DADAŞ RİSALESİ

DADAŞ RİSALESİ
Mustafa Çetin Baydar

ERZURUM'DA GERÇEK MAHİYETİ İLE DADAŞ VE DADAŞLIK KALDI MI?

Yiğitlik, ideolojik muhtevası olan bir mefhum değildir; belki, tekerrürler sonucu kültürel bir mahiyet kazandığı söylenebilir. Onun tabiatı daha çok , fıtrı ve spontanedir. Genç ruhlar, hayatın korkuları ile henüz kuşatılmadıkları için, yiğitliğin ortaya çıkışında baş çekerler. Bedenen yaşlı, ruhen genç yiğitler bu tarifin tabiidir ki istisnasıdır.
Kolektif cesaretlere yiğitlik gösterisi olarak bakılmaz. Yiğitlik ferdi bir haslettir. Kolektif cesareti bu ferdi hasletler yönlendirir. Yiğit ruhlar sayıca çoğalırsa, kolektif yiğitlikler de çok olur.
ANADOLU SOSYAL MUHALEFETİNE ASIRLARCA ÖNCÜLÜK ETMİŞ YİĞİT ERZURUMLU RUHU NEREYE GİTTİ?

Dadaş kavramı üzerine çok söz edilir. Allah'ın bildiğini kuldan ne saklayayım, bu tariflerden hiç hazzetmem. Zira “Dadaşlık” maniple edile edile içi boşaltılmış ve sonunda mumyalaştırılmıştır.
Dadaş'ta kalkış noktasını hep “aykırılık” olarak görme temayülündeyim. Buna “Topluma iyiye yönlendirecek “muhalif duygular” da diyebilirsiniz. Dadaş içinden çıktığı aile ve kabilesi dahil topluma aykırı duran, onun rutininin dışına çıkan, mesela uzlaşmadan önce dövüşmeyi, ağlamadan önce naralanmayı, sema halkasına girmeden evvel bar tutmayı tecrübe etme yanlısı bir isyan adamıdır. Topluma fırlatılmış müstehrek bakışlar, cemiyete meydan okuyuşlar, dadaş ruhun daha mükemmel bir sosyal çevre tasavvurunun pırıltılarını taşır. Bu anlamlı enerji, ne yazık ki, yiğit ruhları kötürümleştirmek için pusuya yatmış şer güçlerince her defasında tahrib olunacaktır.
Osmanlı Erzurum'u, Dadaşlığın isyan ruhunu “Gözüme görünme ne halt edersen et” formülüyle barındırmıştı. Bu iyi bir çözüm değildi ama hiç değilse dadaşlık kendi tabiatı içinde yaşamaya devam ediyor, maniple edilemiyordu. Dadaşlığı ilk kez zıvanasından Jön Türklük denilen, siyasi hareket çıkardı. Dadaşlığı siyasi bir enerjiye dönüştürerek kötürümleştirdi. 1906 yılında Erzurum'u kana boyayan çok uluslu Jöntürk isyanı, dadaşlık hasletlerine hitap ederek alazlandırılmış, o tarihe kadar dadaşlığını göze görünmez mevkilerde icra eden genç Erzurum enerjisi, bir anda şehrin mahalle ve çarşılarına indirilmişti.. Eskiden Kumlu Kehriz, Türbe deresi, boğaz, kan yolu ve emsali izbelerde, bar oynamak , düello yapmak - ki Eski Erzurum'da düellonun adı mazağa çıkmaktır- alem tertib etmek fiilleri ile bir yiğitlik serüveni peşinde olan genç insanlar, bu kez siyasi maksatlarla insanları ortadan kaldırmak. Komitacılık yapmak terör estirmek işine çekilmişlerdi. 1906 Erzurum Hayvanat-ı ehliye Vergisi İsyancılarının acımasız Can Veren Teşkilatı, dadaşlıktan bozma ilk komitasıydı.
Kolektif cesaretten kabadayılık, ferdi cesaretten yiğitlik çıkar. Kabadayı, düşmana gösterilip geri çekilen, yiğitliği kendinden ve çevreden menkul bir hayali temsil eder. İttihat Terakki ve onun günümüze kadar uzanan gerek sağda ve gerek soldaki gençlik örgütleri, yiğitliği değil çoğunlukla kabadayılığı temsil ederler. Ferdi değil kolektif irade ile yönetildiklerinden, komuta makamları “höt” diyince yiğitliği olmayan kabadayılık esas duruşa geçer. 1908'de 2.Meşrutiyetin ilan edildiği gün Erzurum dadaş geleneğinin büyük yaralar aldığı bir gün olmuştur. Jön Türk komitalarında birlikte örgütlenmiş olan Ermeni dığaları ile siyasalaşmış dadaşlık, sarhoş vaziyette ve kollarını birbirlerinin boynuna dolayarak, meşrutiyeti kutluyoruz yaftası altında Erzurum mahallelerine at arabalarını, faytonları ve süvarilerini sürmüşler, böylece daha önceleri değil bir Ermeni sarhoşun, müslüman bitirimlerin dahi nara atmaya cesaret gösteremediği Türk'ün edep ortamlarını bir anda tuzla buz etmişlerdi.
Milli mukavemetin teşkilatlanma aşamasında, dadaş ağırlığının ne kadar önemli olduğunu Süleyman Necati merhum hatıratında anlatır ve dadaşların Erzurum'daki lideri konumunda olan Kırbaşların Fevzi Bey'in milli harekete kazanılması ile nasıl Erzurum'a hakim olduklarını hikâye eder.
CHP, Türk Ocaklarını kapatıp yerine Halk Evlerini kurduğu yıllarda, onun mahalli uzantıları da dadaşlığa içini boşaltmak üzere el atar. Oysa bu parti şapka hadisesinin ertesinde, dadaşlığın alametleri olan, barları, davul zurnayı, dadaş giysilerini yasaklamış bir partidir. Hesap şudur: inkılap stratejilerine hizmet edecek bir dadaş tipi imal edilecektir. Öyle bir tip ki, tiyatro oynayacak, dans edecek, modern her zeminde at koşturacak, yeri geldiğinde de bar tutup kahramanlık şiirleri inşad edecektir. Şevket Süreyya Aydemir'in nitelemesiyle, inkılabı, yürüdüğü beynelmilel zeminden alıp mahalli zemine ve dolayısıyla cehaletler gayyasına götürecek olan inkılapçı taşra öğretmenleri nesil de işte bu dönemde sahneye çıkacaktır. Erzurumlu ruhunu yüzyıllardan beri terbiye eden “Rabbani Maarif” ve onun temsilcileri olan din bilginleri çağı böylece kapanacak, bu şehir artık, dünyeviliği öğreten öğretmenlerin rehberliğine verilecekti.
Halk evleri o yıllarda inkılaba kan vermek için coşmuş taşralılarla doludur. Erzurum halk evi gerek imkanları ve gerekse üçüncü müfettiş olan Ekselans Tahsin Uzer'in adeta bir inkılap labaratuvarı gibi çalışmaktadır. Balolar, danslar, cazlar, piyangolar, tiyatro gösterileri ve de inkılap dadaşı üretiminin ilk mahsülleri, Enis, İzzet, Zehra, Servet, ihsan, Leman, Müfide, Tarık öğretmenler, Kemalettin Kamiler, Saadettin Akataylar..
Ünlü bar şiirinin yazarı Saadettin Akatay'ın dadaşlık serüveni, bir film olacak ölçüde şaşırtıcıdır. Bu bahtsız dadaş, çıldırarak can vermiştir. Çıldırması da yüzlerce kişinin gözleri önünde bir rol sırasında olmuştur. Olayı hikaye edelim:
1940'lı yıllar.. Halkevi binası yapılmış pırıl pırıl, tasarlanan işlerin icrasına koyulmuş. Murat Uraz başkan. Tahsin Üzer ekselanslarının- Bu ibareyi yazışmalarda Atatürk Tahsin Uzer'e Tahsin Uzer de Atatürk'e hitap ederken kullanmaktadır- Erzurum'a beraberinde, şehri medenileştirmek için getirdiği bir çok ünlü zevat, Halk evi gösterilerinin baş konukları. Wilyam Şekspir'in Otellosu sahneleniyor. Başrolde Sadettin Akatay, Destemona rolünü oynayan bayan, Fotoğrafçı Reşat Dikmen'ın hanımı. Oyunun finalinde Saadettin Akatay Destemonayı boğarak öldürücek. Rol o kadar başarı ile icra ediliyor ki bütün salon alkışlarla ayağı kalkıyor. Destemona çığlıklar atıyor ancak, öleceğine kalkıp kaçmaya başlıyor. Meğer Bar şiirinin yazarı gerçekten çıldırmış. Durum anlaşılınca adamcığazı müşahede altına alıp hastahaneye götürüyorlar. Kısa bir süre sonra da Saadettin Akatay'ın ölüm haberi geliyor. Yanlış vurulan bir iğne sonucu öldüğü açıklanıyor
Halk evi dadaşlığı bugün de devam ediyor. Erzurum Halk Oyunları Halk Türküleri Derneği ne kadar aksi iddia edilse de Halk Evleri Geleneği'nin bir devamıdır. Onu kuran ve yaşatanlar arasında inkılapçı bulaşığı bulunmayan bir kişiyi bulmak zordur. “Gösteri dadaşlığı” dediğimiz özsüz iş, bunların icadıdır. Ayrıca Dadaşlığın heybetini teşkil eden, sarık, ahmediye gibi başlıkları da fırlatıp bir kenara atan ne yazık ki yine bu zihniyet olmuştur. Türkiye'de halk oyunu dendiği zaman ciddi bir çizgiye sahip olan gruplar arasında dadaşlardan başka başı açık oyun oynayan, bir ikinci şehir yoktur. Rahmetli Refii Cevat Ulunay bu garabeti görerek tepki göstermiş, hatta 1956 yılında (?) Ankara'da Yapı Kredi Tarafından tertip edilen halk oyunları yarışmasında Erzurum Ekibine otantik kıyafetle bar tutmadığı için reyini vermemiştir. Milli ekiplerin resmi geçit yaptıkları zeminlerde çıkan her ekibin o heybetli başlıklar altında vakur duruşlarına mukabil, yumurtadan çıkmış kuş yavruları gibi cascavlak başlarını sergileyen dadaşımsı çehreleri gördükçe, bütün dalkavukluklara lanet okuyorum.
Evet dostlar dadaşlığın içini boşalttılar. Bugün Erzurum'da mana ve mahiyetine uygun dadaşı mumla arasanız bulamazsınız. Dadaş girizgahı ile başlayan dalkavuk ve riyakarlıkların haddi hesabı yoktur. Seciyesi bozuk, terbiyeden mahrum, heybet fukarası, ödlek, nezaket mahrumu bir yığın insan kendini sağda solda “dadaş” gösterse de kulak asmayın. Dadaş artık bizlerden çok ötelerde veya henüz anaların rahmindedir. Dadaş adını ticari unvan olarak kullananlara da şaşıyorum. Bu ismin böylesi yerlerde süründüğü bir ortamdan nasıl rahatsız olmuyorlar. Anlatılan dadaşlık aleyhtarı çirkin fıkraları işitmiyorlar mı?
Hakiki dadaş işretini de, kavgasını da yiğitliğini de gizleyen bir isyan adamıydı. İttihatçı edepsizliği hakiki dadaş'ın gizlediği bu vasıfları aleniyyete döktü. Sokak aralarındaki düğünlerde yahut, köşkte, ciritte bar tutanlara halkın gözü önünde tütün çubukları ve rakı kadehleri ikram edilir oldu. Bir eline mahramayı öbür eline toplu kehribar ağızlığı alan bir bakıyoruz meydandadır. bar tutan dadaşa önce cigara çektirip, sonra güya temizliğe riayet ettiğini göstermek için mahramayla ağızlığın topunu silecek, ardından lüle, bir başka ağza rampa ettirilecektir. İşte yeni dadaş ritüeli. Bitmedi..! Daha sonra kırkbeşlik şişelerden yayılan keskin anason kokuları bar seyreden sabilerin merakını gıcıklayacak biçimde çevreye neşrolacak ve bu badeler(!) yine bar tutan dadaşların dudaklarını dolaşacaktır.
Dadaşlığın hangi kuytularda katledildiğinin hikayesi daha da uzatılabilir. Ama buna gerek var mı? Türkiye'nin en yoksul şehri haline gelmiş Erzurum, ancak on-onbeş kişiyle varlığına yönelik tehditleri protesto edebiliyor. Kendilerine “inkılap dadaşı” payesi biçen üniversite ve lise hocaları şehir maddi ve manevi ateşler içinde kıvranırken, palandökende mangal sefasında, yahut yeşil çuhalı masalarda taş şıkırtısında. İsyan Ahlakı bitik, dadaş yüreği iflas halinde. Erzurum'un maddi düşüşünün haberlerini gün aşırı gazeteler veriyor. Yok elli yedinciliğe düştük, yok elli sekizinciliğe düştük diye. Ya bir de manevi düşüşün ölçeği olsaydı da gazeteler onu verselerdi.? Onu veremiyorlar değil mi? Onlar bunu veremiyorlar ama yüreğiniz dayanabilirse ben vereyim: Dadaşlık öldü dostlar!

