Sümmani

Sümmani,1862 yılında Erzurum ili, Narman ilçesi, Samikale köyünde doğar. Sümmani'nin doğum tarihi ile ilgili çeşitli ihtilaflar vardır. Bu ihtilafın ana kaynağı ise, aşağıda ilk dörtlüğünü verdiğimiz koşmanın birinci mısrasındaki tarihin ilk kaynaktan başlayarak yanlış yazılması dolayısıyladır.

Tarih seksen dokuz on bir yaşımda
Cem oldu başıma iş birer birer
On sekiz yıl sürdü yarin peşinde
Akıttım gözümden yaş birer birer

Sümmani hakkında yapılan çalışmalarda ilk mısra

“Tarih seksen dokuz on bir yaşımda”

olarak vermektedirler. Bizim elde ettiğimiz üç ayrı cönkte ve torunlarının notlarındaki şiirde de bizim yukarda verdiğimiz “Tarih seksen dokuz on bir yaşımda” şeklindedir. Yine Hikmet Dizdaroğlu da yayınladığı bir makalesinde bu konuya değinerek doğum tarihinin 1860 değil, 1862 olduğunu ispatlamaya çalışır.

Sümmani, 11 yaşında bade içerek aşıklığa başlamıştır. Ablak taşında gördüğü rüya ile pirler elinden bade içen küçük Hüseyin, kendisine gösterilen “Gülperi “ adındaki bir kıza aşık olur ve pirler tarafından ona “Sümmani” mahlası verilir.

Sümmani kelimesi “Sonucu, sona ait” anlamlarına gelmektedir. Bunu şiirlerinde de sık sık dile getiren aşık, duyguları ile mahlasını anlam olarak bütünleştirmiştir.

“Aşk kaydına geçti bunca aşıklar
Sümmani'yi bir kenara yazdılar.”

Bade içtikten sonra Erzurum'a gelerek Erbabı ile tanışır ve ondan saz çalmasını öğrenir. Gülperiyi bulmak ümidiyle doğu illerine ve Orta Asya'nın büyük bir bölümünü gezer. Ömrünün son günlerini ise köyünde geçirir. 1915 yılında doğduğu yer olan Samikale'de ebediyete intikal eder.

Sümmani, ümmi bir aşık olmasını rağmen babası tarafından küçük yaşlarda dini ve ahlaki yönden iyi olarak eğitilmiştir. Ancak Sümmani'nin alim bir babanın oğlu olarak okuma yazma bilmemesini onun küçük yaşta gurbet ellerine çıkmasına bağlıyoruz. Bunun dışında Sümmani zamanın ünlü alimlerinin de sohbetlerine sık sık katılarak ilmi yönünde güçlendirmiştir. Başta Narmanlı Edhem Baba ve Sanamerli Hacı Ahmet Baba olmak üzere birçok alimden feyz almıştır. Sümmani bir semaisinde Edhem Baba'ya şöyle hitap etmektedir.

“Bülbül ne hayal babında
Nuşi var aşkın abında
Daim sen rıza babında
Sümman olsun eşin bülbül”

Sümmani çok sevdiği ve saydığı Hacı Ahmet Baba'ya ise tam dört tane şiir söylemiştir.

Aşk Sümmani elde ettiğimiz kaynaklara göre 16 aşıkla ayrı ayrı karşılaşma yapmıştır. Yaşadığı devirde baba olarak bilinen Sümmani'nin daha fazla aşıkla karşılaşma yaptığını tahmin etmekteyiz ama şu ana kadar bunu ispatlayacak bir yazılı belgeye ulaşmadık. Yine kaynaklarımızda bu aşıklarla yapılan karşılaşmaların ancak dokuzuyla ilgili metinler bulunmaktadır. Diğer aşıklarla yapılan atışmalar şimdilik elimizde değildir. Sümmani'nin karşılaşmalarında diğer önemli hususu ise, karşılaşmalarda Sümmani'nin devamlı konuk aşık olarak bulunmasıdır. Bunu da yine Sümmani'nin çok gezmesine ve köyünde durmamasına bağlayabiliriz.

