NAİM HOCA'YI İYİ OKUMAK
İnsanlar da kitaplar gibi okunması gereken varlıklardır.
Ama bizde ne kitaplar, ne de Şeyh Galib 'in :
“Hoşça bak zâtına kim zübde-i âlemsin sen” dediği insanlar, doğru
dürüst okunmaz.
İnsanlar her saati ibret dolu bir ömrü tamamlayıp hayât defterini
kapar giderler de arkadan bu defterin kapağını kaldıran ya bulunur,
ya bulunmaz.
“Ölülerinizi hayırla anın” emri de “hayâttan mâna çıkarma” prensibi
yerine yaratılış esrarına olan körlükler sebebiyle, çoğu zaman “ölü
ardı dalkavukluklara” dönüştürülür. Oysa, ölülerin anılışındaki
hayırlı tutum, hayâttan ve ölümden gereken dersleri çıkarmak
olmalıdır.
Evet! Ömrünü ulusal medya yıldızı olarak tamamlayan Naim Hoca, hayât
defterini doldurarak aramızdan ayrıldı. Ama onun hayât sahnesinde
doldurduğu yer ve oynadığı rol bu toplumun bir parçasıdır ve toplum
yaşamasını sürdürmektedir.
NAİM HOCA KARAKTERİ NASIL DOĞDU?
Naim Hoca'nın Câmiî imâmlığından önceki mesleği berberlikti.
Kitlelerin, Berber Naim'den bir ’Naim Hoca karakteri' çıkarması,
câmiî kürsülerinde onu keşfedişleri ile başladı.
Modern hayâtla, geleneksel dîni hayât arasında bocalayan kuşaklar
özellikle mektepliler, değişik söylemi, vaaz kürsüsüne getirdiği
meddah tavrı ile Naim Hoca'dan hoşlandılar.
Naim hoca vaazlarının özel cemaat oluşturduğu dönem, Erzurum'da
sinema seyri tutkusunun dorukta olduğu yıllardı. Ramazan ayı öğle
sonralarının “Oruç sıkmış gençleri”, top atılıncaya kadar zamanlarını
ya 15 30 matinesine bilet alarak sinemalarda geçiriliyor ya da Naim
Hoca'nın Zeynal, yahut, Caferiye veya Şeyhler câmiîndeki
nekreliklerle dolu dîni öğütlerini dinleyerek ve zaman zaman
kahkahalar atarak değerlendiriyordu. Ekserisi Müslümanlığını
ramazandan ramazana hatırlayan zümrelerden oluşan bu insanlar,
giderek Naim Hoca tiryakisi oldular.
Frenklerin Homo Ludens dedikleri “Oynayan İnsan” Berber Naim'in
şahsında câmiî kürsüsünde zuhur etmişti. Dindar olmakla birlikte
hayâttan da zevk almak isteyen bu insanlar yalnız câmiîde değil
hayâtın içinde de Naim Hocayı istihdam edecek kalabalığa eriştiler.
Dolayısıyla bu oluşum câmiî ile sınırlı kalmadı. Stadyumlar, cirit
meydanları, miting alanları artık Naim Hoca'nındı.
İslâmî eğitimden geçmiş yüzlerce hocanın yaşadığı muhafazakâr
Erzurum'da, berikiler dururken yığınlar üzerinde Naim Hoca misyonunun
prim yapmasının bir açıklaması olmalıydı.
Asıl mesleği olan berberlikten hocalığa geçiş mi, bu performansı
hocamıza sağlamıştı?
Berber dükkanlarının söz ve fikir ustalığının merkezleri olduğunu
bilmeyenimiz yoktur.
Şiîr, hikmetli söz ve kıssanın envai türlüsü oradadır
Berber Naim hocalık icâzeti almadan, bir yanda makasını
şıkırdatıyor, öbür yanda divan şiîrinin sehl-i mümteni hükmüne
girecek beyitlerini, ezberden şiir sever müşterisine fısıldıyordu.
Klasik mollaların dağarcığındaki dîni kıssalar da berber Naim'e, hiç
şüphesiz, ilk kez bir halk hikâyecisinin üslûbuyla ulaşmış, bu
üslüp, hocalık eğitimi ile birleşip on da bir kimlik karakteri haline
gelmişti..
Gariptir Naim Hoca'nın bu meddahvari vaaz üslubuna en etkin tepki
1970'li yıllarda bir Korgenaral'den geldi. Erzurum'daki 9. Kolordu
Komutanı Selahattin Canbazoğlu, bir bayram vaazında onu dinledikten
sonra “Kim bu ....?” diyerek il müftüsünü istizaha çekmiş, bundan
böyle vaaz verdirmemesini müftüye telkin etmişti.
