NAİL ABİ... / İsmail Bingöl
Şehirlere hususiyet bahşeden bazı mekânlar vardır. Şehir kendi isminden çok, bu tür yerlerin ona kattığı değerlerin dışarıda yankı bulmasıyla tanınır. Ve şurası gözardı edilemeyecek bir hakikattır ki, insanlar gördükleri tahsilden ziyade, bu mekânların hamurlarına eklediği bakış açılarıyla, düşünce ufuklarıyla hayata nazar ederler. Bir anlamda, elde edilen kültüre önemli bir ilavede bulunduklarını söyleyebiliriz bu kırattaki yerlerin...
Burası bir pastane de olabilir, bir kahvehane de... Bazen de üç-beş iskemle, bir kaç sehpadan müteşekkil bir çay ocağı... Çok iyi tanzim edilmiş, düzenlenmesinin titizlikle yapılmış olması o kadar da önem arzetmeyebilir bazen... Kendine has bir sesle ortaya çıkmış olması daha önemlidir. Bir başka nokta da, oraya hayatiyet kazandıran, orayı ehli dil için bir cazibe merkezi haline dönüştüren kişilerin o mekânda bulunmasıdır. Yani, söz yine dönüp dolaşıp, insana gelmekte, insanda bitmektedir.
Mekân ve insan ilişkisinden sözedilince; Erzurum'un yakın geçmişinde adından sıkça söz edilen bir yerin, Hemşin Pastanesi'nin akla gelmemesi mümkün değildir. Sohbet halkası eksik olmayan, yârenlerinin birbirinden "muhabbet"ten başka bir şey ummadığı bir ocak olarak, zihinlerde kendine ayrılan yeri zamanımıza kadar bir şekilde korumaktaydı. İşte Nail Orhon; atalarından devraldığı ve Erzurum'a gelenlerin uğramadan geçmedikleri böylesi bir mekânın sahibiydi. Ayrıca bu mekânın, kısa bir fasılanın ardından, ikinci defa kurulmasında çok büyük yardımları olan kişilere de ayrıca teşekkür etmek gerektiğini de belirtelim.
Bu arada dile getirilmesi lâzım gelen bir diğer nokta da; “Hemşin Pastanesi”nin şu an ki haliyle ve tavrıyla mutlaka ayakta tutulması gerektiğidir. Geçmişi birazcık da olsa, eskilere uzanan ve insanların hatıralarında belli yer tutan mekânların kurulmasının, tanıtılmasının ve bugüne getirilmesinin ne kadar zor olduğu bilinmektedir. Burası da; Türkiye'de tanınan öyle bir yerdir ve şehirler; kendine özgü tarihleri olan bu yerlerin geleceğe taşınmalarıyla şehir olma vasfını hak ederler ve korurlar. Öyleyse, resmi ve gayri resmi; kim olursa olsun, bu işe omuz vermeliler, şehir adına böyle yerlerin yaşamalarını ve hatta çoğalmalarını sağlamalıdırlar. Çünkü; oralarda sadece oturmakla bile öğrenilecek çok şey vardır.
O aslında bir pastaneciydi. Zaten dostları da ona, özellikle de yalancıktan kızdıkları zaman "Pastacı Nail " deyip geçiyorlardı. O ise, onların söylediklerine bazen kızıyor, çoğunlukla da gülüp geçiyordu. Doğrusu onu; "Pastacı Nail" diye vasıflandırmak yanlış değildi. Şu farkla ki; bu durum sıradan bir esnaf kimliği olarak algılandığından, yanıltıcı olabilir. Niye derseniz? Siz, Kafka'dan, Satre'den ve daha bunun gibi Batı âleminin tanınmış filozoflarından sözeden hatta bunların ismini duymuş kaç tane pastacı tanırsınız? Ve bunun yanında; günümüz Türkiye'sinde, kimi ahirete intikal etmiş, kimi hâlâ hayatta, kültür ve sanat âleminin, ilim dünyasının mümtaz şahsiyetleriyle olan ünsiyetlerini gündeme getirdiğini, bunlardan adeta yakın bir arkadaş, yakın bir dost gibi sözettiğini gördünüz mü? Doğrusunu ifade etmek gerekirse, bu kişilerden sözeden mekân sahibi bulmak enderdir ve çoğumuzun belki hayat boyu karşılaşmayacağı ilginçliklerdendir.
Ama onu tanıdığınızda; böyle bir durumla onu pekâla yan yana koyabilir ve hatta onu bu durumun bir parçası sayabilirdiniz. Çünkü, bu durum, çok ama çok tabiilik arzeden bir manzara içerisinde karşınıza çıkmaktadır da onun için... İlk bakışta, görüntüsü fevkaladelik arzetmeyebilirdi gözünüzde.... Ne var ki; tanıdıkça, yakından tanıdıkça, alışkanlıklarına, değer yargılarına, inandıklarına, hatıralarına ve daha bunun gibi birçok yönüne vâkıf oldukça; bu görüntü gitgide değişebilir ve o andan sonra, pastacı kimliğine farklı eklentiler yapabilirdiniz kafanızda... Mekânının duvarlarını alabildiğine süsleyen kitap, yazı, resim, şiir ve daha başka eserler de iddiamızı doğrulayıcı deliller olarak sunulabilir.