Sümmani'nin karşılaşma yaptığı aşıklar şunlardır: Erbabı, Mahiri, Şenlik, Zülali, Celali, Nihani, Huzuri, Zuhuri, Mazlumi, Sezai, İkrari, Kenzi, Kelami, İzani'dir. Bu aşıklardan, Mazlumi, İkrari, Kenzi, Kelami ve İzani ile yapılan atışmalar bulunamamıştır.

Bunların dışında Nesip Yağmurdereli eserinin 68. Sayfasında Muhibbi- Sümmani karşılaşmasına yer vermiştir. Karşılaşma ile ilgili açıklamasında Muhibbi hakkında malumatı olamadığı söylemekle beraber, bu karşılaşmayı nasıl elde ettiğini ise belirtmemiştir. Oysaki Sümmani'nin Muhibbi ile karşılaşması mümkün değildir. Muhibbi'nin ölüm tarihi 1868'dir ve Sümmani bu tarihte 6 yaşındadır. Bu meseleyi ince detaylarıyla anlata Ali Özder, Sümmani'nin Muhibbi'nin köyüne geldiğinde, “Ah keşke Muhibbi Baba sağ olsaydı da görüşebilseydik.” Dediğini de hatırlatır.

Sümmani'nin Halk Edebiyatındaki Yeri

Yaşadığı dönemde ününü Orta Asya'ya kadar yayan Sümmani, ne yazık ki o dönemde Edebiyat sahasında hak ettiği yerini alamamıştır. Hakkında yazılan ilk yazılarda da sanatının değeri pek anlaşılmadığından yanlış yorumlanmış ve yanlış değerlendirilmiştir. Hakkında çıkan ilk yazılarda biri olan Süreyya Raif'in “Türk Çocuğu” mecmuasındaki makalesinde “Sümmaninin şiirlerinde selis bir üslup, tam bir vezin, bazen ahenksizlik, taktiilerde gayri tabilik göze çarpmaktadır. Türkçeye hakim olmadığı için kafiye hatalarına tesadüf etmek kabildir. Bunlara kafiye demektense yarım kafiye demek daha doğrudur.” Şeklinde yaptığı değerlendirme ile Sümmani'nin şiirini Halk şiiri normlarında tetkik yapmama yönteminde kaynaklanan bir hata ile değerlendirilmiştir. Şu bir gerçektir ki, Halk Şairlerinin diğer şairlerden ayrı olarak, şiirlerini irticalen söylediği için Süreyya Raif'in eleştirdiği yönlerin zaten kaçınılmaz olduğu aşikardır.

Sümmani'yi edebiyat alemine ilk defa duyuran ise <bknz>Ziyaeddin Fahri Fındıklıoğlu</bknz>'dur. Sümmani'nin ölümünde 10 yıl kadar sonra 23 Temmuz 1341/1925 tarihli “Meslek Mecmuasın”da yayımlanan mektubunda Sümmani'den de şöyle bahsediyor.

“Halk şairleri, cemiyetlerinin varlığı ile alakadar oluyor. Aşık Sümmani ismindeki şair, vaktiyle bu havalide Tortum yöresinde vuku bulan bir hareket-i arzdan müteessir koşmalar sunmuştur.” Fındıklıoğlu bu yazısından dokuz yıl sonra Sümmani hakkında malumatını genişleterek, şiirini şöyle tarif ediyor: “Bundan şöyle böyle sekiz sene evvel Tortum köylerinde gezerken değirmen başlarında Sümmani'nin koşmalarını ’çığıran' köylülere rastlamıştır. Tepelerden eser rüzgar, bana Altaylardan getirilmiş ve tabiatın bu köşelerine sindirilmiş maceraları fısıldıyordu.”

