İLİM ZİRVESİNİN GÖSTERİŞSİZ NÜMAYİŞSİZ DADAŞI: ÖMER NASUHİ BİLMEN
Ziraatta bir kanun vardır. Bitkiler, yaşama ortamlarında kronik bir zorlukla karşılaşırlarsa hızla tohuma yatarlar, nesillerini devam ettirmek için çırpınırlar.
Osmanlı Medeniyeti de devrini tamamlayıp ölümünün yaklaştığını hissettiği son asırlarında, bu medeniyetin özünü, adeta, tohumunu veren büyük zirveler yetiştirdi.
Ömer Nasuhi Efendi bu zirvelerden biridir.
Şair Nef'i nasıl bir Erzurum evlâdı olarak İstanbul saraylarında şiire sultan olmuşsa, Ömer Nasûhi Efendi de son devir Osmanlı ulemâsı Musa Kazım, Babanzâde Ahmed Naim, İzmirli İsmail Hakkı, Elmalılı Hamdi Yazır, Aksekili Ahmed Hamdi, Ertuğrullu İsmail Fenni, Mardinli Ebululâ, Kâmil Miras'ın başını çektiği son din bilginleri ordusu'nun parlak bir yıldızıydı.
Ömer Nasûhi'nin, milletin aklî ve ruhî mürebbileri arasına katılması, ilim yoluna harcanmış bir ömür ve onun yüksek bir dinî selâbeti sonucudur.
Ömer Nasûhi Erzurum dini muhitinin yetiştirdiği bir allâmedir. Ömer Nasuhi Efendi'nin zihni kökü, Erzurum irfânı olmakla beraber, ufku; bütün islam coğrafyasını kucaklayan, kainatın mümin-kafir her fenomenine bu coğrafyadan bakan bir ufuktur.
Ömer Nasuhi Efendi henüz yirmiiki yaşındayken, tasavvufi aşk romanı yazacak kadar çağın edebi sanatlarından haberdardı. O, içi boş siyasi kavgalardan bir vahşi hayvandan kaçar gibi kaçarken, milletimizin maddi ve manevi alandaki buhranlarına sırtını çeviren, sadece dini bahislerle oyalanan bir din bilgini de olmamıştır.
Meselâ, Müslüman Cemiyetlerin bir türlü kendine çeki düzen veremeyişinin başlıca sebeplerini Ömer Nasûhi üstadımız şöyle sıralar:
1. Yüce Yaratandan aldığı vahiyle desteklenmesine rağmen sevgili peygamberi-mizin tâbi olduğu Adet-i İlâhiye'ye hususiyetle ittibada kusur. Yâni, yükselmek için yüce Rabbimizin yarattığı sebeplere dayanmamak esbaba tevessül tevekküle mâni değildir prensibini unutmak.
2.Çalışma (say) dinin özü iken bu özü kaybetmek..
3.Müslüman için ifrad ve tefrid olan Dünyevi atalet ve Dünyevi Sefahet noktalarında vakit kaybetme.
4.İlmi, Askeri, Ticari, Sinai ve Enformatik v.b. alanlarda kuvvet izharı, yâni, Bir İslâmi Güç Ortaya Çıkarma, yaşatma ve geliştirme, düşmanlarla yarıştırma İslam Cemiyetlerinin bir dini görevi olduğu halde bu görevleri sahipsiz bırakmak.
5. Araştırma ve keşfiyattan habersiz yaşama, ilmin kıymetini bilmeme.
6. Hakka riayeti ve ahlâka riayeti yaşama biçimi haline getirmeleri gerekirken, bu konularda İslâm cemiyetlerinde büyük yaralar açılması.
Bu Müslüman Entellektüel'in, buhranlı toplumu derinliğine tahlil eden bu sözlerine batılıların tabiri ile ancak şapka çıkarılır.
Ömer Nasuhi Efendi'nin 87 yıl süren hayatı pekçok hadise ve güzel hatıralarla doludur.
Naim Göller hocamız o kendine mahsus sevimli, samimi ve avamî üslubu ile anlatır:
Uşak bilirsiz, medresede (Şeyhler Medresesi) oturmuşam, ele canım sıhılir (sıkılıyor) telebelere bağırir çağırıram, elimde birkaç metrelik uzun bir ağaç, kimi mollaları uzaktan bu ağacınan azarliram kimi kafalarına 'kot' vuriram..Bir cıgara yaktım, tam nefes çekeceğim sırada bir de gördüm ki, yaşli başli efendi kılıklı, nurâni yüzlü, ama, bizim buralarda heç görmediğim bir zat kapıda durmuş hayretle bize bahir (bakıyor). Tiklenip:
- Ne var? Kime bahtın? diye telaşınan sordum.
- Bu medresenin hocası sen misin? diye soruma soru ile cevap verdi.
İçimden 'ola bu işin içinde iş var' dedim. Ama susmadım:
- Evet ne olacak, peki sen kimsen?
- Ben Ömer'em dedi. Yine içimden 'Ola ki!' diye geçirdim. Bu sefer biraz hörmet biraz da korku ile:
- Efendi bu Ömer'in Nasûhisi de var mi? dedim.
Gülerek
- İyi bildin var, var.. dedi.
Hemen bağdaşımı bozdum, yerimden fırlayıp ona doğru koşup eline sarıldım, biraz önce gördüğü manzaralara meydan verdiğim için özürler diledim.
Meğer, Ömer Nasuhi Bilmen Erzurum'a geldiğinde, babasının yıllarca ders verdiği, kendisinin de yirmi yıllık ömrünü geçirdiği Şeyhler Medresesini ziyaret etmek için oraya uğramış, Erzurum'un bu iki renkli sîması bu vesile ile mülâki olmuşlar.
Bu fıkrayı ‘unutulur gider' korkusu ile bilvesile buraya sıkıştırdım.