Hele şiir... Şiirin onun dünyasında önemli ve etkileyici bir yeri olduğu kesindi... Dinlediği şiirden etkilenişine, şairlere karşı gösterdiği özel ilgiye bakarak, hissiyatıyla mısraların dilinden anladığını söyleyebilirdiniz.
Ve musiki... Musikinin onun dünyasında edindiği alan hakkında üç beş cümleyle bir şey söylemek çok zor. Fakat, yıllar öncesinin o eşsiz sanatçılarının, Münir Nurettin'lerin, Hamiyet Yüceses'lerin, Müzeyyen Senar'ların, halk müziğimizin ünlü isimlerinin ve yönettiği koroların yaptığı fasıllarla dillerden düşmeyen Nevzat Adlığ'ların oluşturduğu plak koleksiyonları musikiye verdiği önemi anlatmaya yeterde artar bile... Sevdiği bir şarkıyı dinlerken, yüreğinden yüzüne akseden duyguların oluşturduğu görüntüye bakarak, neleri hayal ettiğini ve neleri düşündüğünü az çok fark edebilirdiniz.
Geçmişiyle, masalarında sohbetlerine kulak verdiği büyüklerinin hâlâ duvarlarda yankılanan sesiyle, dostlarından geriye kalan hatıralarıyla, ötelerden bir havayı çağrıştıran musikisiyle ve insanı dinlendiren sükûnetiyle ayrı bir özelliği sahip; kısa adı UNESCO olan, Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Teşkilatının Türkiye Milli Komisyonu tarafından ülkemizde ilk ve tek olarak “Hoşgörü” ödülüne layık görülen Hemşin Pastane'sinin sahibi Nail Orhon'u, yukardan beri geçmiş zaman diliyle sözetmemizden anlayacağınız üzere; kaybettik.
29.04.2009 tarihinde ötelere uğurladığımız sevgili Nail ağabeye, bu vesileyle kere daha Allah'tan rahmet ve yakınlarına başsağlığı dilerken; yıllardır bu mekânda asılı duran “adı dillerde Hemşin diye dolaşan” başlıklı şiirimizden, ona ait bölümü sunarak bitirelim yazdıklarımızı:
Adı Dillerde “Hemşin” Diye Dolaşan...”
“(...) şimdi o dervişlerin serâzat ruhlarını /
bu mekânda tutmaya çalışan /
bir adam var burada /
o günlerin hatırasıyla yüklü geçmişi /
kendine mekân tutan bu adam /
Nail Usta /
ve hâlâ o günlerden kalanlarla yaşayıp /
tekrar dirilttiği bu mekânda /
çağın dervişliğine aday olanları görüp
/ şifa bulan /
ve her gün onlarla yeniden doğan/
bir adam /
ve bir mekân /
geçmişte yaşattığı gerçeğin /
bugün de sahibi olan /
derinden bir ney sesidir /
şimdi bizleri karşılayan /
ve ardından ruhumuzu düşünceye salan /
bir ud sesidir /
bağrımızda nalân /
koca bir devirden izler taşıyan /
bu mekân /
geleni kendi büyüklüğüyle karşılar /
ve der ki lisân-ı hâliyle: /
bu dost meclisinde zamana misafir olmak
/ bir tattır
/ onu bilene /
ve bir musikî meclisi kurulmuştur şimdi burada /
ve yarân sohbettedir şimdi aşk ile /
her bir nokta aşk ile geçilir burada /
ve tatlı sohbetlerle /
sabahlara erilir burada /
dilden dile anlatılıp durulan /
ve zamandan zamana hicret edilip /
mekândan mekâna geçilen /
bir başka âlemdir bura /
başlamıştır artık sonsuzluktan süzülüp gelen gece
/ dönmektedir yine çark /
söz erleri şimdi meydan-ı belağâtte /
fikir yarıştırmaktadırlar habire
/ ve şimdi cenk edilir bu meydanda /
gerçek adına /
gerçeğin galip gelmesi adına /
ta ki sabah olup güneş doğuncaya /
vakit geçip zulmet dağılıncaya kadar /
sonra bugünlük bu kadar denir /
yarın için söz verilip /
bir sırlı vakitte /
yeniden buluşmak üzre /
kavilleşilir /
bu bir hayâl perdesidir /
oyuncuları bugün tarih olan /
bu bir zaman makinasıdır /
adı dillerde Hemşin diye dolaşan...” (İ.B)
.