DADAŞLIĞI DOĞRU ADRESTE ARAMAK
Mustafa Çetin Baydar

Mensubu bulunduğumuz şehrin kültürü ile alâkalı bir müzâkere (*) cereyan ediyor. “Gerçek Mahiyeti ile Dadaş ve Dadaşlık Kaldı mı?” başlıklı yazıma Muhterm ağabeyim Sabahattin Bulut “Çetin Baydar Dadaş'a Dadaşça “ başlığını koyduğu makale ile karşılık verdi. Fikirlerimizi sıralarken yahut tenkitlerde bulunurken üslubumuzun ne ölçüde “dadaşça” olduğunun takdirini elbette okuyucu yapacaktır. Yetişen gençliğe seviyeli tartışma örnekleri bırakmak; zihnin işleyişi, bilginin değerlendirilmesi ve fikirlerin analiz edilmesi bağlamında duyguların değil aklın egemenliğini öngörmek, tartışmalarımızda esas olmalıdır. Zira bu yapılırsa sözün güzelliği korunmuş olur. Yüce kitabımızda yer alan buyruklar da bu yoldadır: “Kullarıma söyle, sözün en güzelini söylesinler, sonra şeytan aralarını bozar, çünkü şeytan insanın apaçık düşmanıdır. (İsra-57)

İNSANLAR NİÇİN TARTIŞIR?

İnsan oğlunun pek aceleci olduğunu yaratan söylüyor ve yine “insanın hayrı kadar şerri de isteyeceği (İsra-11) buyruğu onun. Tartışmaların özü “Hakkın yahut hayrın temsilcisi benim” odağında yoğunlaşır. İnsanoğlu'na yaptığı hep süslü gelmiştir. Bu süslü, tantanalı görüntülerden kalkarak Hak'kın ve Hayrın temsilciliğini de zimmetine geçirmek onun fıtratında vardır. Oysa Tartışmalar objektif kriterlerle kanatlanabilse “yaptıkları kendine süslü gelen insan” başına geçirilmiş at gözlüğünden kurtaracak, ufku açılıp, bakışı keskinleşecektir. Hasıl-ı Kelâm; sözün yumuşağının (kavl-i leyyen) söylendiği ve güzelce tartışmaların yapıldığı bir Erzurum Fikir Hayatı inşa edebilirsek kanaatim odur ki, Erzurum'a birkaç milyar dolarlık bir yatırımın getireceği faydadan daha fazlasını vermiş oluruz.
Şimdi geçelim müzakere konusuna
Değerli Ağabeyim;
Bir bahsi anlatabilmek için evvela o bahsi anlamak gerekir değil mi? Hoca ve mektebi olmayan bilgi ancak Allah katından olan bilgidir. Dadaş bahsi ile ilgili Tanrı bağışı vehbi bilgiler olmadığına göre, geriye kesbi bilgiler kalıyor. Antropoloji, sosyoloji, tarih felsefesi , folklor disiplinlerinin yerleştiği ülkelerde toplumsal roller ve karakterler üzerine kültürel hafriyatlar yapılır, kesbi bilgilerin kaynağı bu keşfiyatlardan elde edilen ürünlerdir. Dadaşlık bahsinin bu ölçeğe göre ilmi mevkiine şimdi siz karar verin. Bir alim bir de cahiller meclisi oluşturalım. Her iki meclis kendi arasında müzakere etsin ve bu müzakereler sonucunda meclis sözcüleri bize “Dadaş ve Dadaşlık” konusundaki grupların bütün bilgilerini aktarsınlar. Bu iş dürüstçe yapılacak olursa avamın da havasında dadaşlık konusunda aynı şifahi sığ bilgilerle idare ettikleri görülecektir. Aydınlarımız bu bilgi yetersizliğini hamaset ve siyasetle doldurma yoluna gitmişler, sonuç, dadaşı anlamadan anlatmaya yeltenen yapay bir dadaşlık ülküsü icadına kadar gitmiştir.

(*) Sayın Sebahattin Bulut ve Sayın Sadri Ayrıçay'ın yazılarını risalenin ek bölümünde bulacaksınız
Kullandığım bu kavramlarla Bulut ağabeyimi, yine üzdüğümü biliyorum. Ama hayatın kanunu bu: kültür değişir, yeni şekiller alır bu yeniden şekillenme kimi zaman tabii mecrasından çıkarılır.
Bir kültürel obje olarak dadaşlığı analiz ediyoruz. Antropolojinin incelediği konulardan biri de “kültürlerin izafi” yönleridir. Dadaşlığın temel argumanı “gençlik enerjisi”dir. Tarih öncesi zamanlardan antik çağa; oradan postpodern toplum dokularına kadar bu enerjinin macerası söz konusudur. Pagan Gençlik, İbrahimi, Musevi, İsevi, Muhammedi ve nihayet modern ve postmodern gençlik “kültürel göreceliğin” binbir rengini verir. Antropolog Malinowsky'nin Malenezya yerlileri üzerinde yaptığı araştırmalardan tutun, çek-senet mafyasının kullandığı kültürel enerjiye kadar her fenomende muharrik güç gençlik enerjisidir. Dadaş kavramını incelerken, iptidai toplumların kabile savaşçılarından başlayıp, şövalye, samurai, mafya zincirine kadar bütün olguların yoklanması gerekir. Milli Kültürümüze dahil Zeybeklik, Seğmenlik de bu cümledendir.
Rahmetli Ziyaattin Fahri Fındıkoğlu'nun bas bas bağırmasına folklor ve kültür araştırmaları konusunda makale üzerine makale yazıp araştırma ve inceleme yöntemleri üzerinde durmasına, hatta kartezyen bir mentalitenin bu iş için gerekliliğini belirtmesine rağmen uyanan olmadı. Ve de konu alaylı takımının elinde evrilip çevrilmeye devam ediyor.
Nitekim, halk etimolojisi yöntemli tasavvuri dadaşlık tanımlamaları yapan bir dizi ehl-i kalem var. Birbirinin tekrarları olan bu tanımlamalar onbeş yirmi kelimenin (ağabey, yiğit, cömert, yoksul hamisi, zayıfın koruyucusu, bar, totemizm, davul, hançer v.b.) hamaset kombinasyonlarından ibarettir. Bu böyledir de bilim adamı sıfatı taşıyan dadaşlık araştırıcıları farklı mıdır? Prof. Dr.Vecihe Hatipoğlu bir dizi sıkıntılı ek-kök tahlillerinden sonra Dadaş kelimesinin hakikatini(!) bulur çıkarır. Kelimenin aslı Dağdaş'tır. Aynı karından çıkan nasıl “karındaş” ise Dağdaş da aynı dağda yaşayan demektir. (ğ) harfi düşmüş geriye “Dadaş” kalmıştır. Güneş dil teorisinden mülhem lengüistik aforizmalara aşina olduğumuz için Bayan Profesörün atalarımızın hangi dağların dağdaşı olduğunu, Türk coğrafyasının çeşitli yörelerinde yüzlerce dağ olduğuna göre onların dağdaşlarının, yani dadaşlarının nice olduğunu ayıp olur diye artık sormuyoruz.
Temenniler ve zanlarla bilgi edinilmez ancak öfkeli ideolojilere uygun spekülasyonlar çıkarılır. Bu öfke; mektepleri, dernekleri üniversiteleri doktrin yuvaları haline getirirse bilmin esası olan kartezyen tecessüs yerine, hamaset ticaretinin özsüz nutukları ile düzmece dadaşımsı şiirler ikame edilir. “Dadaş” kelimesinin bırakalım asırlar boyu nerede hangi anlamda belgelere geçtiğine, böylesine bir tetkiki Envar-Şarkıyye koleksiyonlarında, Erzurum Salnamelerinde yapma zahmetine dahi kimse katlanmamıştır.. Söz buraya geldiği için söylüyorum benim okuduğum kaynaklarda en eski Dadaş sözü, Teşkilat-ı Mahsusa kayıtlarında Maslup Rüştü Paşa için kullanılan “Dadaş Rüştü” lafzı olmuştur.
Aziz Ağabeyim,
Dadaşlığın içinin nasıl boşaltılıp mumyalaştırıldığı konusundaki sözlerimin aramızda bir iletişim çatışmasına sebep olacağını biliyordum. Empati yaparak, yani kendimi sizin yerinize koyarak “vaz mı geçsem ?” diye düşündüm. Ama sonunda şu anda tartıştığımız yazıyı yazmaya karar verdim. Keşke gerçek bir devrimin kültürel derinliğinde yeni, muktedir bir dadaş olgusu evrimleşebilseydi. İnancım oydu ki , İdeolojik Dadaşlıkla Erzurum bloke edilmiş, kısırlaştırılmış ve asıl cevheri derinlere itilmişti.. Bu eylemin modernleşme projesi ile olan ilgisi Tanzimat'a, oradan Jöntürklük'e, ardından İttihat Terakki'ye, onun kültürel aygıtı olan Türk Ocakları'na, Halk Evleri'ne, Köy Enstütüleri'ne ve Nihayet Erzurum Halk Oyunları ve Halk Türküleri Derneği'ne ulaşıyordu. Bu çizgiyi tartışmak için, her şeye rağmen dernek çevresinin böyle bir fikir alışverişine müsait olduğunu düşündüm. Şimdi bu çizgide fikir alışverişinde bulunmak istiyorum. Müessesenizi ve doğrultunuzu test etmeği istemez misiniz? Fikirlere karşılık verin, gerekirse darb edin, ama lütfen dinleyin.
Dadaşlıkla ilgili Erzurumlu'nun elinde büyük büyük ideolojik sloganlar var ama sadre şifa bir bilgi yok. Oysa Türkiye ve dünyanın Erzurum gibi saati durmuş değil. 1940'ların taşralı muallim konsepti ile çizilmiş dadaş portresinden neşet etmiş Erzurum irfanı, yerlerde sürünüyor. Dadaşlığın müteradifi olan sosyal yiğitlik örgütleri üzerine bir yığın araştırma yapıldı. Zeybeklik, Seymenlik bir tarafa Köroğlu, İnce Memet, Atçalı Mehmet Efeler ilh. Hatmedilip; Robin Hood, Jesse James'ler, Billiy the Kid'ler, Triadlar, mafyalar didik didik edildi. Yiğitliğin sosyal süreçleri ritüelleri, tarihi arka planları bilimsel tezlere konu oldu. Haydi diyelim bu çalışmalar akademik sınırları dolayısıyla Erzurum'a ulaşmadı. Azerbaycan'ı, İran'ı Türkmenistan'ı, dolaşıp gelen buralarda “dadaş” ismi ve kavramı ile haşır neşir olan sıradan insanların getirdiği havadisler dahi kulağımıza değmedi. Yakut efsanelerine yahut gizemli totemizm masallarına kaptırıp uykuya dalmak, da(ğ)daş'ın derin tefekküründe mest olmak(!) gibi bir mazeretimiz olmalı ki “yerinde say” komutuyla icra olunan talimden başka bir şey elimizden gelmiyor.