Sümmani, 1934 yılında ise okul ders kitaplarına girmeyi başarır. Mustafa Nihat'ın lise son sınıflar için hazırladığı Metinlerle Muasır Türk Edebiyatı Tarih kitabının 195. sayfasında halk şiirleri içinde Sümmani'nin de adı şöyle geçmektedir: “Kazanlı Dadaloğlu, Sivaslı Ruhsati, Sümmani, Maraşlı Hezari, Celali meşhurdur.” Aynı kitabın 199. sayfasında Sümmani'nin aşağıda ilk kıtasını verdiğimiz şiir yer almaktadır:

Zağlar bülbül olmuş gülşen bağında
Bana ol gülşenden çıkmak göründü
Bir zaman ermeden dost otağına
Dembedem bedene kıymak göründü

Sümmani'nin ölümünden sonra ki ilk yirmi yılda yayınlanan bu üç yazıda da Sümmani'nin hala girift, açığa çıkmamış, yeteri kadar aydınlatılmamış ve üzerinde ciddi bir çalışma yapılmamış olduğunu görüyoruz. Bu alanda ilk çalışmayı 1934 yılında <bknz>Haşim Nezihi Okay</bknz> yapmıştır. 32 sayfalık olan bu eser, Okay'ın Sinop Cezaevi mahkumlarına ders verirken, mahkumlardan Zekeriya Çavuş isimli bir kişiden dinleyerek derlemiştir. Zekeriya Çavuş'un hatırlayamadığı yerleri ise Haşim Nezihi Okay tahmini olarak doldurulmuştur. Okay'ın Sümmani'nin şiirlerindeki yaptığı bu tahrifat etkilerini halen daha hissettirmektedir. Bu hatasını düzeltmek amacıyla Okay, 1954 yılında biraz daha geniş bir kitap hazırlamıştır.

Okay'dan sonra ilk ciddi araştırmayı <bknz>Nesip Yağurdereli</bknz>'de görüyoruz. 1939 yılında hazırlanan bu kitap bu yıla kadar ki Sümmani hakkında yapılmış en ciddi çalışmalardan biridir. 1963'de <bknz>Mehmet Kardeş</bknz>'in yaptığı çalışma günümüze kadar yapılan son çalışma olmuştur.

Okay ve Kardeş'in kitaplarında toplam 90 adet koşmaya yer verilmiştir. Bu da bu çalışmaların ne kadar yetersiz ve eksik olduğunu fazlasıyla göstermektedir.

Sümmani'nin Etkisi

11. yüzyıl Ozan-Bahşı kültürünün bir devamı olan Aşık tarzı şiir geleneği, halkın yegane gözü ve kulağı olmuştur. Halk olayları ve her türlü bilgiyi aşıklardan alır. Özellikle okuma yazma oranın düştüğü köylerde aşıklara verilen önem daha da artmıştır. Aşıkların çoğunluğunun da köylü olması bu yüzdendir. Seyahat şartlarının zorluğu, yazılı kültürün köylere ulaşamamasından dolayı bu şartlar altında yaşayan insanların ilgilerin, yüreğindeki sevgi ile dağları, ovaları, nehirleri gözlerinde küçültüp diyar diyar gezen bu aşıklardan havadis, öğüt almalarına yönelmesi elbette ki doğaldır. Aşık halk için her şeyden önce habercidir. Aşığın duyguları ve hisleri onlar için ikinci plandadır. Aşk ise bilgi ve duygularını aynı teknede yoğurarak sunar. Her zaman dertli olan aşığın derdi aynı zamanda halkın derdidir.

Aşıklığın bu kadar önemli olduğu halk kültüründe yerini alan Sümmani, sanatını yaşadığı dönemde geniş halk kitlelerine yaymış ve halk üzerinde büyük bir etki bırakmıştır. Sümmani'nin didaktik ve nasihat eden şiirleri, halk tarafından büyük bir ilgi görmüştür. Şiirlerinin büyük bir çoğunluğunun nasihat ve öğüt içerikli olması halkın arasında daha fazla tutulmasının sebebi olmuştur. Yağmurdereli bu konuda şöyle demektedir: “Bu bakımdan Sümmani tam bir filozoftur. Ziya Paşa'nın darb-ı mesei haline gelen mısraları gibi, onunda halk arasında bu kıymeti muhafaza dene pek koşmaları vardır. Sümmani, her şeyden habersiz, koyu bir cehaletin derinliklerine yuvarlanmış hemşehrilerine, şiirlerine mevzu yaptığı iyi ahlak, mertlik ve fedakar olmak gibi fazilet esasları öğretmeyi kendine bir borç bilir.” Sümmani öğütlerinde genellikle ahlak, insanlarla ilişki ve aile kavramları üzerinde hassasiyetle durmuştur.

