1CUMHURİYET ÖNCESİ TÜRKÇE OLMASAYDI ATATÜRK'ÜN DÜŞÜNCE VE TASAVVURLARINI NÜANSLARI İLE BUGÜN ÖĞRENMEMİZ MÜMKÜN DEĞİLDİ
Evvela bütün dikkatimizi toplayarak şu metni okuyalım:
Ünlü efendiler!
Türkçemizin söz kitabı bizim çok yüzlükten beri sezdiğimiz bir eksiktir. En nihayet bu eksik de tamamlanmak için Cumhuriyet yaşayışına kavuşmayı beklemiştir. Acı ile anlamalıyız ki şimdiye kadar dilimiz sınırları açık bir yurt kalmıştır.Bu yurdun içine girmek suçsuz bir dalış idi. Daha fena ve acıklı olan vatan çocuklarının bu dalmayı kendilerinden arayıp özlemesidir. Bir dilin sınırı söz kitabı ile çevrilip çerçevelenir. Yüce toplanmanız dilimizin sınırını çizmek, onu zorlamaktan korunmak için kurulmuştur. Toplanmanızın söyleşmesine başlamadan evvel size öz olarak istelerimizin ana çizgilerini saymak isterim:
Türkçenin söz kitabı medeni bir milletin umumi yaşayışındaki bütün sözleri derlemekle kalmayacaktır.Asıl değimli olan nokta ekim yaşayışının bütün istelerini düzeltip duyurmasıdır.
Bunun içindir ki Dil Derneğimizin tutumu pek doğru ve vuruşlu olarak büyük bir erişkin dilin büyük bir söz kitabındaki bütün sözleri diyelim ki bütün anlatışları Türkçe'ye geçirmek tutumunu bulmağa yönelmiştir. Bununla biz iki işlemeyi birden sağlamış oluyoruz.
Birincileyin daha ilk kurumda dilimizi engin bir düze genişletmiş, ikincileyin medeni bütün anlayışlara denk gelecek sözleri dilimizde durgulamış olacağız. Daima aynı anlatışa karşılık olacak sözler ile önden bize alışılmamış bir işleti verse de pek az zaman sonra tadımıza uygun hale durgulu olması yerinden oynamaz birer yüz olacaklardır. Söz kitabı birleştirmesinde dil derneği “ıstılah” dediğimiz ayırım sözlerini çeşit gideklerin işedinenleri yardımıyla varılmağı hem saygılı hem yakışık alır bir gidiş saydı.
Düşünülsün: vuruşlu olduğuna sarsı gösterilmez her yüce bilginin iş edinenleri kendi gidelerinin dileklerini dışarıdakilerden daha iyi sezebilirler. Hela onların bilgi benliklerinin ince duyguları hem anlatışa, hem söyleyişe tatlı gelen uyguyu daha iyi seçebilir. Biz iş edinenlerimizin öğretme yorgularını kendi öz yaşayışlarının ve devlet düzenindeki duraklarının gereklerini tartabiliriz. Fakat dernekte çalışan her arkadaş aynı bulunmadadır. Dilimizin varlığını korumak sevgisi işte yalnız bu işletidir ki, sinirlerimize güç çalışmalarımıza zevk verecektir.
Bu sözler, 22 Şubat 1929 günü yani şu satırlarımızı okuduğunuz andan, tamı tamına 74 yıl önce, Ankara'da, Güya Türkçe yi saflaştırmak için devlet yetkilileri ile bir araya gelen üniversite profesörlerine hitaben irad edilmiş bir nutuktan alınmıştır. Nutuk sahibinin ismini bilâhare vereceğiz. Ancak nutkun sonundaki cümlenin “Dilimizin varlığını korumak yolunda yapılacak faaliyetlerin sinirlere güç vereceği'ne vurgu yaparak bitmesi ilginçtir. Çünkü lisanda absürd bir çağın başlayacağını, bu işin müellifleri de peşinen kabul etmektedir. Nutukta Türkçe kökenli olmayan kelimelerin altını çizili olarak verdik, sözde tabirler, tamamlamalar, mefhumları ise bold olarak işaretledik. Bu açıdan nutuk metni üzerinde tahliller yapılacak olursa, saflaştırılacak Türkçe'nin (!) akıbetini görebilmek için bu nutka bakmak yetecektir.
