'in cirit serüveni bitmez.
Osmanlı'nın cirit meydanı olan Çemensofa'da (Gülhane Parkı) oynanan iddialı ciritlerin birinde Seydi'yi kızdıran müsâhiplerden biri, yediği cirit sonucu ölür. Ölenin arkadaşı Seydi'ye saldırır, Seydi Ahmet onu da attığı ciritle yaralar.
Haber Padişaha ulaştırılır.
Sultan İbrahim:
“-Elbette katl edin” diye kükrer.
Seydi Ahmet, böyle bir vukuat için öldürülecek adam değildir. Araya şefaatçiler girer, Seydi Ahmed'in kendini savunan sözlerini Padişah'a götürürler:
“-Padişahım! Cirit meydanı savaş alanı sayılır. Müsâhib yeri değildir. Ar meydanı değil er meydanıdır. Burada vurulan, ölen öldüren birdir. Kânun-u Al-i Osman'dır. CİRİT CENKTEN BİR ŞUBEDİR.”
Bu sözler Sultan İbrahim'i yumuşatmayacaktır.
Padişah'tan gelecek son emri, cirit meydanında atının üzerinde beklemekte olan Seydi Ahmed; sevenlerinin kaş göz işareti ile, bir süre için savuşmaktan başka çaresi olmadığını anlar, yakalanma emri verilmeden Hasahur kapısından fırlar ve İstanbul içinde kaybolur.
Birkaç gün sonra padişahın öfkesi yatışacak, Ancak Seydi Ahmet saraydan kovulacaktır. Bu yiğit süvariye artık serhaddin yolları gözükmüştür. Önce, gönderildiği Kanije, Budin, Estergon ve Eğri serhaddinde savaşlara katılarak, ününe ün kadar. Kendisi gibi bir cirit ustası olduğu için saraya alınmış ve vezirliğe yükseltilerek Budin Valiliği görevi verilmiş Siyavuş Paşa'nın artık sağ koludur.
Bir “Ciritsever Devlet Adamları dönemi” yaşanmaktadır.
Ünlü Evliya Çelebi'de bir cirit tutkunudur. Hatta bu yolda ön dişlerinin tamamını kaybetmiştir. Hem de bilin bakalım kimin ciridiyle?
Kahramanımız Seydi Ahmed'in hayat serüvenini anlatmayı sürdürürsek bu sorunun cevabını birlikte öğreniriz.
Osmanlı coğrafyasını karış karış gezerek milli tarihimizin en renkli eserini vücûda getirmiş olan Evliya Çelebi, akrabası, Defterdarzâde Mehmed Paşa'nın Has Nedim'i olarak Erzurum'dadır.
Yıl 1645'tir.
Erzurum Valiliği verilen Defterdarzâde Mehmet Paşa, o tarihlerde Gürcüler ve Don Kazaklarına karşı sürdürülen mücâdelelerin üssü olan Tortum Garnizonu'nu, tanıdık bir kumandana emanet etmiştir; bu Seydi Ahmed'tir. Artık Paşalık rütbesi de alan bu yiğit insan, zaman zaman Kafkasya içlerine dalmakta, bu akınlar sırasındaki dillere destan bahadırlık hikâyeleri, dillerde dolaşmaktadır.
Seydi Ahmet ve Evliya Çelebi, Atlı Cirid'in doğduğu topraklarda olur da, Cirit oynanmadık gün geçer mi?
Böyle bir Cirit oyununda Evliya Çelebimiz, ne de olsa Çelebimîzaç biri olduğundan Seydi Ahmet Paşa'nın ciritlerina karşı koyamaz, üstelik can yakıcı bir değnek yiyince, ön dişlerinin tamamı kül ufak olur.
Cirit biter, alaylar dağılır, herkese bir üzüntü çöker.
Vâli Defterdarzâde Mehmet Paşa, ön dişlerini kaybeden akrabası, has nedimi Evliya Çelebi'nin Kur'an okurken artık “Sin” sesini çıkaramadığını görünce daha da bir kahırlanır; Seydi Ahmed Paşa'yı; bir küheylan ile bir kese altın cereme'ye mahkûm ederek, Evliya Çelebinin hem gönlünü alır hem de bu iki dostunun arasını bulur.
Çelebimizin tarih kayıtlarına geçmiş bir cirit macerası daha vardır. O tatlı üslûbuyla ne güzel anlatır:
“Birgün Palandökenlerin eteğinde cirit oynarken, attan tekerlendim. At da başını alıp “kandasın (nerdesin) Eğerli Dağı?”diyip gitti. Hemen can başıma çıkıp başka bir ata binerek, birkaç kölemle arkasına düştüm. Dağın doruğunda atı tutup bindim. Orada uzun bir kabir gördüm.”Allah bilir ulu bir ziyârettir” diyerek ruhu için fâtiha okudum.(...)”
Evliya Çelebi, cirit oyuncularının sıkça başlarına gelen “attan tekerlenme” vaziyetine Palandökenlerin eteğinde düşüyor. Köleleri ile birlikte cirit meydanına geldiğine göre kim bilir kimlerle, ne iddiasıyla ciride binmiş, attan tekerlenince de ciritten inip Palandöken doruklarına tırmanmıştı?
“Ciride binme” tâbiri aslında padişahlar için kullanılır. Taşrada, vezirler ve emsali devletliler padişahın temsilcisi kabul edildiklerinden, bu tabirin onlar için kullanıldığı da olmuştur.
Padişahların ciride binmesi Osmanlı toplumu için fevkalâdeden bir hâdiseydi. Şairler, vak'anivüsler; beyitler söyleyip, kayıtlar düşerek bu kutlu olayı ebedileştirir; padişahın bindiği at, attığı cirit halk ve asker arasında anlatıla anlatıla efsâneleşirdi.
Divan Şairlerinden Nâşid İbrahîm, Üçüncü Selim'in ciride binmesini şöyle anlatır:

Cenâb-ı Hazret-i Sultan Selim Hân-ı melekhaslet
Ciride bindi cem idüp mukarreplerden erkânı

Biri birine gerçi hamleler çok ittiler amma
Cenâb-ı Padişâh-ı kahramânı itti cevlânı

Ciriti her atışta birinin darb etti duşundan
Kemâl-i zor-ı darbından havaya oldu perranı

Sürünce esb-i düldülfam-ı Mısri'sin şeceatle
Feleklerde melekler cümle tahsin ittiler anı.

