|
1SİLAHLI GÜÇ MEKÂNLARI OLAN KIŞLALAR, BİNBİR AYRI TABİATIN İNSANINA AİT HESAPLARIN KATLANIP İÇİNE KONDUĞU BİR KUTUDUR (PANDORANIN KUTUSU)
İçimizden kimi safderunlar “kışla tavrını ortaya koydu” makamında yazıp çizmeği pek severler.
Kışladakilerin sayısı kadar ayrı istek olduğuna göre, Kışla'nın tavır koyduğunu iddia etmek, kışladakı gruplardan birine el altından hulus çakmaktır.
Yazılıp çizildikçe öğreniyoruz bu mekânlarda General Fisunoğlu gibi (Kara Kuvvetleri Komutanı) “Ben karımı oynata zıplata bu noktaya geldim” diyenden “Sakın ha ölmeyin, bırakın Atatürkçü olsa da Sünniler ölsün.” Diye karar alan Alevi konseylerine (bknz.: Ergenekon iddianemesi, zikreden Zeki Kentel
http://groups.yahoo.com/group/tarih-toplum-siyaset/?yguid=208115339
türü simalar yan yana barınmaktadır.
Kışlalardaki dindar subaylar ise ancak ordudan atılanlar ile sınırlı sanılır. Oysa ordunun mânevi gücünü teşkil eden nice görünmez Allah dostu, kışlanın her hücresinde faaliyet halindedir.
Konar göçer hayatın bir unsuru olan kışlaklar , konup geçtiğimiz bu fani dünyanın bir lahzalık durakları mesabesindedir.
Pandoranın kutusunun dibinde olduğu söylenen “Umut” u bizde umud edinip Kışla'dan, Cumhuriyet öncesinde olduğu gibi Allah'a giden yolda yürümesini bekliyoruz.
.
Mustafa Çetin Baydar - 19/11/2013 - 17:27 -
|
|
2İslami Düzende Ordu
Bu bağlamda DİB kaynaklarından aldığım bilgiler(*)
1.İslam ordusunun kuruluşu cihad emri ile başladı.
Şu anki ordumuz Nato ordusu olması ve kafirlerle ittifak halınde bulunması sebebiyle bir cihat ordusu değildir.
Dolayısıyla bu güç kuvvetinde ister istemez küfür barındırmaktadır.
2.Hz Peygamber orduyu teşkil edecek savaşçıları ihlas ve kabiliyetlerini esas alarak bir bir tesbit ederdi.
Şu andaki ordumuzda "dindar subay" demek ordudan bir an önce atılacak subay demektir. Eğer sözlerimin delillendirilmesi istenirse müslüman kimlikleri sebebiyle üniformaları çıkarılan ve içlerinde profesörler, tabipler, paşalar bulunan onlarca ismi sıralayabilirim
3.Şu andaki Ordumuzun üst düzey komutanları içinde ABD'ye gitmemiş ve ABD genel kurmayının icazeti almamış birine rastlamak zordur.
Daha da sarsıcı bir bilgi:
Alpaslan Türkeş de bir Nato subayı idi ve 27 Mayıs derbesini yine herbiri nato subayı olarak ABD'ye götürülen 14 arkadaşı ile yapmıştı.
(*)Diyanet İşleri Başkanlı İslam ansiklopedisi 33.cild ordu maddesi s.357-361
DETAYLAR
Hz.Peygamberin sağlığında özel olarak, devamlı ve muvazzaf bir ordu mevcut değildi. İç güvenliği sağlamak için polis teşkilatı da yoktu. Eli silah tutan her Müslüman, dinin hizmetinde, askerlik görevi ile mükellefti. Bir sefer tertiplemek veya bir saldırıya karşı koymak gerektiğinde Hz. Peygamber gönüllüleri çağırır, bir kayıt defteri açılır ve her aday buraya adını kaydettirirdi. Tespit edilen günde, gönüllüler, silahları, binekleri, sefer azıkları... ile şehir dışında bir karargâhta toplanırlardı. Hz. Peygamber oraya gelir, askerleri teftiş ederdi. Her sefer için gerekli asker sayısını kendisi kararlaştırırdı. Kendi imkanlarıyla kendini techiz edemeyenleri devlet bütçesinden donatırdı. Asker toplama işi kabile başkanları vasıtasıyla yapılırdı. Hemen her seferde, gideceği bölgeye orduyu en kısa ve emniyetli yoldan ulaştıracak bir kılavuz araştırır, uygun kişiyi bulduğunda kılavuz tayin eder, onun rehberliğinde hareket ederdi.