DADAŞLIK ERZURUM'A MAHSUS BİR KAVRAM DEĞİL!

Kuzey ve Güney Azerbaycan, Horasan ve Türkmenistan'la yeniden tesis edilen kültürel iletişim kanalları “Dadaş” kavramının bu coğrafyalar için de geçerli olduğunu, dadaşlığın zannedildiği gibi Erzurum'a mahsus bir kültürel değer olmadığını ortaya koydu. Erzurum Dadaşlık Hinterlandının sadece batıdaki sınırını teşkil etmektedir. Bu kültürün tarihi macerası İran, Irak ve Horasan'ı odağını işaret ediyor. Anadolu coğrafyasında Erzurum'dan başka Dadaş beldesi bulunmazken Erzurum'un doğusundan başlayıp Horasan'a kadar uzanan geniş coğrafya'da Erzurum'daki dadaş kavramı ile aynı anlamda ve de aynı kelime ile ifade olunmak suretiyle bir yiğitlik kültü'nün bulunması kendinden menkul bilgilerle coşturulmuş inkılapçı öğretmen mentalitesinin (zihninin) açıklayacağı bir şey değildir. Sözünü ettiğimiz coğrafya Büyük Selçuklu Devleti'nin oturduğu Anadolu öncesi yurt zeminini teşkil eder. Türkmen'in İslamlaşma macerasında Tuğrul ve Çağrı beylerin Alpaslan'la taçlanacak “Siyasi Birlik Hülyası” işte bu toprakta mayalanacaktır. Dadaşlığın da mayası muhtemelen aynı süreçte çalındı. Ve bugün de maya tuttuğu yerlerde yaşayışını sürdürüyor.
Türk Erzurum'un ikinci kurucusu Kanuni Sultan Süleyman Safevi fetretinde ahalisini tümden kaybetmiş bu şehri , Tebriz'den getirdiği Akkoyunlu Sünni Türkmenlerle yenilemişti. Evliya Çelebi bu gerçeği seyahatnamesinin “şehirde konuşulan dil” konusunu işlediği bölümde teyid eder.”Hardan gelirsen, hara gidersen?” türü verdiği örneklerle 17 asırdaki Erzurum ağzının Azeri karakterini tescil eder. Bu karakter fetret öncesi Erzurum'unda da aynen vardı. Çünkü bir bölge karakteriydi.
Türkler İslam'ı Fars kültürü kanalından iktibas ettiler. Biz kutsal kitabımızdaki bir çok kavramın farsçasını kullanır mesela ‘resul' yerine, peygamber, ‘salat' yerine namaz, ‘savm' yerine, rûze den bozma oruç, teharet kılmaya ise abdest deriz. Dadaş kelimesinin etimolojisini yaparken Türkmenin geçmiş olduğu bu kültürel süreci nasıl ihmal edebiliriz? Kaldı ki, Dadaş kelimesinin tarihen nasıl iştikak ettiğini sırf lengüistik disiplinleri asas alarak açıklasak dahi bu yeterli olmayacaktır. Zira “mâna”nın, onun döküldüğü kelimeden çok önce doğduğu lisanın bilinen hakikatidir. Bu yazımızın ilerideki bölümlerinde Dadaş Kelimesi etrafındaki kardeş kavramlar ve kelimeler üzerinde durarak konuyu daha da genişleteceğiz. Demek oluyor ki dadaş kelimesinden önce dadaş kavramının çözümlenmesi gerekecektir. Bu kavram hangi tarih kesitinde hangi sosyal ve kültürel şartlarla doğdu?

DADAŞLIK İZLERİ SÜRÜLÜRSE COĞRAFYA OLARAK TÜRKMEN YURDUNA MANEVİ İKLİM OLARAK İSE AHİLİĞE, FÜTÜVVETE ÇIKAR

Bir ırmak geçtiği vadilerde temas ettiği her varlığın etkilerini toplaya toplaya nasıl gelirse delikanlılık ve yiğitlik de ana renginin içinde arkaik zamanların kültürlerini ritüellerini barındırır. Dadaşlığın ana rengi kanaatimizce, İslam delikanlılık terbiyesinin doruk müessesesi olan futüvvete ve ahiliğe dayanır.
Her milletin yiğidi olur. İlkel toplulukların da yiğitleri vardı. Bugün barlarda görülen totem izleri, kabile savaşçılarından günümüze ulaşan sızıntılardan başka bir şey değildir. “Turnalar” yahut “Tavuk Barını” oynayan dadaşlar, hiç şüphe yok ki islam'ın tevhidi ruhunundan zerrece kopmuş değillerdir. Hele hele bu oynadıkları oyunlarla gizli kalmış totem inançlarını deşifre etmek gibi bir bilincin temsilcileri hiçbir zaman olmamışlardır. Ama raks öyle bir ifadedir ki ondaki kültür izleri kolayca kaybolmaz.
Dadaşlığı analiz ederken ayrılmayacağımız yöntem şudur: Bütün kültürler gençlik enerjisini ihtiyaçlarına göre kullanır, delikanlılığın, yiğitliğin; Pagan, Yahudi, Hırıstiyan, Müslüman, modern, seküler yorumları elbette olacaktır. Kabile, aşiret, monarşi, cumhuriyet komünist, Faşist, gençlik enerjileri olduğu gibi; göçebe, köylü, kasabalı, şehirli ve nihayet metropol gençlik enerjileri de olmuştur. Dadaşlığın ana rengini aldığı, İslam delikanlılık terbiyesinin doruk müessesesi olan futüvvete ve ahiliğin, dadaşlıkla olan ilgisini bir sonraki yazımda inceleyecek rahmetli Hakkı İbrahimhakkıoğlu'nun:

“Ezeli Hak'tır Dadaşın Ebedi Hak kalacak
Duracak durdukça cihan ama mutlak kalacak”

beyti ile özetlediği Dadaş kavramındaki “Hak” duygusunun kültürel tarih sürecinde nasıl mektepleştiğini anlamaya ve anlatmaya çalışacağım.