Evlat düşse babasının gözünden
Değil Hüda razı, berhudar olmaz
Asilzadelikle kendini kurma
Mezar taşı ile iftihar olmaz

Dinle Sümmani'yi düşme tuzağa
Engine açılma çekil kenara
Aferinle varıp batma batağa
Adımın doğru at izen sahip ol

Gönlündeki sevda ateşiyle kendine gurbeti sıla bilerek diyar diyar gezen Sümmani'nin; hasret, gurbet, yalnızlık kokan şiirleri, Halk Edebiyatı'nda en güzel gurbet şiirleri olarak anılmasını sağlamıştır. Sanat gücünün de üstün olduğu bu şiirler, yanık gönüllerden türkü, nağme olup çıkmıştır.

Gurbet elde bir hal geldi başıma
Kadir mevlam nasip eyle sılayı
Koymaz felek koymaz gidem eşime
Kadir mevlam nasip eyle sılayı

gibi buna benzer birçok şiiri bestelenerek Halk Türküleri arasında baş köşede yerini almıştır. Günümüzde de beğeni ile dinlenen şiirlerinin başında:

Der Sümmani yarab gönlüm hoş eyle
Ya sabır ver ya bağrımı taş eyle
Ya bir çift kanat ver ya kuş eyle
Tez yetişem dost bağında talan var

şiiri olmak üzere, birçok şiiri günümüz sanatçıları tarafından söylenmektedir. Son yıllarda pop müziğin iflas ederek, bu tarzda şarkı söyleyen sanatçıların halk türkülerini yeniden yorumlamaya başlamaları, Sümmani'nin şarkılarının da yeniden gündeme geleceğinin sinyallerini vermektedir. Halk aşıkları arasında da Sümmani'ye has bir makam olan ’Sümmani Ağzı' ise halen canlılığını sürdürmektedir.

Aşık Edebiyatı'nın en önemli şiir türkülerinden olan ’Destanlar zamanın önemli olaylarını yansıtması bakımından önemlidir. Tarih sayfalarına girmeyen önemli olayların aşıklar tarafından gündeme getirilerek şiirleştirilmesi, bu tür olayların gündemden kalkmasını engellememiştir. Aşıkların da ustalıklarını bu türde daha şairane tarzda göstermeleri, o ilk heyecanı yansıtmaları bakımından önemini daha da artırmıştır. Mesela Ziyaeddin Fahri Fındıklıoğlu, yukarıda da ifadelerini verdiğimiz gibi, Sümmani'yi Tortum Depremi için söylediği destanından tanımıştır.

Kaza-ı Tortumda oldu vukuat
Gören gözler düştü ah u figana
Bin üç yüz dokuzda ettik rivayet
Bunu destan edip saldık her yana

Yine Sümmani'nin Şekerli köyünde düğün esnasında, düğün evinin çökmesiyle yüze yakın kişinin ölümü üzerine söylediği destanla, o olay hakkında geniş malumatımız olmuştur.

Bu bir tevarihtir bu sır aşikar
Bozuldu mutfaklar oldu tarumar
Sümmani bir destan kıldı yadigar
Üç yüz dokuz bu destana yetiştim.

