Hey gidi Tebrizkapı!.. Hey gidi Mehdi Efendi
Mahallesi!.. Hey gidi Gümüşgöz Çeşmesi!.. Hey Gidi
Değirmi Sokak!... Yidip giden yanlarımızın öteki
adları... Size ne olmuş böyle?..
Ve yine taş duvarlar, çocuk bedenlerimizi taşıyan
toprak damlar, yağmuru izlediğimiz pencereler,
ellerimizin arasına sıkıştığı kapılar, korkularımızı
gizlediğimiz tırhıçlar ve her gün taşlarını saydığımız
dar sokaklar... Sahi sizler nereye gittiniz?.. Hayal
miydiniz? Yoksa birer düş müydünüz?
Tebrizkapı'dan Leblebici yokuşuna oradan Gümüşgöz
Çeşmesi'ne oradan da Değirmi Sokağa...
Görünen tek şey viranelik, çaresizlik ve yokluk...
Halbuki biz çocukken böyle değildi buralar...
Biz çocukken böyle değildi Erzurum, böyle değildi
Türkiye, böyle değildi dünya...
Peki kim değiştirdi böyle Erzurum'u, Türkiye'yi ve
dünyayı?..
Elbette biz değiştirdik, bizden olanlar değiştirdi.
Harabeye dönen evler bir ayna idi aslında. Harabe
evlerde insanlığımızı gördüm. Biten, tükenen, harap
olan ve yok olan insanlığımızı...
Kapısı, bacası, damı, penceresi ve odaları birbirine
girmiş birer harabe... Şimdi herkes bir tesellidir
diye fotoğraflar çektiriyor harabelerin yanı başında.
Ben de bir fotoğraf çektirdim çocukluğumun evinin
kapısında... Zaten bir kapısı kalmış evin. Gerisi
hayal alemine uçmuş gitmiş. Ne odaları kalmış ne
yüklüğü ne penceresi ne de tandırı... Yıkılıp gitmiş
hepsi... Ve altında binlerce yaşam, binlerce umut,
binlerce hüzün ve binlerce bağırtı kaldı...
Vakit nasıl tükenip gidiyor değil mi?
Nihat Kılıçoğulları