DADAŞLIĞI DOĞRU ADRESTE ARAMAK (2)

DADAŞLIĞIN TARİHİ MACERASI

Dadaş kavramının izini geçtiğimiz iki asra kadar iyi kötü sürüyoruz. Ancak “18. asırdan geriye doğru kümelenen yüzyıllardaki dadaşlığın mahiyeti hakkındaki bilgileri” nasıl edineceğiz? Burada yol çatallaşır. Dadaşlık yalnız Osmanlı Kültür sahasının damgasını taşımadığına göre, doğru adresi arama işi ister istemez kardeş coğrafyalara kayar. Dadaşlık izleri nerede aranırsa aransın, cevabi bulunması gereken en hayati soru “Dadaşlık kavramının, hangi tarih sürecinde ve hangi sosyal şartlarda teşekkül ettiğidir. Dadaş kavramının teşekkül ettiği tarih sürecinin hangi asra tekabül ettiğini tesbite kalkışmak ise problemin ikinci çatalını teşkil eder.
Bu konuda imdadımıza ilk olarak “mukayeseli kültür analizleri, yani sosyal antropoloji etütleri” yetişecektir.
Bir önceki yazımızda, gençlik, yiğitlik, cömertlik olgusunun, insanoğlunun tarih sahnesinde gözükmesiyle birlikte başladığını; kültürel dönemlere göre medeni, ırkı, dini, teknolojik, ideolojik şekiller aldığını anlatmıştık. Demek oluyor ki, dadaşlık olgusunu bizatihi izleyecek verilerimiz olmasa dahi dadaşlık hinterlandındaki “gençlik, yiğitlik, cömertlik serüvenlerini” çözümleyerek bazı metodik çıkarımlara ulaşabiliriz.
13.Yüzyılda Anadolu'yu gezerken Erzurum'a da uğrayan İbni Batûta, 130 yaşındaki Erzurumlu Ahi Toman'ın misafiri olur. O dönemin Anadolu'su ve dolayısıyla Erzurum'u Ahilikle haşır neşirdir. Ahilik, toplum dokusunun baş belirleyicilerinden biridir. Erzurum'un Ahi yadigarlarını taşıyan tarihi mezarlıkları yakın zamana kadar gelmişti, biz çocuklar Ahlat Mezar Taşlarını andıran kapı gibi mezar taşlarının dünyasında oyunlar oynuyorduk. Bir Ahi şehri olan Erzurum'da esnafın ne şekilde örgütlendiğini , Ahi hayatından günümüze kalan hatıralardan öğreniyoruz. Dadaşlık, bu hatıraların neresindedir? Tasavvuf tarihçisi Süleyman Uludağ ve Ortaçağ Anadolu Tarih etütleri ile ünlü olan Ahmet Yaşar Ocak, hem İslam'ın hem de Türklüğün Fütüvvet prensipleri ile gençliği yiğitliği nasıl kanatlandırdığını müteaddit neşriyatlarında anlatırlar. Cahiliye devri Araplığının şecaat, iffet, cömertlik, diğerkâmlık örneği olan Feta (delikanlı-genç adam) tipinden , islamiyetle kurumlaşan fütüvvet teşkilatına, sonra bu teşkilatın sufilikle birleşip “insan-ı kamil” hedefine yönelmesine, nihayet “kemalin derecesi, Haktan gayrısına muhtaç olmadan yaşamaktır” prensibinden hareketle hirfetlere yani hüner sahibi esnaflığa varılması, sözünü ettiğimiz araştırmaların ana eksenini teşkil eder.
İslamın yiğidine ait şablon işte bu tasavvufi şablondur..
“Feta” nefsin arzularına karşı çıkan yiğittir. Madde savaşçısından mana savaşçısına geçiş, kabile yiğitliğinden olgun insana yolculuk bir başka deyişle ilerde Dadaş olarak da özel kalıplara dökülecek bir prototiptir söz konusu olan . Bu prototipte nefis putunu kıran kişi heykeli ile Rabbi için nefsinin hasmı olan “imanlı bir delikanlı ruhu” barınıyor.
Tarihçi Josep Von Hammer'in bu delikanlı ruhu “İslam Şövalyeliği” diye isimlendirmesi sürecin ne kadar evrensel bir muhtevada olduğuna delildir.
Bu evrenselliğin bize öğrettiği gerçek ise şudur: Delikanlılık temel cevherde birdir; onu farklılaştıran, muameleye girdiği kültürlerdir. Bu paradigmalardan hareketle hüküm verilebilir: Dadaşlığın İslamî bir format olarak ortaya çıkmadığını kimse iddia edemez. Zira onun bugüne kadar soluklandığı kültür coğrafyası böyle bir iddiaya izin vermez..

“DADAŞ” SÖZÜ NERDEN GELMİŞ OLABİLİR?

İnsan-ı Kamil Delikanlı formatını geliştiren coğrafyanın aynı zamanda Dadaş kavramını yaşatan coğrafya olması ilginçtir. Bizim Güneş Tarih Teoricilerimiz, önce Ahiliğin başka, fütüvvetin başka süreçler olduğunu söyleyerek, sonra da Divanû Lugati't-Türk'te cömert, eli açık anlamında geçen “Akı” kelimesini ileri sürerek konuyu bir başka zemine çekmek istemişlerdir. Fütüvvetle ahilik arasında hiçbir şüpheye meydan vermeyecek olan bağlar, bu spekülasyonları engellemiştir. Bir diğer delil, Fütüvvet ve Ahiliğın teori ve pratiğinde bir numaralı isimler olan Şehabettin Es-Sühreverdi ve Ahi Türk'ün Horasan-Azerbaycan-Irak üçgeninde yaşamış olmalarıdır. Bu külterel analizin manası şudur : Dadaş sözcüğünün yaşadığı coğrafya, bu kelimenin nasıl iştikak ettiğinin de ip uçlarını verebilir.
Azeri Türkçesi Dil Klavuzunda Dadaş Kelimesi karşısında üç anlamın sıralandığını görüyoruz 1. Ağabeyi, erkek kardeş; 2. Delikanlı Yiğit kimse; 3. seslenme sözü.
İlk iki anlama aşinayız. Dadaş'ın bir “seslenme sözü” olması yani “Akıllı!” Uşaklar! Yarenler!” “Hey!” üslübu ile bir nevi parola şeklinde kullanılması onun örgüt karakterli bir süreçten geldiğini gösterir. Bu nasıl bir örgüttür. Azerice üzerindeki Fârisi tesirleri hatırlayarak ve “Dâd” kelimesinin Azeri Türkçesinde yaygın bir kullanım alanı bulduğu gerçeğinden hareket ederek, Dadaş sözünün ilk hecesine ait bazı analizler yapabiliriz. Dâd, adalet, doğruluk, atıfet, ihsan demektir. Bu kelimenin yaygın anlamlarından ikincisi sızlanma, feryat, figandır. Farsçada Dadaş kelimesini hem fonetik hem de anlam olarak okşayan Dâd-bahş (hakkı yerine getiren), dâd-res (yardıma yetişen) kelimeleri acaba üzerinde olduğumuz iz için ne ifade ederler? Dadaş sözü Farisiden bozma bir Türk sözü olabilir mi? Başka ihtimaller de var. Bu sözün Farsça Türkçe karışımı bir kelime olması mümkün değil midir?
“Daş” ekini Dağ'la birleştirip hiçbir kültürel arka plan olmaksızın “Dadaş'ı” elde edenler, bu sefer türkçe Daş ekini Farsça Dâd sözünün arkasına koyup hem fonetik hem de etimolojik mantığı olan bir çözümleme yapabilirler: Dâddaş. Mâna makûldür: Dadaş kelimesi de Adalette, yardımda, ihsanda, doğrulukta, fıtratta, feryatta eş olan manasına gelmez mi?
Eğer “Dadaş Olgusu” Balkanlarda yahut Kırımda boy gösterseydi, coğrafya ve dil üzerindeki analizlerimizi buralarda yapacaktık. Bu analizlerle varılan noktanın elbette ilmi bir değeri yoktur. Ama bir gün ilim, Dadaşlık bilgilerine gerekli delileri ile ulaşırsa, tarihi keşfiyatını bu yazı serisi ile işaret ettiğim adreste yapacağına inanıyorum.

DADAŞLIĞI DOĞRU ADRESTE ARAMAK (3)

DADAŞLIĞIN TOPLUMSAL ANALİZİ

Erzurum ve çevresinde yapılan sosyal araştırmalar arasında “dadaş” ve “dadaşlık” başlıklı bir çalışmaya rastlamadım. Özellikle Erzurum köylerinde “dadaş” sıfatı taşıyan binlerce insanın yaşadığı, bunların çeşitli toplumsal roller üstlendiği üniversitemizin bilgisi dahilindedir. Kaldı ki bölgenin şehir kesimlerinde de dadaşlık kavramı yeni kalıplara dökülerek müspet ve menfi manalarda toplumsal mobiliteye yön vermektedir. Eğer yakın bir zamanda saha araştırmaları yapılıp gerek kadim dadaşlık ve gerekse yeni muhtevalar kazanmış dadaşlığın canlı numuneleri üzerine nesnel bilgiler toplanabilirse, dadaşlığın toplumsal analizi yolunda önemli adımlar atılmış olacaktır.
Mevcut bilgiler ve gözlemlerimizle “bir sosyal rol olarak dadaşlık”a baktığımız zaman onu yine “gençlik enerjisi”ne dönük bir vakıa olarak tesbit ediyoruz. Dadaş ünvanı niçin dede, baba, amca, dayı'ya değil de ailenin evlad-ı ekberi'ne yani veliahda bir başka deyişle, büyük erkek kardeşe veriliyor? Aile içinde büyük erkek kardeş, gerek fiziken ve gerekse zihnen aile muhafızlığını yapmaya, aile çatısı altındaki sosyal ve ekonomik çarkı çevirmeye aday ilk isimdir. Eğer daha önceki kuşaktan ailenin bir dadaşı varsa, genelde aile ikinci bir dadaş'ı nasb etmemekte, ailenin dadaş unvanlı bireyi bir pir-i fani dahi olsa, aile muhafızlığı ve yöneticiliği sembolik olarak onun üzerinde kalmaktadır.
Sosyal rol olarak aileler “dadaş” ünvanlı bir birey nasbetmeleri için bazı şartların olması gerekir.. Başta, ailenin büyük ağabeyisi fıtri olarak dadaşlık kumaşına sahip olmalıdır. Safderun, korkak, ahmak, bencil tabiatlı büyük ağabeyler aileler tarafından “dadaş” mevkiinde görülse de, gerek aile bireyleri ve gerekse toplum o kişiye dadaş nazarıyla bakmadıklarından ünvan eğreti duruşuyla fazla yaşayamaz, kayıp gider. Bu itibarla kırsal kesimde “dadaşlık unvanı”nın kazanılması farklı niteliklerde olmakta, sıradan dadaşlar bulunduğu gibi dadaşlık kumaşına bihakkın sahip olanlar arasından dillere destan dadaşlar çıkabilmektedir. Bu süreç aynı zamanda dadaşlığın aile ortamından sıyrılıp cemiyet ortamına çıkışını ifade eder.
Cemiyetin de onayladığı dadaş rolü yeni ritüelleri olan bir dadaşlıktır. Yiğitlik, cömertlik, adalet, zayıfı himaye, barbarlığa karşı duruş, gerektiğinde vuruşma ve nihayet düğünde dernekte pehlivanlık, cirit oynama, bar tutma özellikleri “cemiyetin onayladığı dadaş rolü”nün ilk akla gelen ritüellerindendir. Bu rolleri icra edecek dadaşın elbette ki kalabalık ve varlıklı bir aileye mensup olması, onun işini kolaylaştıracaktır. Ancak kudretli bir aileye dayanmasına rağmen toplumca dadaşlığı pek makbul görülmeyen dadaşlar olduğu gibi, yoksulluğuna rağmen dadaşlık heybetine bihakkın sahip olan dadaşlar da elbette olmuştur.
Eski Erzurum, şehir hayatı ile köy hayatı, aile ve cemiyet yapısı bakımından fazla farklılaşmış değildi. Erzurum'da birçok şehrî meslekler icra olunmakla beraber, ekip biçen, hayvancılık yapan, bir ayağı köyde, bir ayağı şehirde olan ailelerin sayısı hayliceydi. Bu bakımdan Şehri Dadaşlık'ın temel prensipleri asrın başında Kırsal Dadaşlık'la benzeşir haldeydi. Modernleşme ve onunla birlikte dadaşlığa el atan siyasallaşma, şehri dadaşlığı yeni kalıplara dökecektir.
Şehri dadaşlığın bir resmi mekanizma tarafından tornadan geçirildikten sonra tanınmış, bir de kendi kaderine terkedilmiş iki çizgisi olmuştur. Yazımızın son bölümünde “Modern Dadaşlık” başlığı altında resmi mekanizmanın şemsiyesi altına alınmış dadaşlığı incelemeye çalışacağız. Kendi kaderine terkedilmiş dadaşlık ise günümüzde “Getto Dadaşlığı” kavramıyla ifade olunacak bir muhtevaya gelip oturmuştur.