Bunların dışında diğer tür destanlarında da, Sümmani gezip gördüğü şehirleri destan halinde geniş olarak tanıtmıştır. Özellikleriyle anlatılan şehirler, o zamanın hayat şartları ve Sümmani'nin şiirlerinin kalitesi ve aşıklıktaki üstünlüğü kuşkusuz tartışılmaz bir gerçektir. Hatta o kendi sınırlarını dahi zorlayarak, hece vezni dışında aruz vezni ile de şiir söylemiştir. Medrese tahsili görmüş şairlerimiz dahi, zorlanarak, üzerinde günlerce hatta aylarca çalışarak yazdıkları aruz vezinli şiirleri Sümmani ümmi olmasına rağmen irticalen söylemeyi başarabilmiştir. Aruz veznini o kadar iyi kullanamasa da, bu tarzda da şiir söyleyebilmesi onun sanat gücünün ne kadar kuvvetli olduğunu göstermektedir.

Sümmani, Divan Edebiyatı nazım şekillerinden gazel, murabba, müstezad, muhamems türlerinde de şiir söylemiştir. Sümmani'nin müstezat'ından bir örnek:

Aşığa aşkın ateşi gör ne yaradır
Derde çaredir
Aşkı olmayan beyvane bey biçaredir
Amma avaredir

Her kimse ki la görünür ilm-i ibare
Feyzi idare
Halledemez kelamını yüzü karadır
Fikri mudaradır

Sümmani'nin karşılaşmalarına baktığımız zaman, günümüze kadar dahi hiç yapılmamış iki karşılaşma örneği ile karşılaşmaktayız . Bunlardan birincisi Nihal ile olan karşılaşmalarıdır ki , normal aşk karşılaşmalarında farklı olan bu karşılaşmada bade içip kendinden geçen , ayılamayan ve yakınlarını korkuya düşüren Nihaîlinin durumunu anlamak için Sümmani'nin çağrılması ve Sümmani'nin bu aşığı konuşturması olayıdır ki buna benzer bir karşılaşma örneği yoktur. Bu karşılaşma ile birlikte bir sır olan bade içme olayını felsefesini Sümmani tüm detaylarıyla anlatmaktadır. Nihali için söylediği “ ya içti dile geldi ya da döktü sapıttı ya da içtim diye anlatır.” Sözü bade olayını daha net şekilde ortaya koymaktadır.

İkincisi ise Zühali ile yaptığı mani tipi atışmadır ki buna benzer bir anlaşma aşık edebiyatında yoktur.

Sümmani:
Bir bağdan bir bağa uçtum
Bir daldan bir dala geçtim Çirkinden bal yemedim
Güzelden ağu içtim

Zülali :
Güzelin eşiğinde
Öleyim beşiğinde
Tüyden yapsalar yatmam
Çirkinin döşeğinde

Sonuç olarak şunu söyleye biliriz ki , 20 , yüzyılın başların da bir köyde doğup daha sonra bütün orta Asya ya ve Türkiye yi saran Sümmani'nin o içli ve duyguları zamanımızda sevgi ve duyguların en güzel şekilde ifade etmektedir. Sümmani'nin şiirlerinde göze çarpan vatan hasretini , sıla özlemini doğruya çıktığı duyguları dile getiren mısralarını okuyan insan , vatanın ve toprağını bu kadar mukaddes bir şey olduğunu anlar.
Yüreğini tam anlamıyla sevdiğine adamış bir sevdalıdır. Sevdiği uğruna diyar, diyar gezmiş , kendi derdine bulamamış ama insanların derdine derman olmuştur. Onu gül periye olan aşkı halk arasında halk hikayesine dönmüştür. Şiilerin yanın da aşk ile de halkın ve alkışların dilinden silinmemiştir. Sümmani'nin koşmalarına günümüz aşıkları bir çok nazire söylemiştir. Onun duyguları aşıklara ağzında , halkın kulağında halen tazeliğini korumaktadır. İşte Sümmani'nin nazire bir Tercan türküsü:

Karşı yatan karlı dağlar
Acep bizim karlı dağlar mı o
Siyah saçlı olan benim anam
Oğul deyi ağlar mı ola

Kabe den gelir hacılar
Yürekte vardır acılar
Evdeki çiftte bacılar
Kardeş deyi ağlar mı ola

Parmağında gümüş haten
Gidem gurbet elde yitem
Ak sakallı benim atım
Oğul deyi ağlar m'ola.