Yaman övgüler değil mi?
Enderunlu Vasıf da Sultan İkinci Mahmud'un ciridini şu mısralarla tasvir eder:

Niyze silküp at çıkardıkça alay-ı hasmına
Her gören tahsin eder ol Şah-ı ejdersavleti

At kopardıkça alaydan ayrılıp ol yekketâz
Kal'a olsa fethider hasma hücûm u savleti
.........
Böyle saf dersaf idüp ol safter-i sâhibkemâl
Virdi divan-ı Eba Müslim gibi bir hâleti

Kaynaklar,Osmanlı padişahları içinde Ciride binmiş pek çok isim sayarlar. Dördüncü Murat ciritçiliği ile müsellem padişahların başında gelir. Bu gözü kara padişahın vezirlerini de cirit oyununa soktuğu, onları hayli hırpaladıktan sonra gönüllerini aldığını biliyoruz. Dört parmak kalınlığındaki tahta kapıyı attığı ciritle delecek kadar güçlü olan 4. Murat, muhakkak ki aynı zamanda seyrine doyum olmaz bir cirit oyuncusuydu.
Anadolu delikanlıları, yeniçeri ocağına girip devlete kapılanamadıkları için, Tımar ve Zeamet sahiplerine silahşör olur, böylece hayatlarını kurtarmaya çalışırlardı. Bu sistem Cirit oyuncularının genelde oğuz taifesinden çıkmasına sebepti.
Divan şairlerinden Seyyid Vehbi 1700'lü yılların ünlü şairi aynı zamanda yaman bir ciritçisi olan Vâhid Mahdûmi'yi şu sözlerle anlatır:
Gah çevgân-ı hame gah cirit
Lâl ider gah söylese Türkî(ü)
Acem ü Hind ü Özbek-i Türkü
Uyamaz ana kimse zemzemede

Bu şiir, cirit oyuncularının geldiği toplum katmanlarını ve orada yaşanan kültürü anlatması bakımından çok öğreticidir. Türk-İslâm Dünyası'nın musikisine, hem bilgi hem icra olarak hâkim, cirid ve çevgen ustası bir sporcu portresi ile karşı karşıyayız.
Osmanlı Devlet adamları da aslında Vahid Mahdumî'den pek farklı değillerdi.
Başvezir Fazıl Ahmat Paşa Viyana'ya elçi olarak Kara Hasan Paşa'yı nasbetmiştir. Evliya Çelebi de bu elçilik heyetindedir. (1664) Viyana'da Kralın sarayına gidileceği zaman, teşrifat olsun diye sekiz at koşulu bir Hanto araba, Kara Hasan Paşa'nın emrine gönderilir. Bundan sonra ne olur; Evliya Çelebimizden öğrenelim:
“Hemen Paşa, Bu arabaya binmem! Bizim mutâdımız, küheylan atlara binip cirit oynayıp gazaya gitmektir. Bizim İstanbul'da böyle arabalara avratlar biner, bize araba lâzım değildir dedikte (...)
Evliya Çelebi seyahatnamesinde, Kara Hasan Paşa'nın bu söyledikleri ile yetinmediğini, sefâret heyeti Viyana'ya girerken, süvârilerine yaptırdığı gösteri ile Osmanlı bahadırlığını ispatladığını anlatır:
“Bu askerin ortasında 40-50 kadar kırmızı şalvarlı cündiler atları üzerinde, baş üstü dikilerek, türlü türlü silahşörlükler ederek, biri birine topuzlar atıp tutarak, at üstünde bağdaş kurup ve diz üzerinde eğerde oturup rahvan at koşturarak; atların karnı altından girip öbür taraftan çıkarak, at boynuna sarılıp yine ata üzengiye basmadan dönerek binüp yine at koştururken atın kolanını çözüp eğeri eline alıp çıplak at ile yıldırım gibi koşarken yine eğeri altına koyup atı eğerliyerek, koşturmaya devam edüp, at üstünde ayak üzeri durarak, namaz kılar gibi eğilip kalkarak, ve bir ayak üzeri durup kimi uyuyormuş gibi yatmış olarak geçtiler. Viyanalı kâfirler de cündîlerimizin bu inanılmaz gösterilerini şaşkınlıkla seyredip durur idi(...)”
Evliya Çelebi, Viyana önlerine gelip dayanmış Osmanlı İmparatorluğu'ndaki binicilik hünerlerinin hangi noktaya ulaştığını bu sözleri ile adetâ belgeliyor.
Evet Osmanlı buydu, Osmanlıyı Osmanlı yapan vasıflardan biri de Atlı Cirit sporuydu.
Günümüz Türkiyesinde “Osmanlılar alaya” komutuyla nerede bir Cirit alayı kurulsa, bir çokları gibi ben de Osmanlı cetlerimin kokusunu alırım.