‘ÇAĞDAŞ GETTO' DADAŞLIĞI

‘Çağdaş Getto Kavramı' sosyolojide şehirlerin, metropollerin yoksullar tarafından yaşayabilmek için sığınılmış mahallelerini ifade eder. Bu insanlar genellikle terk edilmiş harap evlere küçük kiralar ödemek suretiyle oturarak ve çok düşük gelir seviyeleri ile buralarda bir yoksulluk kültürü meydana getirmek suretiyle “var olmaya” çalışırlar. Bu sürecin Erzurum boyutuna “dadaşlık” zemininde bakan genç yazar Alper Asım şu tesbiti yapıyor:
“Dadaş diye birini arıyorsanız size söyleyeyim. Yoncalık Mahallesi'nde, Kırmacı'da, Çırçır'da, Vaniefendi'de, Sanayi'de ve daha onlarca mahallede yaşayan, hem de tavuk kümesi gibi evlerde yaşayan on binlerden başkası değildir o dedikleriniz. Hem de mihneti minnetsiz yaşar onlar. Alın yazıları gibi kabul ederler şehrin acılarını üstlenmeyi..”

Transformasyona uğrayan bir toplum, onun en dinamik zümresi olan gençlik. Burada Dadaşlığın Yoksulluk Kültürü denebilecek bir oluşumla, karşı karşıyayız. Hünersiz, mesleksiz ve tabii olarak işsiz ve parasız olan bir gençlik enerjisi, başıbozuk bir su kütlesinin akacağı yatağı bizzat zorladığı gibi akıp gideceği mecrasını arıyacaktır. Bu gençlerin babaları, amcaları dayıları Erzurum'da ilk kez neşvünema bulan siyasetin, yani particiliğin ilk figüranlarıydı. O tarihin partileri eşraf eksenliydi. Kırdan kopup gelen, çoğunluğu, az topraklı, ortakçı, maraba çiftçiler olan bu siyasi figüranlar, parti kodamanlarına “Begi..Begi..” diyerek hulus çakıyorlardı; görevleri “parti hizmetkarlığı” ile sınırlıydı. Günümüzde böylesi ilişkilere ihtiyaç kalmamıştır. Zira partilerin ana ekseninde eşraf ağırlığı kalmadığı gibi, köylülügün ikinci kuşağı için kırsal hiyerarşi de anlamını yitirmiştir..
İdeolojilerle “dadaş ritüelleri”nin birleşmeye başladığı sürece böylece gelmiş oluyoruz. Sağcı, solcu, islamcı, mezhebci, ırkçı söylemlerin Erzurum Çağdaş Dadaş Gettolarını sarmalamasının baş sebebi buradaki genç enerjinin “yeni kimlik” edinme ihtiyacıdır. Şehirde, emeği ile hüneriyle bir rol sahibi olamayan kitleler, en dinamik unsurları olan gençlerini ön plana çıkararak ve de onları, çeşitli siyasal görüşlerin temsilcileri kılarak başta devlet olmak üzere şehirdeki pastayı aralarında paylaşan odaklarla diyaloga geçmeyi deneyeceklerdir. Getto dadaşlığı particiliğin sadece hizmekerliğine değil bütün getirilerine de artık göz koymuştur.
Kendi kaderine terk edilmiş dadaşlığın, devletin ilgisine mazhar olmuş kravatlı dadaşlıktan farkı spontane oluşudur. Bu yüzden organiktir. Kravatlı dadaşlık doktrin ömrünü tamamlayıp bitiyorken o, ya evrimleşecek ya da iyice yozlaşarak yok olacaktır. Nitekim kendi mecrasında akışa geçen dadaşlık enerjisinin nasıl dinamikleri sahip olduğunu, Erzurum'daki siyasi, ekonomik, asayiş haberlerini takip edenler anında fark edecektir. Haraç toplayanlar, para ile adam dövenler, özellikle mahalli yönetimlerin elindeki rantiyeler için zaman zaman bıçakların da konuştuğu rekabetlere girenler, parti kongrelerinde şiddet içerikli saflar tutanlar, mahalli meclislerde üye olarak bayrak gösterenler ve nihayet Erzurumspor taraftarlığı şemsiyesi altında statlarda küfür boşaltımları ile rehabilitasyon kürleri tertib edenler yine bu gençlik enerjisini şu veya bu şekilde tüketenlerdir.
Getto Dadaşlığı, bireysel olan yiğitlikten çok , kolektif olan kabadayılığa daha elverişlidir. Bu yönüyle kitlesel maniplasyonlara açıktır. Özellikle İslama ve Türklüğe öncelik tanıyan ideolojiler, bu önceliklerinde gayr-ı samimi de olsalar onları kolayca arkasına takıp sürükleyebilmektedir.
Keşanlı Ali Destanı adlı müzikli oyunun şu şarkı sözleri gençlik enerjisinin bir başka metropoldeki kahramanını tanıtması bakımından ilginçtir:
Gümüş köstek takardı
Hafif şehla bakardı
Bir bayramdan bayrama
Namaz bilem kılardı.
Bizim Getto dadaşları daha dindar oldukları için, çoğunluk, cumadan cumaya namazlarını kılar, otuz gün ramazanda ağızlarını bağlayıp oruçlarını tutarlar. Bu tutum temel değer ekseninden kopmama ritüelidir. Temel eksenden kast ettiğimiz her tür günaha batmışlık ötesinde “insan-ı kamil” e olan özlemdir. Her şey aslına rücü edermiş. Getto dadaşlığı için de bu mütearife geçerlimidir bilemiyoruz. Bu bağlamda Genç yazar Alper Asım, Erzurum'da dadaşlığa sahip çıkanların dadaşlık kimliğindeki kırılmaları şu sözlerle tanımlıyor:
“Erzurum'da (benim tanıdığım) dadaşlığa sahip çıkanların bir çoğu; psikopat, eli bıçaklı, sofrası rakılı; evi ile , işi ile ve kendisi ile kavgalı insanlar. Bunlar kendilerini dadaş ilan edip, olmayan hasletlerini, dadaşa yakıştırılan; aslında bütün insanlarda olması gereken hasletlere ulaşmak istiyorlar”

Bozulmuş ve yozlaşmış şekilleriyle de olsa dadaşlığın birçok fonksiyona hâla sahip olması hiç şüphesiz toplumun kültürel kimliğindeki derinlikle ilgilidir. Klasik dadaşlık ve kravatlı dadaşlık belki bir süre sonra kaybolup gidecek ve onlar, bir nostaljinin konuları olacak. Ama gençlik enerjisi ebedi olduğuna ve onun da temel dinamiklerini şehirler barındırdığına ve dahi Erzurum'daki müzmin yoksulluk katlanarak büyüdüğüne göre Getto dadaşlığı belki dikkatlerimizi en ziyade çevirmemiz gereken bir alan olacaktır. Bu alanda dadaşlığın elinden tutmak için en geçerli yöntem “kendine yardım” prensibidir. Getto Dadaşlığının, ticaret ve hizmet sektörü ile particilik üzerinden kurduğu bağları gevşetip normalleştirmek bu yolda atılacak ilk adım olabilir. Onları mesleksiz, hünersiz, işsiz ve üretimsiz bırakıp kenardan seyretmek ise gafletin ta kendisidir. Bu insanlar için gösterişsiz nümayişsiz mürebbiler zuhur etmelidir. Erzurum'un gençlik meselesini bir aysberge benzetirsek, getto dadaşlığı aysbergin su altında kalan bölümüdür. Konu çok ciddidir.
DADAŞLIĞI DOĞRU ADRESTE ARAMAK (4)

“DADAŞLIKTA MODERNİTE”

