GERÇEK 12 MART'LARI KUTLAYACAĞIMIZ GÜNLER ACABA GELİR Mİ?
Mustafa Çetin Baydar
Erzurum ve çevresini çelik pençelerine almış olan Çarlık Ordusu eğer Bolşevik darbesiyle bir anda buharlaşmasaydı, Erzurum; günümüz Ahıska'sının, Batum'unun, Tiflis'inin, Revan'ının kaderlerini paylaşan boynu bükük bir esir belde durumuna düşecekti. Bir başka deyişle, Doğu'nun Selanik'i, Manastır'ı, Üsküb'ü, Şumnu'su olarak Türk ve Müslüman kimliğinin, ancak izin verilmiş hatıralarını saklayabilecekti. 15. Osmanlı Kolordusu'nun birkaç bin kişilik yorgun ve bitik kadrosu 12 Mart 1918 günü, Erzurum'a, Allah'ın büyük lütfu, kaderin Türk'ün lehine gülümseyen cilvesi sayesinde döndü.
Çöken Çarlık siyaseti ile birlikte, Rus imparatorluk ordusunun yedeğinde beslenip semirtilmiş olan Ermeni varlığı ve ona bağlı olan Ermeni iştahları da bu süreçte ve bir anda denetimsiz kalmıştı. Ermenistan konusunun Rusya'dan sonra ikinci büyük uluslararası kuklacısı olan ABD, bölgeyi kontrolünde tutan İngiltere üzerinden Erzurum ve çevresindeki maniplasyonlarına olağanüstü hız verdi. Türk aydınları tarafından aymazca alkışlanan ülke için ABD Mandası, gerçekte ABD Güdümlü Büyük Ermenistan Projesi'nden başka bir şey değildi. Bu projeye göre Erzurum, Büyük Ermenistan'ın büyük merkezlerinden biri, bir anlamda başşehri konumundaydı.
ERMENİ KATLİAMCILARINA CESARETİ RUSYALI'DAN ÇOK CONİLER VE İNGİLİZLER VERDİ
Çarlık kaydından kurtulan Ermeniler için Erzurum ve Çevresinde yapılan katliamlar bir yönüyle de “Efendi değiştirme” coşkusu(!)nu ifade ediyordu. Zira Yeni Efendi, Ermeni'nin soykırıma giriştiği topraklar üzerinde ona bir saadet vaad ediyor, eğer ayakta kalmayı başarabilirse kuracağı devleti himayesine alacağını açıkça beyan ediyordu. ABD Senatosu bu katliamların bütün acımasızlıklarıyla sürdüğü dönemde, Ermenistan için Bölgesel Envanterler hazırlatıyor, bütçeler çıkarıyor, ordular kurup başına komutanlar atıyordu.
Kazım Karabekir'in başında bulunduğu 15. Osmanlı Kolordusu'nun Refahiye'den hareketlenip, Erzurum'a varırken her durakta karşılaştığı vahşet; Ermeninin “Devlet Kurma” iştahını yansıttığı kadar, Ermeni'yi paravan ederek Kafkasya'ya yerleşmeye çalışan Emperyalist Batı'nın da emellerine ulaşma yolundaki “uzaktan komutalı kan içiciliğini” de ifade etmekteydi.
GAVUR GAVURLUĞUNU YAPACAK..YA BİZ?
Erzurum Rus tecavüzü ile üç kez kirlenmiş bir şehirdir. Son kirlenmeye Ermeni vahşeti de eklenmiş sivillere yönelik tecavüz ve katlıamlar, şehir ruhunda derin yaralar açmıştır. Erzurumlu bu yaraları hala tedavi edebilmiş değildir. Daha fenası, Erzurumlu bu öldürücü yaraları fark edecek idrakin çok uzağında, buna mukabil yeni benzeri felaketlerin de çok yakınındadır..
12 Mart kutlamalarında toplumca sergilenen refleksler, üç kez yolgeçen hanına dönerek düşman çizmesine paspas olan, son seferinde de tarihin bir cilvesi olarak kurtuluşu yakalayan bu şehrin, hal-i pür melâline göstermektedir.
Tarihten çıkarılmış bir ders yoktur. Erzurumlu hayat alanını koruyabilmek için gerekli var oluş donanımlarını tahsil etmek yerine, ağustos böceği örneği şarkılar söyleyerek dünya macerasını geçirmektedir. 12 Mart Kurtuluş bayramları da bu ağustos böceği konseptinden payını almakta, köylü şaklabanlıkları, doktrin böbürlenmeleri, şehir bürokrasisi ile el ele vermiş politikacı şovları ile özü yitirilmiş, iptidai malzemeli şehir festivaline dönüşmektedir.
12 Mart Bayramlarındaki üsluba çocukluğumdan beri ısınabilmiş değilim. Bu bayramlarda sergilenen mesajı hep eksik bulmuşumdur.
Yakın tarih diye yeni nesillere, Aziziye'ye canhıraş bir biçimde koşan Erzurum ahalisi ile Ermeni baltasından son anda kurtulan Erzurumlunun birkaç karelik fotoğrafından başka ne öğretebildik? Felâketlerimizin tefekkürünü değil, sembollerini baş tacı etmişiz. Kurtuluş anı belki son konuşulacak bir süreçtir. Asıl üzerinde durulacak olan, harp hazırlıkları, savaş yılları, milletimizin seferberlik kabiliyetleri, muhacirlik acılarıdır. Bunları kederlenip kahrolmak için değil, gelecekte böyle bir felaketle karşılaşacak olursak felaketten asgari zararla ayrılabilmek için tefekkür etmeliyiz.