Sefere çıkacak bir ordunun kumandanını Hz. Peygamber tayin ederdi. Şayet bizzat sefere çıkmışsa, kendisine bağlı komutanları tayin ederdi. Ordu klasik şekilde öncü, ardcı, sağ kanat, sol kanat ve merkez olmak üzere beş kısma ayrılıyordu.
Ordunun karargâhı, nöbetçiler vasıtasıyla gece-gündüz korunurdu. Esirler sorguya çekilerek veya ileri keşif kolları gönderilerek sefere çıkılmadan önce düşmanın durumu hakkında bilgi toplanırdı. Keşif birlikleri vasıtasıyla düşmanın izini sürme, pusu kurma ve casusluk gibi savaş taktikleri biliniyordu. Hz. Peygamber bilgi toplamak için casus kullandığı gibi, düşman casuslarına karşı da gerekli tedbirleri alıyordu. Üsâme b. Zeyd'i Suriye'ye sevkederken ondan kılavuzlar kiralamasını, önden casuslar ve gözcüler sevketmesini istemiştir.[671] Düşmanın kan dökülmeksizin boyun eğmesi için, gerekli tedbirlere başvuruyordu.
Hz. Peygamber, düşmanı şaşırtma metotlarını uygulardı. Medine'den ayrılmadan önce asıl gayesinden başka bir amacı varmış gibi bir şâyia yaydırırdı. Başlangıçta, asıl hedefinden başka bir istikamette yürürdü. Sonra bir dönüş yaparak yolunu değiştirirdi. Tahmini mümkün olmayan tenha yolları seçerdi. Tebük seferi hariç, asıl hedefini genellikle gizli tutmuştur.
Hz. Peygamber, hicret yürüyüşü de dahil, katıldığı savaşlarda ve gönderdiği seriyyelerde bayrak (livâ) ve sancak (râye) kullanmıştır.
Hz. Peygamber, rüzgarın ve güneşin, savaşan askerler üzerindeki tesirlerini biliyordu. O dönemde savaşlar -Hendek, Taif ve Hayber kuşatmaları hariç-, genellikle yarım gün sürmüştür. Hz. Peygamber, savaş esnasında güneşin Müslüman askerlerin gözünü rahatsız etmemesi için, ordusunu ona göre mevzilendiriyordu. Düşmana karşı arazi üstünlüğünü sağlayabilmek için uygun bölgeyi seçiyordu.
Savaşlarda koruyucu silah olarak zırh, kalkan ve miğfer; yaralayıcı ve öldürücü silah olarak da kılıç, ok, yay, mızrak ve kargı; yardımcı silah olarak mancınık ve debbâbe; binek hayvanı olarak daha ziyade at ve deve kullanılıyordu. Askerlerin silah arkadaşlarını düşmandan ayırabilmesi için her seferde ayrı olmak üzere bir parola (şiâr) seçiliyordu. O dönemde henüz üniforma mevcut değildi.
Şüphesiz düşmanın canına ve malına zarar verme, savaşta tabiî bir durumdur. Düşman öldürülebilir, esir edilebilir. Fakat insan haysiyetine yakışmayan hareketler ve ölülere işkence yapmak, Hz. Peygamber tarafından yasaklanmıştır. Ölülerin, canlı varlıkların yakılması gibi davranışlara müsade edilmemiştir. İnsanın sağ iken veya öldükten sonra bir organının kesilmesi (müsle) yasaklanmıştır. Hz. Peygamber gönderdiği askerî birliklere, insanlara sağ iken de öldükten sonra da işkence yapmalarını yasaklamıştır.
Düşman tarafta savaşan erkekler dışında kalan sivillerin, yani çocukların, yaşlıların, din adamlarının, işçilerin, hizmetçilerin, sakatların, kadınların ve savaşla ilgisi bulunmayan diğer kimselerin, savaşa iştirak etmedikleri müddetçe öldürülmeleri yasaklanmıştır. Savaş esirlerine, öldürülme, fidye karşılığı veya mübadele, yani Müslüman esirlere karşılık serbest bırakma, şartlı serbest bırakma, köleleştirme ve karşılıksız serbest bırakma (ki Hz. Peygamber döneminde en fazla uygulanan usul budur) gibi muameleler yapılırdı. Hz. Peygamber esirlere iyi davranılmasını istemiş, onlara eziyet ve işkence yapılmasını yasaklamıştır. Kendisinden bilgi almak için bile olsa esire baskı yapılmasının uygun olmadığına işaret etmiştir.
.
Mustafa Çetin Baydar - 19/11/2013 - 17:27 -
|