Üçüncü yazımızın daha iyi anlaşılması için başlık “TANKO DADAŞLIK” da olabilirdi. Bu bahis değerli Sabahattin Bulut ağabeyimle ihtilaf ettiğimiz bahistir. Çarpışan tezlerden biri “kültür devrimciliği” diğeri “kültür evrimciliği”dir. Naçizane ikinci tezi savunmadayım. Dadaş kavramı 1934 yılından başlamak üzere devrimci bir anlayışın konusu yapılmış , dolayısıyla doktiner bir malzeme haline getirilmiştir. Bu tartışmaları başlatan ilk yazımda, dadaşlığın siyasallaşması ve Jön Türkler tarafından maniple edilmesini anlatırken 1906 Erzurum isyanından bahs etmiş, dadaş kimliğindeki muhalefet ruhunu, Paris'lerden, Londra'lardan, Moskova'lardan yönlendiren Jöntürk+Devlet-i Muazzama ittifakının Erzurum'da çıkardığı büyük isyana dikkatleri çekmiştim. Dadaş üzerine ilk neşideyi yazan sonradan dinsizliği ile ünlenecek olan içtihatçı Abdullah Cevdet'tir. Bu ihtilalcinin milli ve dini argümanlarla süslediği ve padişaha karşı halkı isyana teşvik eden “Hak Yolunda Serdengeçti Dadaşlar” adlı şiiri (1905) dadaşlığa el atan modernitenin ilk belgelerinden biri olarak kabul edilebilir.
Bunun böyle olmasını tabii buluyorum. Yeni Fikirler toplumları etkileyecektir. Gayri tabii olan, bu fikirlerin tatbik mevkiine konarken takınılan tavır, kullanılan araçlar ve içine girilen ittifaklardır.
Dadaşlığın bir aykırılık, bir muhalefet ruhu taşıdığını “Gerçek Mahiyeti ile Dadaşlık Kaldı mı?” başlıklı yazımda telaffuz etmiştim. Jöntürklerin asrın başında dadaş kimliğindeki bu “muhalif tavrın” farkına varıp, onu emelleri istikametinde kullanması, ileri sürmeye çalıştığım “tez”in bir başka biçimde doğrulanmasıdır. Dadaş insan-ı kâmil mayası almış bir kimlik olduğu için onda her an, zulüm ve haksızlıktan arındırılmış bir toplum tasavvuru yaşamaktadır. Bu tasavvurun hikmetinden kopmuş olanlar “Ne demek aykırılık! dadaş bir âsimidir? O, devletine, vatanına, milletine bağlı bir yiğittir” böbürlenmesi ile kükrüyorlar. Psikolojide “projeksiyon yapmak” denen bir tepki tarzı var. Gerekli cevabı vermek kişinin işine gelmezse, içine düşülen durumu aklîleştirerek, katlanılır, hatta beğenilir hale getirme, bu projeksiyon yapmanın belli başlı yöntemidir.. Mesela kötü ve geri model bir eşyayı üstelik pahalı bir fiyatla alırsınız, sonuca katlanmak için onda olmayan bir yığın meziyetler icat edersiniz. “Dadaş'ın devletine, milletine vatanına bağlı bir yiğit olup, âsi olmadığı” cevabı da bu kabildendir. “İsyan ahlakı ” denen bir ruhi süreç var.. İsyan ahlakının hangi motivasyonları içerdiği konusunda bilgi sahibi olmak isteyenler için Erzurum'un yetiştirdiği düşünce adamı Nurettin Topçu, başvurulacak ilk adrestir. Sözü uzatmamak için Dadaş'taki isyan ahlakınının ne mânaya geldiğini örnekleyeyim.
Gerçek Dadaş kimliği; Millete, Vatana, Devlete, Bayrağa hiç karşı olur mu? O, Kirletilmiş devlet, kirletilmiş vatan, kirletilmiş millet, kirletilmiş bayrak tablosuna karşıdır. Kirletilmiş delikanlılığa, kirletilmiş mahalleye, kirletilmiş çarşıya, kirletilmiş, beşere isyan halindedir. Vel hasılı nerede fıtrat bozulmuşsa gerçek dadaş kimliği orada mesaidedir. Bu isyanı, sözünü ettiğimiz varlıkların ıslahı, fıtratına dönmesi, zulmün ortadan kaldırılması, adaletin iadesi noktasında son bulur. Gerçek Dadaşlık, bir ahlak mesleğidir.
Modernite, kendi sosyal ve siyasi tezlerini doktrin haline getirirken önce dadaşlıkla çatıştı, bu çatışmada kan da aktı. Erzurum'da modernite mahfellerince suküt yoluyla gizlenen, gizlenecek durum kalmayınca da hafife alınarak önemsiz kılınmaya çalışılan “Şapka Hadisesi” (25 Kasım 1925) bu çatışmanın doruk noktasıdır. Müdafaa-yı Hukuk / Muhafaza-yı Mukaddesat çatışması bir çok dadaşın asılması yahut kurşunlanması, bir bölümünün de Sinob'a sürgün edilmesi ile sonuçlanmıştır. Bu çatışmadan sonra Dadaşlık, Bar, Davul-Zurna, resmen yasaklanmıştır.
Geleneksel Dadaş kimliğinden, modern dadaş kimliğine geçiş, Dadaşlık potansiyelinin pekâla moderniteye geçiş için de kullanılabileceği görülünce başlamıştır. Değerli Sebahattin ağabeyimizin pek sevdiği “Fes de canım, dışarıdan gelmişti, isyan edecek ne vardı?” yollu analizi, zahiri bir sebebin - o da hayli zayıf bir mantıkla - öne çıkarılmasından ibarettir. Erzurumlunun başında eğer fes değil de sarık olsaydı (ki çoğunlukla olan oydu), modernite “aman ne güzel sarık yüzlerce senedir Erzurumlunun başında, haydi şapka devriminden vaz geçelim” mi diyecekti?
Kültür Devrimciliğinin tabiatını iyi kavramak lazım.
Geleneksel Dadaşlığın tırpanlanıp, Modern dadaşlık olarak geri getirilişin tarihi 1934'tür. Albay İhsan Yavuzer, devlet himaye ve gözetiminde ve devlet memuru (iş ocağı işçisi) konumunda dadaş istihdam etmeye başlayarak modern dadaşlığın, bir diğer deyişle rejim dadaşlığının kapısını açmıştır. Bu tarih aynı zamanda Türk Ocaklarının kapatılıp Halk evlerinin ardından Köy Enstütülerinin açıldığı tarihtir. O yıllara kadar Merhum Sıtkı Dursunoğlu'nun ünlü “Tarihler ağlar vatan yanarken” şiiri başta olmak üzere “Dadaşlığın yüceliklerini telaffuz eden şiir” yok gibidir. Neden yoktur, çünkü Dadaşlığa müteşairler eliyle neşideler düzme işi modern dadaşlığın temel mesaisidir. Günümüz şiir antolojilerini açacak olursanız Dadaş, Vatan, Aziziye, Topdağı, Bar, Davul ilh.. mazmunlu şiirlerin 1940 sonrası adeta patladığını, saydığımız kavramlar çerçevesinde resmi ve modern bir milliyetçilik, dadaşlık ve Erzurumluluk cereyanının alıp yürüdüğünü görürsünüz. Bu dönem yalnız bar oynayıp naiv vatan neşideleri söyleyen modern dadaşların değil, tiyatrolar oynayıp, dans partileri (Halk Evi Merkezli) düzenleyen, Batı tarzı sanat faaliyetlerinde bulunan kravatlı dadaşların da dönemidir. Halkın Tango dansından mülhem “tankoluk” olarak nitelediği bir çok şey, artık dadaşlığa yaptırılmaktadır. Özellikle 1937 yılından itibaren yapılan köklü imar faaliyetleri Erzurum'da modernitenin elini güçlendirmiş, Halkevi Binası başta olmak üzere yaptırılan yeni binalarda yürütülen kültürel faaliyetler, değişimin motoru haline gelmiştir. Modern dadaşlık artık şehrin gündemindedir.
Halkevleri döneminin devrimci kültür anlayışıyla yaptığı faaliyetleri Sebahattin Bulut ağabeyimiz pek makbul bulmakta, bu dönemi Erzurum sanat ve kültür hayatı için adeta bir asr-ı saadet saymaktadır. Kravatlı dadaşlık için söylenen, doğru olabilir, fakat dadaşlığın tarihi misyonu, ancak evrim geçirmiş bir dadaşlıkla telif edilebilir. Oysa burada ihtilalci bir kültür anlayışının yöntemleri ağır basmaktadır. İstanbul'daki Darülbedayi bu kültür ihtilalciliğini ustaca yapan sanatçılara sahipti. Eski kültürü eleştiren Müsahipzade oyunları sayesinde bu tiyatro ana kimliğini yapmıştı. Kitleler, eski hayatla olan irtibatlarını bu oyunlar sayesinde sağlıyor, sanatçılar dahi içinden çıktıkları cemiyete olan tahassürlerini bu canlandırdıkları tiplerle dile getiriyorlardı. Oyunun görünen yüzü devrime hizmet parolası ile parlıyordu. Milli Tiyatromuzun milliliği de zaten bu noktada kaldı. Düşünülen ulusal Türk Tiyatrosu hiçbir zaman gerçekleşmedi. Bu işin babaları bunu yapamadığına göre, taşralı darülbedayi timleri elbetteki işin çelik çomağında kaldılar. Bir arşın Mal alan, bir Meşhediibat ölçeğinde ne metin yazarı ne de bestekar çıkabildi. Devrim müsamereciliğini abartmanın bir yararı yok, 1940 sanat ve kültür sevdası eğer ciddi ve temelli bir arayış olsaydı, günümüz Erzurumun'da “cılcıl” bir akıntıyla olsun devam ederdi. Ödünç alınan devrim ateşi ile demek ki bu kadar duman çıkarılabiliyor.

Tac marifet tâcıdır
Sanma gayri tac ola
Taklit ile tok olan
Hakikatte aç ola
Evet! taklid yolu ile kim uygarlık kurdu ki biz kuralım. Ünlü Tarih Filozofu Toynby'nin tasnifine göre Türk Devrimi “Herodian” bir karakterdedir. Yani mağlub olduğu medeniyetin tabiatına girme esaslıdır. Halk Evleri, batı uygarlığını bir an önce iktibas edebilmek için bir nesil inşa etmeye çabalıyordu. Öğretmenler Batı Uygarlığına doğru koşturulmak istenen aydın zümrenin odağındaydı. Tiyatrolar, konserler arasına yerli kültürden de bir şeyler sıkıştırmak ve böylece toplumdan kopmamak stratejisi güdülüyordu. Sıkıştırılacak yerli kültür unsurları göstermelik karakterde olacaktı. Nitekim “Gösteri Dadaşlığı” dediğimiz sürecin başlaması fazla gecikmedi. Gösteri dadaşlığının tesbit edebildiğim ilk gösterisi 1933 yılında Ankara'ya Belediye Reisi Durak Sakarya tarafından götürülen ekiple(!) oldu. İlginçtir bar kelimesinin artık kardeşi konumuna gelen fransızca “ekip” sözünün ortaya çıkması da bu yıllardadır. Ardından İstanbullar, Venedikler, Tokyolar gelecektir. Bar Ekiplerinde bulunmuş dostum Sadri Ayrıçay da bana gönderdiği mektubunda aynı noktaya vurgu yapmıştı. “Hiç olmazsa dadaşlığı dünyaya tanıttık” diyerek.. Gösteri dadaşlığının görevi zaten tanıtmadır. Halk danslarını dünyaya tanıtmayan hangi şehir kaldı ki? Bütün Halk Oyunları bu vadiye çekilmiştir. Hatta bu yolda dini olana dahi el atıldığını hepimiz biliyoruz. “Sema Gösterilerini” kastediyorum. Bu gösterilere aklı başında kim “Mevlevi ayini” diyebilir? Gösteriyi yapanlar içinde bırakalım mesneviden bir beyti okuyup anlayacak mürid, belki de anlı rahman görmemiş semazenler vardır. Gösteri dadaşlığında da durum farksızdır. Bar tutan her adam, dadaş mıdır? Zaten dadaşlığı öğrenmeğe aht etse de ona manevi hocalık edecek kimse kalmamıştır.
Dadaşlığın içinin boşaltılmasının hikayesini bilmem ifade edebiliyor muyum? Sebahattin Ağabeyim Allah taksiratını af buyursun rahmetli Sadi Akatay'ın dadaşlık zekatından, naçiz şahsıma bir hisse ayırıp, sonrada müstehziane yakıştırmalar yapıyor.. Eğer modern dadaşlığın değer hükümlerine inanan biri olsaydım, bu espiriyi, bütün harc-ı âlemliğine rağmen, sonuçları ile kabul ederdim. Kusura kalmayın, bu tür dadaşlığın nisabına yüzümü çevirip bakmıyorum ki zekatına itibar edeyim. O işleri meraklıları kendi aralarında halletsinler.
Bu karşılıklı sitemleşmelerden çıkarılacak dersler var. Modernite yolunda kültür ihtilalciliği yapıldı ve zamanın rüzgarı, nice has Erzurumlu'yu bu değirmende öğüttü. Yaşananlar belki de kaçınılmazdı. Sürecin kahramanlarına bu itibarla fazla bir şey demek içimden gelmiyor. Öyle inandılar ve öyle yaptılar. Ateşe koşan pervaneler gibi bu yolda aldanışlarına kahr ederek, intihar ederek, akli melekelerini yitirerek, alkolizme düşerek veya ahir ömründe topluma küsmek suretiyle kendini tecrit ederek ömrünü noktalayan pek çok modern dadaş portresi hepimizin malumlarıdır. Dönemin Hamaset şiir yazıcıları içinde, şairlik kumaşı olan kişiler de yok değildi. Kamalettin Kamu bunlardan biriydi. Modern Dadaşlık ona bu millet yaşadıkça unutmayacağı bir hatayı yaptırdı:

