Erzurum Menkıbeleri-7
Abdurrezzak Türk 17 Ağustos 2011 Çarşamba
Papuççu kadı, Ulu caminin batı ucunda yatmaktadır. Erzurum'a kadı olarak tayinle gelir. Bakımsız bir hali varmış, karşılama merasiminde gerekli protokol tam uygulanmamış. Halk pek itibar etmezmiş, gösterilen ilginin az olduğu söylenir. Ziyaretine gelen ahali dalga geçme babında sorular sorar, sorulan her soruya cevap verirmiş.
Halkın bir ziyaretinde, kadı efendiye; Karasu nehrinin çekilmesinden sonra ovadaki sazlıkları kurbağalar istila etti, kurbağa sesleri gece ve gündüz bizleri rahatsız ediyor. Geceleri uyuyamıyoruz. Bize bir çare bulun derler. Kadı pabucunu ayağından çıkarıp uzatarak bunu götürüp o mevkie atın. Sizi kadıya şikâyet ettik. O pabucunu gönderdi çevreyi rahatsız etmesinler diye emir etti deyiniz.
Kadının talimatı yerine getirilir. Yöredeki kurbağa sesleri kesilir. Buna şahit olan çevre halkı kadı efendinin keramet ehli olduğuna şahit olur, hürmet eder, itibar gösterirler.
*****
Bir zaman iftira sebebiyle Zinnün-i Mısri Hz.ni hapsettiler. Günlerce aç kaldı. Bir kadın iplik parası ile hazırladığı yemekten ona gönderdi. Zünnün-i Mısri Hz. o yemekten yemedi. Kadın bunu işitince, üzüldü. “Helal parayla yaptığımı biliyorsun, niçin yemedin?” dedi. “Evet, yemek helaldi. Fakat zalimin tabağı içinde getirdiler.” Buyurdu. Yemeği zindancıların tabağında getirmişlerdi.
Zamanın hükümdarı bir gün Zünnün Hz. hakkındaki ithamların aslını öğrenmek için huzuruna çağırttı. Hükümdarın yanına götürülürken yolda bir ihtiyarla karşılaştı. İhtiyar, Zinnun-i Mısri Hz. bakarak; “Şimdi seni hükümdarın karşısına çıkartacaklar. Sakın ondan korkma, onu üstün görme, asıl korkulacak Allah ü tealadır. Kendini haklı göstermeye çalışma. Yapılan ithamlar dışında isen, sana haksızlık yapılmış ise Allaha sığın, seni kurtarır.” dedi. Hükümdarın karşısına çıkarılınca, hükümdar; “Senin için zındıktır, doğru yoldan ayrıldı, kâfirdir, diyorlar. Bu ithamlara karşı ne dersin?” diye sordu. Zinnüi Mısri Hz. ;”Ne söyleyeyim. Hayır değilim desem, bana bu isnadı yapmış olan Müslümanları itham etmiş, onların yalancı olduklarını söylemiş olurum. Evet, öyledir desem, yalan söylemiş olurum. Bu bakımdan siz reyinize müracaat ediniz ve hükmünüzü buna göre veriniz. Ben nefsimden yana olup, onu müdafaa edecek değilim.” dedi. Bunun üzerine hükümdar biraz düşünüp; “Bu kimse yapılan iftiradan uzaktır.” diyerek onu serbest bıraktı.
***
Osman Bedrettin Efendi buyurdu ki:
Temizliğe çok dikkat eder. Irk, mezhep, düşünce, zengin ve fakir ayrımı yapmadan tüm davetlere katılır, kendisine verilen hediyenin daha güzeliyle karşılık verirdi. Osman Bedrettin'e göre tasavvuf: İçi derunu kötü ahlaktan temizlemek, iyi ahlak ile muttasıl olmaktır. Yahut zahiri ve batini ilimleri hıfzetmektir. Kal ilmi değil hal ilmidir. Dolayısıyla ilmi, insanı kâmil bir ağzından alınız, hükmünce tasavvuf bir konuşan kitaptan kendi vücut kitabını okumakla ancak öğrenilir ve bilinir. Tasavvufun mevzuu gafletten sakınarak her an huzur-u ilahide olduğumuzun idrakini iktisap ve istihsal etmektir. Bu yolla kişiyi nefsin kötü huylarından arındırıp, Mevla'ya layık bir kul haline getirmektir. İnsanda Allah'tan bir şey vardır ve Allah o tecellisiyle insanda bulunuyor. İşte insanın büyüklüğüne bu şeref-i azim kâfidir. Zamanımızda şeyhlerin sohbeti pek büyük, pek tesirlidir. Bir dem sohbet, yüz sene yapılan nafile ibadetten daha hayırlıdır. Allah adamları ile bir an sohbet etmek, yüz sene müddetle yapılan kuru bir riyazetten daha iyidir. Allah ve Peygambere vuslata, mürşit sadece bir vesiledir. Allah kimseye bu zengindir, bu fakirdir, bu gençtir diye bakmaz. Nerede bir kalbi selim bulursa, onun sahibine edeceği ikram ve ihsanı nasip eder. Bu Allahın adaletinin sonucudur.
.