Şimdi, Türkçe üzerindeki bu absürd dönemleri unutup hâla Dil Devrimi takıntısını sürdüren grupdaşlara sormak gerekir. Eğer Mustafa Kemal Büyük Nutkunu, adına saf Türkçe denen bu totolojik düzmece işaretlerle yapsaydı, Kızılderili haberleşmesinden öteye bir iletişim sonucu elde edebilir miydi?
Değerli Kardeşler
Lisanı bir etno-genetik şifre olarak değil, etnik iletişim aracı olarak görmek gerekir. Türkçe'de Türk'e ait olan en mukaddes bölüm kelime bilgisinden çok, cümle bilgisi, yani Türkçe'nin Grameridir. Tabii ki kelimelerin de grameri vardır, ama bu hiçbir zaman dil mühendisleri tarafından inşa edilmez. Dünyanın en itibarlı lisanları etnik kelimeleri çok olanlardan ziyâde; grameri sağlam, tabii, kelime kadrosu geniş olanlarıdır.
Merhum Yahya Kemal Türkçe'yi, ağzındaki ana sütüne benzetirken, dili inşa eden kolektif akıldan ve zevkten söz etmektedir. Modern çağın önde gelen filozoflarından Leibnitz bu gerçeğe bağlantılı olarak şunları söyler:
“Dillerin insan zihninin en iyi aynası olduğu, kelimelerin anlamlarının tam bir analizinin, aklın nasıl işlediğini her şeyden iyi gösterebileceğini sanıyorum”
Bu akıl ile lisan bağlantısı kurulmuşken, yazımızın başına aldığımız nutku irad eden zatı da açıklayıverelim: Başvekil İsmet Bey..Eğer İsmet Paşa'nın aklının nasıl çalıştığını ve zihni yapısını yazımızın başına aldığımız nutuktaki absürt ifadelerle değerlendirirsek, Türkiye'nin bir dönem bir dizi uçuk adam tarafından idare edildiğini rahatça söyleyebiliriz. Ama hakkı teslim etmek gerekirse ismet Paşa'ya bu dil şaklabanlıklarını yaptıran, sözüm ona dil inkılapçılığıdır. Ve bir dönem esip geçen acaip bir fırtınadır. İsmet Paşa'nin tabii Türkçe'yi ne kadar maharetle kullandığı onun uzun ömrüne sığmış yüzlerce hitabesi analiz edildiğinde ayan beyan ortadadır. Sayın Bülent Ecevit ve Sayın Ahmet Necdet Sezer'in dillerinde her an kıpırdayan dil inkilabı kekrelikleri, ismet Paşa'nin Tabii Türkçe'ye dönüşten sonraki yazılarında ve hitabelerinde asla görülmez.
İnternetteki yazışma gruplarında özellikle siyasi Kemalist mihraklar, dil meselesini kurcalayıp, bu konuda zihinleri bulandırıyorlar. Bunların büyük bölümü gafletten bunu yapıyorlar. Ama hareketin ana merkezindeki tarihi ifsat karargâhı, lisanda bütünleşmek için çabalayan şark dünyasını bölüp parçalamak stratejisini inatla uygulamaktadır. Batı dillerini besleyen kaynak Latince, Grekçe, milli diller ile Hıristiyan inancının tarihe kazınmış yorumlarına zemin olmuş dil metinleridir. Şark dünyası da Milli Diller ile Kur'an Dili'nin imtizacından besleniyor. İslam'ın fikri ve bedii bütün yorumları bu dil kaynağı üzerinden çağlıyor. Türklerin Fars kültürü üzerinden İslam dairesine girmiş olması, Farsça'yı da Türk dili için önemli bir beslenme kaynağı yapıyor. Türklüğün bu imtizaçtan hasıl olmuş on binlerce kelimesine savaş açanlar, aslında eğer gafil değillerse sinsi ve hain bir Türkçe düşmanlığın gereğinden başkasını yapmıyorlar.
Sevinç duyulacak husus, 1930'lu yıllar Dil devrimcilerinin 2000 yıllara ulaşıldığında, topluma ancak birer dianazor görüntüsü vermeleri, sayılarının azalmaları, Attila İlhan, Hakkı Devrim, Yağmur Atsız örneği kalemlerin, Cumhuriyet öncesi Türkçenin açıkça kavgasını verecek bir şuurla tabii-yaşayan dil cephesine geçmeleridir.
.
Mustafa Çetin Baydar - 19/11/2013 - 17:27 -