“Ne örümcek, ne yosun,
Ne mucize ne füsun
Kabe Arab'ın olsun
Çankaya bize yeter”

Kemalettin Kamu “yaprak yığını gibi maziyi yaktığını” söyledikten sonra bu dörtlüğünü inşad ediyordu. Doğrusu Devrimci kültürün çok başarılı (!) bir örneğini ortaya koymuştu.
Burada yine bir Halkevli'nin, bu yazı vesilesi ile kamuoyuna ilk defa açıklanmış olacak bir şiirini takdim edeceğim. Ancak önce küçük bir açıklama gerekiyor:
1947'yi 1948'e bağlayan akşamdır. Yani Erzurum yılbaşı gecesini yaşıyor. Halkevi ışıklarla donatılmış Askeri ve mülki erkan yılbaşı balosu için yekvücud. Eşraf yerini almış, müzik, program, büfe herşey yerli yerinde, dolayısıyla neşe dorukta. Dekolte giysili hanımlar onların çevresinde mültefit turlar atan beyler, artık Erzurum'da hatırı sayılır bir şehir sosyetesinin oluştuğunu gösteriyor. Çehresinde tarihi çizgiler taşıyan bir adam bu ortamda neşe bir yana, bedbaht ve gamlı. Bir köşeye çekilmiş yalnızlığını yaşıyor, onu uzaktan izleyen mütecessiz bir çift göz, bu şair tabiatlı adamın çıkardığı sigara kutusunun arkasına birşeyler karaladığını görünce iyice dikkat kesiliyor. Az sonra karalama faslını bitiren çehresi derin çizgili adam, arkasına karalama yaptığı sigara paketini açıp içinden bir sigarayı alıyor ve asabiyetten titreyen elleriyle dudaklarına yerleştiriyor. Paket hınçla buruşturulup küllüğe bırakılmıştır. Buruşturulmuş sigara paketini küllükten kaparcasına alan mütecessis bakışlı adam eski türkçe yazılı şu beyti hecelemeye başlar:

Yarabbi bir zamanlar sallû aleyki der de, eşk-i âb-ı riz olurduk Âl-i Âbâ'ya karşı
Şimdi burehne behlû, şimdi kûşâde sine, arz-ı visal ederiz Noel Baba'ya karşı

Yarabbi! Bir zamanlar “selam sana” der , aşkın gözyaşlarını Âl-i Aba karşısında akıtırdık
Şimdi çıplak omuz, açılıp saçılı göğüsle Noel Baba'ya kavuşma çabasındayız

Günümüz türkçesinde karşılığını vermeye çalıştığımız bu beytin sahibi Erzurum Halkevi Başkanı Rahmetli Sıtkı Dursunoğlu'dan başkası değildi. Demek ki Halkevciler arasında büyük aldanışın idrakinde olanlar da vardı. Ama, aldanışları sürekli kılanların sayısı, gerçekleri görüp hakkı teslim edenlerden her zaman fazla olmuştur. 1940'lı yılların modern dadaşlığı, bugün günahıyla sevabıyla teşrih masasının üzerindedir. O günlerin rüzgarına kapılarak amel defterini dolduranlar yaptıkları işlerin sonuçlarını görmeden birer birer aramızdan ayrılıp ilahi merhametin lütuf dünyasına göçtüler. Ama Tanrının verdiği uzun ömürle hem o günü hem bu günü görenler de oldu. Devrimci, dolayısıyla tasfiyeci kültür anlayışının cemiyetin bağrında açtığı yaralar adeta kanamaya devam ederken, hala ilk günkü nobranlıkları sürdürmedeki mantığı, kendimi zorlayarak da olsa kabul ediyorum . Ama kabul edemediğim husus devrimin öfkesinin kabardığı ortamda hiçbir suçu olmadığı halde hayatı elinden alınan insanlara, hala “yazık oldu yahu, adamcığazlar devrimin öfkesinin kurbanı oldular” diyemeyecek kadar katılaşan bir takım yüreklerdir. Merhum İsmet Paşa'nın, Dadaş Rüştü Paşa'nın suçsuzluğu konusunda söyleyebildiği sözleri, “Dadaşlık, ahlaktır, yiğitlikdir, doğruluktur, hakperestliktir, mazlumdan yana olmaktır” diye nutuklar çekip kitap telif edenlerimizden bazıları Şapka Hadisesi mağdurları için söyleyemiyor. “Devrimdi şuydu buydu, bu insanların kaderi buymuş ” deme asaletini gösteren muhafazakâr Erzurumlu anlayışlılığına mukabele edecekleri bir dadaşlıkları yok da, belki ondan yapamıyorlar.
Dadaşlığı doğru adreste arama keyfiyetinin belki en önemli vechesi bu.
Sabırla okuduğunuz üç bölümlük tahlil, bu naçiz kalemden çıkmasaydı bir başkası muhakkak yazacaktı. Çünkü hiçbir hakikat ebediyyen gizli kalmaz. Eğer analizlerimi tamamlamak, olgunlaştırmak yahut cerh etmek isteyen olursa Erzurum ve Dadaşlık için güzel bir hizmet olur. Zira bu konuda tartışılacak daha pek çok husus var.
Oldukça uzayan sözlerimi İslam'ın yüce bir öğüdü ile bitiriyorum “İman etmedikçe cennete giremezsiniz, birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olmazsınız”