11 Mart 1918 günü bir insan mezbahasına dönen Erzurum, felaketin beşiğinde sallanıyordu da bundan bir yıl, iki, yıl üç yıl öncesinin Erzurum'u ve Erzurumlusu saadet içinde mi yüzüyordu. İşte 12 Mart diye bayramdan çok feleketlerin Erzurum'unu yeni kuşaklara anlatmamız gerekiyor.
Bundan seksen beş yıl önce yine bu mevsimlerde atalarımız 12 Mart 1918 günü olup bitenlerin çok ötesinde felaketlerin kıskacındaydı. Yüz binlerce insan diz boyu karları aşarak, Erzincan, Bayburt istikametinde kaçakaç'a başlamıştı. Beyler, ağalar, hanlar, ak sakallı kocalar, ana kuzuları, kınalı gelinler, yalın ayak başı açık, aç mide, hüzün dolu kalple yarının meçhulüne doğru yollara düşmüştü. Kazak süvarisi bir yanda, envai türlü çeteler beri yanda enselerine yapışmıştı. Yol yok, vasıta yok, konaklayacak , bir tas çorba verecek bir barınak yoktu. Kış, açlık, yorgunluk, çaresizlik, parasızlık, azıksızlık bu yüz binler kafilesini erite erite, Suşehri, Sivas, Tokat, Amasya, Çorum, Malatya, Kayseri,Konya, Ankara ve daha ötelere götürdü. Aylar yıllar süren bu büyük kaçakaç'ın ayrıntılı hikayesini bugün ne bir üniversite arşivinde, ne de bir okul müfredat programında bulabilirsiniz.
Erzurum'un mektepleri ve öğretmenleri Erzurum Felaket Seneleri'ni ilgi alanlarının dışında görmektedir. Bunun sebebi bu mektepler ve öğretmenler tarihin ve coğrafyanın atmosferinde yaşıyor olmaktan çıkarılmışlardır. Bir şehir üç kere düşman çizmesi görür de o şehrin, maarifi, bürokrasisi, sanatkarı, politikacısı, taciri, sanayicisi, din adamları bu tekrarlanan faciayı hiç vukubulmamış bir olgu, bir masal, telakki ederlerse, o şehir artık hafızasını kaybetmiş hasta bir bedenden ibarettir. Erzurum maalesef bu duruma düşmüştür. Ona, belleksiz ve dolayısıyla bilinci çok zayıf titreşimler veren bir insan yığınağı da denebilir. Kurtuluş temsillerine yansıyan Dadaşlık neşideleri, Türklük-Müslümanlık kabadayılıkları olmayan hafıza ve olmayan şuurun çocuksu yansılamalarından başka nedir?
Erzurum'un yaşadığı felaket yıllarında “dadaşlığın” oynadığı müsbet rolü, belgeleriyle ortaya çıkarmadan, palasını sıyırıp, atının üstüne kaykılmış Dadaş imajına da gönül huzuru ile yastlanamıyorum. Deli Halit Paşa'nın Haydari boğazından Erzurum'a akan milislerine saygım var, bunların içinde yer alması muhtemel olan dadaş ruhunu da tebcil ediyorum.Ama Esir Şehir Erzurum'un içinde barınan ve Ermeni katliamına karşı çıkması gereken Dadaşlık ruhu bir iki küçük numune ile olsun benim için daha önemli. Fransız mukavemetçilerin Paris'in işgali sırasında ortaya koydukları maceraları birebir Esir Şehir Erzurum için beklemek elbette doğru değil. Fakat, direnen ve şehrin izzet-i nefsini temsil eden bir dadaşlık çizgisinin de bu badirede iftihar duyacağımız bir varlığı olmalı değil mi?
Cevher bu işe müsaittir. Ama o kahrolası bilinç eksikliği ve hafıza kekemeliği, dadaş cevherini de sakatlayabiliyor. Günümüzde de öyle değil mi? inançlarımız ve değerlerimiz teorik bazda gündeme gelince, tek adres olarak kendimizi, grubumuzu, şehrimizi, partimizi , ideolojimizi gösteriyoruz; ama “haydi kükrediğin bu inanç ve değerler için çık meydana dendiği zaman” bin dereden su getirip, ürkekti, erkekti tüneline savuşup, arazi oluyoruz.
Dün de bugün de göstermelik iş ve tutumlarla ömrümüz sürdü, gitti. 1914 Kasımında Rus'lar Kötek'e baskın vererek topraklarımıza girdiklerinde, Erzurum'lu kapıya dayanan felaketi insiyaki olarak hissetti. Son anda gelen rasyonalite ile savaş hazırlıklarına koyuldu. O kasım günlerinde -ki aynı zamanda Kurban bayramına rastlamıştı-Erzurum, belki de tarihinin sanayi kenti görünümüne yaklaştığı ender anlardan birini yaşıyordu. Binlerce tandır bacasından dumanlar Erzurum semasına yükseliyor, bütün evlerde ordu için gönüllü ekmek imalatı yapılıyordu. Camilerin son cemaat yerleri ekmek stokları ile bir anda doldu. Hazarî durumdan seferi duruma geçişin güzel bir refleksi gerçekleşmişti. Ama son anda tedarik edilmiş bütün vatanperverlikler gibi camiler dolusu ekmek stokları da bu konudaki görgüsüzlük ve bilgisizlik nedeniyle bir işe yaramadı, hemen hepsi küflenip çöpe atıldı.
Erzurum için küflenmeyecek ve her dönem için bir heybetin timsali olan vatanperverlikleri ibda edebildiğimiz zaman, gerçek 12 Mart bayramlarını kutlayan bir toplum profiline kavuşmuş olacağız.