O, dinini ve milletini çok severdi. Yurt içinde seyahat etmeyi seven bir
vatanseverdi. “Hoca'm, sen zenginsin, her yıl hacca niçin gitmiyorsun?”
dediklerinde: “Yaratan bana bir defa farz kılmış, ben de onu yaptım. Benden
ne istiyorsunuz?” diye kendisiyle şaka yapan arkadaşlarına celallenmeden
cevap vermiştir. Onları, “Bakın, bizi yaratan ’emrolunduğu gibi yapın'
buyurmuştur” diye uyarmaktaydı. Vatandan bahsettiğimizde; beş yıl kadar
evvel, Erzurum halkının terörizme karşı şanlı şahlanışında en önde
yürüyüşünü ve maceracılık yapmak isteyenlere engel oluşunu nasıl unuturuz. O
sırada hastanemizi ilgilendiren bir toplantı nedeniyle Kayseri'de Erciyes
dağ otelinde bulunuyorduk. Akşam tek haber kaynağımız olan televizyonda ilk
haber olarak verildiğinde bütün bir salon, Erzurum halkıyla beraber Naim
Hoca'yı da alkışlıyordu.
Bir özelliği de vatandaşların dertlerine ortak olur, onlara dua eder,
hem de işlerinde yardımcı olurdu. Elini öpmek isteyenlere: “Vula vula
uşahlar, benim elimi öpmeyin, ananızın babanızın hocanızın elini öpün de
feyziyet görün” derdi.
Ramazan aylarında onun vaazlarına, onun şiirlerine aşık olan kültürlü
bilim adamları o camiye icabet ederlerdi. Cami dolar taşardı.
Üç yıl önceydi. Hasankale'de İbrahim Hakkı anma törenlerinde
konuşmacılar uzattı da uzattı. Sıkılıp dışarı çıktık. Peşimizden Hoca da
geldi. Bir saati geçen süre zarfında, içinde “Ali” geçen şiirler okudu.
Belki hepsi tamam değildi. Belki “Ali” bulunmayan kısımları atlayarak eksik
okudu. Fakat dikkat çekici olan aynı şiirin iki kere tekrarlanmamış
olmasıydı. Orada, kendisindeki hafızaya ve şiir bilgisine hayran kalmıştık.
Akciğer kanserinden hastalandığını ve ölümünün ona bağlı olduğunu
biliyoruz. Ne yazık ki o akşam da çok fazla sigara içmesi dikkatimizi çekmiş
ve kendisini bu konuda uyarmıştık. O, sigaranın iyi bir yoldaş olduğunu
belirtmişti. Belki de hayatta en büyük hatasıydı tütünle kurduğu, ihmal
edilemeyen bu dostluk. Ne yazık ki Naim Hoca'nın bu nedenle kaybedilmesi de
okuyucularımız üzerinde sigaraya karşı bir tepki meydana getirmeye
yetmeyecek.
Hoca, söylediği bazı sözlerin yanlış anlaşılarak, bazen de şaka yollu
yanlış tabir edilmesini fark ettiğinde “Vula uşah, Allah onları da ey ede,
beni de ey ede” derdi ve hiç kızmazdı. Haksız olarak onu sevmemek isteyenler
bile onu gördüklerinde çok saygı gösterirlerdi. Bu saygı, devletin üst
kademelerinde de yer bulurdu.
Bazı kesimlerce hoş görülmediği halde iyi veya kötü derler diye
çekinmez, kendisine yakışır şekilde ziyafet veya spor müsabakalarına giderdi
ve bu tür şeylere yardım etmekten de kaçınmaz, “bunlar vatanımızın
simgeleridir” derdi. Rivayet olunur ki “namazın kazası olur, maçın kazası
olmaz” deyivermiş bir Erzurumspor maçında.
Dükkanının son yıllarda birkaç defa soyulduğunu biliyoruz. Bir
keresinde “Hocam, senin bu paran haram mıydı ki çaldılar” sorusuna:
“İnsanoğludur, olabilir. Ya haram değilse? O parayı bana veren bir gün o
paranın mükafatını da verir” demiştir.
Bir gün, camide kuşlar girmiş uçuşuyorlar. Cemaat de işi gücü bırakmış
onlara bakıyor. Hoca, sözü kesiyor ve “Onlara bakmayın, dikkatim dağılıyor,
anlatamıyorum” diyor.
Gene camide, hoparlörlerden bir ses yükseliyor: “Düriye'min güğümleri
kalaylı/ fistan giyer etekleri...” Hoca selam veriyor ve soruyor: “Ola uşah,
o ses benden çıkmadı değil mi?”. Cemaat: “çıkmadı” deyince Hoca devam
ediyor.
En büyük özelliği, Allah'ın yarattığı insanlar arasında ayrım
düşünmemesi ve o insanları akıllıların düşündüğü gibi, yaratandan ötürü
sevmesi idi. İnsanlara bakışı mütebessim olup güzel tavrı, kalp yapıcı
sözleri unutulamaz.
Bazen düşündüğümde, bilmem ki yanlış mı düşünürüm, Nasrettin Hoca'ya
benzetirdim Naim Hoca'yı; milleti güldürmesi, sözleri, esprileri, insanları
kitleler halinde, neşelendirerek eğitmesi... İnce kıvrak bir zeka...”
Ali Kurt