RAMAZANI RUHUNDA YAŞAYAN ŞEHİR
Mustafa Çetin Baydar
Yayla çiçeklerinden bal yapan arı ne ise ramazanlarından nakış nakış kültürel bir dünya kuran Erzurumlu da odur.
Eğlencesi, ibadeti, yemekleri, muhabbeti, hülyaları ve dostluğu ile muhteşem bir orijinalite..
Erzurum'un o mis gibi safîyet kokan kültürü ile büyüyüp de, şimdi o günlere hasret duyan insanlardan biri olarak bazen kendi kendime mırıldanırım:
“Ağa alın, tura tel alın, masa kağıdı alın, terek kağıdı alın, çivit alın, leblebi üzüm alın..”
Yahut:
“Marabez cağları, kütük telleri, filtikos fanilalar, tanko çoraplar, hamam keşani peştemalları, tahta çedikler, öküzbaş çivitleri, hamam nalınları, şüşe halhallar, şüşe hemetçikler, ceviz fırfırikler, Erzincan tekir sakızları..”
Eski Erzurum sokakları, böylece gözümde canlanır. Kuşluk vakti, tandırbacalarından yükselen taze ekmek kokularına karışan o eski bilindik sesi, kimi, yansılamaya çalıştığım olur:
“Düneyinden belli, bir inek kayboldi..Bulana helâlinden on lira müjdesi vaar..”
Kulaktaki sesler eski dünyaları canlandırır da , damaktaki lezzetler ondan aşağı kalır mı?
Modern sofralarımızın kısır döngüleridir ki, Erzurumlu'nun mutfak hafızasını hep tahrik eder durur:
“Ah!Ah.. Nerde o küflü tulum peynirleri, tandır ve sini keteleri, süt yüzü ile yoğrulmuş fetirler, duzli gılıkler, tandıra kayıp kızgın külde pişen hamur düşükleri, mahanda somunları, süt yüzü kuymahları, lor dolmaları, kuşburni tiritleri, lor dolmaları, kelecoş aşları, çortuti, muşmula turşuları, ayran aşları, kesme çorbaları, şileler, bişiler, tatar börekleri, haşıllar, mumbarlar, totuk paçaları, tatar börekleri, hıngeller, çiriş kavurmaları, ekşili yahni ve ekşili dolmalar, su börekleri, eşkili köfteler, dut ve pestilli yumurta çullamaları, kavurmalar, kavurgalar, kavutlar, hedikler, erişte pilavları? Ah ki Ah!
Eski yemekler, Erzurum Ramazan eğlencelerinin de ilgi alanındadır.
Genelde düğün, dernek ve bayram şenlikleri ile hayatlarını kazanan çalgıcıların ramazanlıkta, her iki sözlerinden biri yemek üzerine olurdu.
Hele sahur manileri çalgıcıların bey konakları karşısında birer yemek sayıklaması gibidir..Önce peşrev ve komiklik ardından yemek üzerine sitemler gelir.
Uyan efendim uyan
Gedife yastığa dayan
Bir ciğer aldım pazardan
Saraldi soldi nazardan
Arkadaşımı sorarsan
Şimdi çıkar mezardan
Gapiya goydum tağari
Yanar ağari ağari
Arkadaşımı sorarsan
Şabahana'nın fındık zağari
Erişteyi haşladılar
Doldurmaya başladılar
Gavurboğan'ın pijleri
Davulumu daşladılar
Ramazan konakları sahuru bekleyedursun, maniler söyleyen davulcuların işi gerçekten zordur. Kimi muzip çocuklar tarafından taşlanmak, kimi yeni yetme gençlerin ağır şakalarına katlanmak gibi engelleri aşmak zorundadırlar.
Bazen de konak beslemeleri(hizmetçi kızlar) tarafından azarlanma tehlikesi işin cabası.
İşte böyle bir durum Boyahane Mahallesinde davulcu Kor Ağali ile davulcu Teyyar'ın başına gelir. Beslemenin biri konağın penceresinin perdesini aralar “defolun gidin burdan sizi dinliyen yoh”diye çemkirir.
Davulcu Teyyar “Ben çalım da sen istirsen dinne, istemirsen dinleme” diyip hiciv dolu şu maniyi söyler:
Ayahlarım çamur oldi
Dar sokakda dura dura
Pahlavalar hamur oldi
Sinilerde bura bura
Eyle bir esire (asra) galdık
Beslemeler hanım oldi
Pencere de üre üre.
Güzel bir taşlama değil mi?
Bu kültürel birikimden habersiz olsaydım, beni kimliksiz kılmaya çabalayan şer odaklarına karşı ben de, tıpkı bir yılbaşı gecesinde " turist" sanılıp ingilizce konuşmaya zorlanan o meşhur sarhoşu gibi çaresizce bağırabilirdim::
“Öldürün lan beni!”
Ama kimliğini kaybedenler çaresizliği ile niçin ölümü çağırayım?
Biz bu hayâtı, kendimiz olarak ibdâ edip yaşamışız yahu!