Bu olay, Naim Hoca-Devlet ilişkilerinde bir dönüm noktasıdır .
Ancak onun bu tür ilişkilerde pek de yeni olmadığını düşündüren başka
hikâyeler de anlatılıyordu.
O renkli üslûbuyla bizzat ondan dinlemiştim: “27 Mayıs'ın sonrasında
beni Demokrat Partiye yakın diyerek göz altına aldılar. Müslüman: ne
yemek var, ne tanıdık var, ne cıgara! Nezarette bekleyip duriram! Bu
arada bir bahtım, bizim mehellede oturan bir poles. Oni da nereden
taniram: birkaç gün önce bir kundak uşağı ölmüş, adam garip, yardım
ettim götürdük sabiyi defnettik. Baktım o.. Ola ne ey!
Etrafındakileri savdıktan sonra geldi. Hocam bir ehtiyacın var mı?
Vay gurban olim, seni Allah gönderdi. Al bu parayı bene birkaç paket
cıgara al, bir de şu adama bir telefon et, senin edeceğin hizmet bu!
Poles cıgarayı getirdi, telefon ettiğini de söyledi. Bir zaman
geçmemişti ki beni nezaretten çıkarıp goyverdiler. Sora öğrendim ki
benim yüzümden vâli de eyi bir azar işitmiş”
DP'lilerin Sivas'larda, Balmumcularda toplandığı bir ortamda bir
emirle Naim Hoca'yı bıraktıran ve vâliyi azarlayan otoritenin kim
olduğunu ısrarla öğrenmek istedimse de rahmetli bu soruma tatminkâr
bir cevap vermedi.
Naim Hoca'nın DP'liliği daha sonraki yıllarda AP'liliğe ardından da
DYP'liliğe dönüşecekti. Onu ulusal Medya'nın tanıması, Nuri Hoca'nın
(Yılmaz) DYP döneminde Diyanet işleri Başkanlığı'na atanması ile
başladı. O yıllarda yıldızı parlayan Tansu Çiller, Erzurumlu Ekrem
Ceyhun üzerinden dindar kitlelerle iletişim kurmak istiyor, Ekrem
Ceyhun, Nuri Yılmaz'ı, Nuri Yılmaz da Muhterem Naim Hoca'yı bu
bağlamda yanında gezdiriyordu.
Birçok fotoğraf karesinde ısrarla Naim Hoca, Nuri Yılmaz ve Ekrem
Ceyhun ve Tansu Çiller'in birlikte gözükmeleri işte bu
dönemdedir.Daha sonra Ekrem Ceyhun'la Tansu Çiller'in yolları
ayrılınca, Naim Hoca kadim dostu Sayın Nuri Yılmaz'la birlikte yüzünü
Cihet-i Askeriye'ye çevirdi.
Naim Hoca'nın, görkemli otellerin içkili sofraların da Kemalist
şiîrler inşad etmesi, Magazin Medyasından büyük övgüler alarak birden
bire ülkenin en medyatik dîni adamlarından biri haline gelmesi, işte
bu son durakta oldu.
28 Şubat süreci, militarizmin Türkiye siyasetine ağırlığını koyduğu
bir dönem olarak özellikle dîni hayâtı 1930'lu yılların ideolojik
çerçevesine döndürmeye çalışırken, Sayın Nuri Yılmaz ve Naim Hoca bu
söylemi halka telkin de, verilen her türlü görevi kabul etmiş
göründüler, belki de gerçekten inanarak kabul ettiler.
Naim Hoca ömrünü, bu son misyonun doruk noktasındayken tamamladı.
Medya, ölümünü ve defnini haber yaparken, Naim Hoca'yı değil, bir
yıldızını gömdüğünü çok iyi biliyordu. Bu törende hazır bulunmak
üzere gelenlerin önemli bir bölümünün de Naim Hoca'nın parlayan
yıldızından ışık kapmak isteyen aynı vadînin diğer medya yıldızları
olduğunu söylemek fazla abartılı olmaz.
Naim Hoca , dine olduğu gibi dünya hayâtına da neşe ve coşku ile
bakan, bir üslüp denemesi olarak güzel bir başlangıçtı. Ama o,
siyâsetin vadisine girince safiyetini kaybedip siyâset kurtlarının
bir aksesuarı hâline getirildi. Onu, zihnen hangi meşgalede olursa
olsun, ehli kıble ve ibâdette “sahib-i tertib” olarak gördüm.
Cenazesini tekbirlerle taşıyanlar da, ondaki bu istikametin farkında
olanlardı.
Allah (c.c.) rahmet eylesin._