DADAŞLIĞI DOĞRU ADRESTE ARAMAK (5)
Mustafa Çetin Baydar
DADAŞLIĞIN GELECEĞİ
Dadaşlığın bir geleceğinin olması için “Müslüman-Türk Erzurum”unun da bir geleceğinin olması gerekiyor. Zira dadaşlık seküler bir kimlik değildir, imanla ve İslam'la ilgilidir. Sosyal ve kültürel değişim sürecinde eğer Erzurum'un “Müslüman-Türk” kimliği kalacaksa “dadaş kavramı” da bu kimliğin içinde mutlaka barınacaktır.
Modernleşme, bireyselleşme ve sekülerleşmenin, mahalli kimlikler için ne kadar amansız kemiriciler olduğunu biliyoruz. Ataerkil aile yapılarından, çekirdek ailelere, oradan tek ebeveynli sosyal yapılara doğru çılgınca bir ilerleyişin olduğu bir süreç, Erzurum'u da hiç şüphesiz tehdit etmektedir. Gerek varlıklı modern aile yapılarında ve gerekse yoksulluk kültürünün kol gezdiği Erzurum Gettolarında klasik “Dadaş” rollerinin icra edilmesini beklemek bir hülyadır. Demek oluyor ki bir evrimleşmeye ihtiyaç var. Bu evrim eğer temel kültür değerleri korunarak gerçekleştirilebilirse sadece dadaşlığı değil, Erzurum'un da geleceğini kurtaracak bir silkiniş olacaktır.
Dadaşlığın evrimleştirilecek değerleri, neler olabilir? Dadaşlık namına göz önünde bulunanlar, bir evrime mesnet olmak şöyle dursun, yanına yaklaşılacak cinsten değildir. Bu bağlamda değer ifade edecek karakterler adeta kaybolmuştur. Tabir caizse kadim dadaşlık kocaman bir kül yığını mesabesindedir. Bu kül yığınını eşeleye eşeleye kül tabakalarının altında belki bazı kor parçaları bulunabilir. Erzurum'un ve dolayısıyla dadaşlığın yeniden inşasında ilk ateş, bu kor parçalarından alınacaktır. Dadaşlık Evrimi'nin ateşi buradan tutuşturulacak “medeniyet ateşi ödün alınmaz” mütearifesine Erzurumlu, kendi ateşini bularak cevabını vermiş olacaktır.
Dadaşlık ailede doğup cemiyette perçinlenen bir toplumsal liderlik sembolüdür. Bu liderliğin Türk ve İslam muhtevası “insan-ı kamil” kavramı ile taçlanmıştır. Batı Medeniyetinin hümanist bireyselliği'ne karşı bizim insan-ı kamil kavramımız tartışmasız bir üstünlüğü ifade eder. Erzurumlu kimliği insan-ı kamili “dadaş” karakterinde yaşattı. Eğer insan-ı kamil'den vaz geçmezse onu dadaşlığı evrimleştirmek suretiyle yine dadaşta yaşatabilir.
Erzurum'lu bir ana babadan doğup “Erzurumlu!” sıfatı kazanabilirsiniz. Ama “Dadaş” sıfatını bu kadar kolaylıkla elde edemezsiniz. Zira bu sıfat doğuştan olduğu kadar sonradan kazanılan bir sıfattır. Nitekim çevremiz Erzurumluyum diyen bir yığın toplumsal aktörle kaynıyor. İki figür bar oynamak, birkaç kelime Erzurum ağzı konuşmak, ve de “kimlerdensin” sorusuna akraba-yı taalukatını saymak Erzurumlu olmak için belki yeter ama “dadaş olmak” için yetmez. Dadaşlık terbiyesi, konunun “bam telini” oluşturur.
ASRIN İDRAKİNE SÖYLETİLECEK DADAŞLIK
Merhum Akif'in “Asrın idrakine söyletmeliyiz İslam'ı” deyişi, dadaşlığın yeniden ayağa kaldırılması hadisesini de izah eder. Dadaşlığın küller arasından imbiklenip çıkarılması, bunun kurumsallaştırılmış bir dadaşlık terbiyesi şeklinde yeniden yaşamaya konulması, onun asrın idrakine söylettirilmesidir.
Klasik dadaşlık, kırsal üretim, kapalı ekonomi, zeneatkarlık ve nihayet yüzyüze ilişkilerden besleniyordu. Bu dönemin hayatı, Aile-köy-mahalle-küçük şehir sosyolojisi kapsamında kalan toplumsal ilişkilerden ibaretti. Asrın idrakine söylettirilecek dadaşlık, bu yapılara ilaveten sanayi toplumu, büyükşehir hayatı, çok kültürlülük, bilgi çağı ve sanal iletişim dünyasını da kuşatarak işe başlayacaktır.
Evrimleşmiş Dadaş Tipinin İnşası, sözünü ettiğimiz toplum dokusu için mahalli bir hayat kahramanı heykeli yontma işidir. Bunu kim yahut kimler yapacaktır? Hiç şüphe yok ki bu yolda irşatçı beyinlere ve büyük ruhlara ihtiyaç var. Yani çağdaş Sühreverdiler, Yunus Emreler, Ahi Türk'ler, Toman Babalar'ın zuhuru gerekli. Böylesi mürşitler şimdilik ortalarda gözükmese de, mevcut birikimlerle Evrimleşmiş Dadaş Tipinin İnşası yolunda işe koyulmanın gerektiğine naçizane inanıyorum.
Yüksek karakterli insan tipi, evrimleşmiş dadaş tipinin dünya ölçeğindeki kahramanıdır. Yüksek karakterli insandan beklenen tüm rolleri geleceği kucaklayacak dadaş tipinden bekleyebiliriz. Tabii ki bu rolleri icra eden dadaş çehresi hem Erzuruma hem de kainata çevrili olacaktır. Bu rolü bir rektör, bir dekan veya bir profesörün temsil ettiğini hayal edelim. İlim, hakikat aşkı, karakter, yiğitlik, Erzurum'a düşkünlük, şehrin her haliyle hallenmek, liderlik; zülümle, cehaletle savaşma; insan-ı kamil olma, hakka ve hakikate kulluk, artık “dadaş rektör” “dadaş dekan” “dadaş profesör”lüğün asgari şartıdır. Böylesi dadaşlığı olan bir üniversiteye sahip olma, Erzurum'u atağa kaldırmaya yetecektir.
Atağa kalkmış Erzurum'un, Dadaş Ruhlu gazetecileri, Dadaş Karakterli Milletvekilleri, belediye başkanları, belediye azaları, muhtarları siyasetin yozlaşmış ortamını iyiliklere tebdil etmeye, toplumun kıblesini netleştirmeye başlayacaklardır. Eğitimin, sanayinin, ziraatın, ticaretin, sağlığın, ulaşımın yiğitleri yani evrimleşmiş dadaşlık bu ortamda neşv ü nema bulacaktır.
Asrın idraki ile idraklenmiş dadaş tipinin, sosyal, ekonomik kültürel ve politik tercihleri olacak, meşrep farklılıkları çeşitli zümreler, mahfiller, partiler doğuracaktır. Ancak şehrin ezelden ebede kucakladığı hakikatler gölgelenmeye başladığı anda, partilere, mahfillere, zümrelere, meşreplere dağılmış dadaşlık, ahd verdiği temel değer uğruna, önüne uzatılan tüm dünyalıkları elinin tersi ile iterek “kadim dadaşlık paydasında” tek yumruk olmasını bilecektir.
Ananevi Dadaşlık, son tahlilde soylu bir toplumsal liderliği işaret ediyordu. Aileden başlamak üzere vaaz edilmiş “Bir Sahibiyet Davası”ydı ananevi dadaşlık. Asrın idraki ile idraklenmiş dadaşlığın da anayasası Erzurum coğrafyasının bu tarihi yasası olacaktır. Suhunet eksi kırk derecenin altına düştüğünde “sahipsiz şehir” diye dertlenen Erzurumlu Bilge Kadın, bu anayasanın halk ruhundaki işlerliğinin en güzel tanığıdır.
Dadaşın “sahibiyet” kavramını bir “vesayet” şeklinde algılayanlar çıkabilir. Temellük etme, mülkleştirme manasında sahibiyet, dadaşlığın temel değerlerine yabancıdır. Manevi manadaki vesayeti de dadaşlık reddeder. Yani çevreye çocuk muamelesi yapma, bireyselliğin çok önemsediği “yetişkin” davranışlarını engelleme gibi bir sürecin de dadaş telakkilerinde yeri yoktur. Sahibiyetten murat, toplumsal ve kamusal boşlukların, yüksek bir sorumluluk bilinciyle ve kimseden talimat alınmaksızın doldurulmasıdır.
Dadaş risalesini bitirirken Merhum Mehmet Akif'i bu bağlamda bir kere daha hatırlamadan edemiyorum. Ne demişti merhum?
Sahipsiz olan memleketin batması haktır
Sen sahip olursan vatan batmayacaktır.
İnancım o dur ki;
Asrın idraki ile idraklenmış dadaş tipi, yaşadığı toprağa ve içinde bulunduğu topluma sahibiyet iradesinin temsilcisi olacak, bu irade ile yaşama zevkini bırakıp yaşatma aşkı ile gönlü yüce dadaşı yeniden tarih sahnesine çıkaracaktır.

EK 1 / SABAHATTİN BULUT / ERZURUM HALK OYUNLARI HALK TÜRKÜLERİ BAŞKANI

Çetin Baydar Dadaş'a Dadaşça!

Gençler; toplumun hayatına yeni giren İnternet'i bile çok yakından takip ediyorlar. Dün, internete girmişler, dostumuz Çetin Baydar'ın bir makalesini bulmuşlar. Zırvalarla dolu olduğunu görünce bir kopyasını da bana getirdiler.
Üstadımız “Dadaş Ruhunu” arıyormuş. Erzurum'da gerçek mahiyeti ile dadaş kaldı mı? Diye de manşet atmış. Bilemiyoruz ki hazret nasıl bir dadaş arıyor? Çetin Baydar kendisine benzer bir dadaş arıyorsa onlar yıllar öncesinde yurtlarını yuvalarını terkedip gittiler. Şimdi işin sadece edebiyatını yapmakta, arada sırada desteksiz atıyorlar, bazen de felsefe yürüterek akıldanelik ediyorlar. Tıpkı senin gibi...
Bakın, Üstadımız Çetin Baydar ne diyor:
“Dadaşta kalkış noktası “ayrılıktır”. Muhalefette diyebilirsiniz. Dadaş içinden çıktığı aile ve kabilesi dahil topluma aykırı duran, onun rutinin dışına çıkan, mesela uzlaşmadan önce dövüşmeyi, ağlamadan önce naralamayı, sema halkasına girmeden evvel bar tutmayı tecrübe etme yanlısı bir isyan adamıdır. Topluma fırlatılmış müstehrek bakışlar, cemiyete meydan okuyuşlar dadaş ruhun daha mükemmel bir sosyal çevre tasavvurunun pırıltılarını taşır. Bu anlamlı enerji ne yazık ki, yiğit ruhları kötürümleştirmek için pusuya yatmış şer güçlerince her defasında tahrip olunacaktır..”
Ne diyor bu adam, Allahınızı severseniz anladınız mı? Çetin Baydar'ın dadaş ve dadaşlık anlayışı böylesine isyancı bir ruha sahip.
Biz dadaşlığı senin anladığın manada anlamıyor, böylesine cebirin, zorun, kabadayılığın adamı olarak tanımıyoruz.
Sana rahmetli Necati Karabacak'ın diliyle cevap verelim.
“... Dadaşlık öyle rastgele, mükteseb bir sanat veya meslek değil, bazı müstesna şahsiyetlerde görülen “Efendilik” gibi fıtri ve doğmatik bir ruh asaletidir. İşte bu sebepledir ki önünüze her gelene bol keseden “Dadaşlık” vasfının izafe edilmesini doğru bulmuyoruz.
Bu düşünceden baktığımızda; Dadaş tarih boyunca karşımıza zaman zaman serhad boylarının bekçisi, acizin, yoksulun, kimsesizin hamisi, eli ve sofrası açık-merd bir köylü, bir esnaf, camilerimizin imanlı ve tok sözlü, nur yüzlü vaazı.. Siyasi hayatın medeni cesaretini nefsinde toplamış cesur hatibi. Yiğit bir kumandan, vazifesini namus bilen bir memur, bir öğretmen... En nihayet hayatını ailesine eşine ve çocuklarına vakfetmiş bir Erzurumlu Ana olarak karşımıza çıkar.”
Sevgili Baydar; kendi anlayışındaki dadaşla bu tarifteki dadaşı mukayese ederse, isyancı, zorba dadaşları kafasından silecek ito takımı ile asıl dadaşı beynine yerleştirebilecektir.
Sayın Çetin Baydar'ın İnternet Girişinde çok şeyler var ama hepsine olmasa da bazılarını cevaplamak herhalde yerinde olacaktır. Bay Baydar'a göre; Dadaşlığın içerisini Halkevleri boşaltmış, Halk Oyunları Derneği de bunu devam ettirmiş.
Fe Supahanallahh, gel de ölme. İlahi Baydar o senin hüsnü kuruntun. Halkevleri dadaşlığın içini boşaltmamış 1949 yılında Veedik'te Dadaş'ı dünyaya tanıtmıştır.
Halkevleri; halkın kültür yapısı olan halk oyunlarını sarhoşun, ayyaşın, kabadayının hatta senin düşündüğün isyancının ito takımının elinden alarak, bu milli değeri kendi kültür çizgisine getirmiş, terbiyeli, bilinçli, okuryazar ve efendi insanların elinde tedavi etmiştir. Bizim Derneğimiz de bu geleneği devam ettirmiştir. Temsil selahiyeti milli kültürünü titiz bir kıskançlıkla muhafaza eden okuryazar ve Erzurum sevgisi yüksek insanlarla çalışmayı yeğlemiştir.
Bu derneğin, Yurt'un bütün illerinde Erzurum folklorünü tanıtması sergilemesi yanında Japonya'nın Oceka'sından İspanya'nın Sansabastıyan'ına, Avrup