|
1İhmal İmamı Hacı Mehmet Efendi
M.Sıtkı ARAS
Bir Arap atasözünde "Şeref-ül Mekân bil mekin" denilmektedir. Yani mekânların şerefi içerilerinde veya üzerlerinde oturanlardan gelmektedir. Bilmem ki buna aksi istikametten de bakılabilir mi? Yani mekânlar da mekinlere şeref bahşedebilirler mi? Hep düşünmüşümdür. Acaba Senendibin kutsiyeti kendisine ilk ayak basan büyük şahsiyetten mi gelmektedir yoksa orası "Serendip" olduğu için bu şerefli fiiliyat için mekân olarak seçilmiştir? Aynı şey bir Cudi dağı için ve hatta Kâbe-i Şerifin inşa yeri olarak seçilen bahtiyar diyar için de düşünülebilir.
Şifreler halinde de olsa bazı mekânların kutsiyetlerini bazı Ayet-i Kerimelerde görebiliyoruz. Mesela, büyük peygamber Hazreti Musa (A.S.)'a gösterilen bir ateşe doğru koşarken "Ey Musa ayakkabılarını çıkar çünkü kutsal topraklara girdin" hitabeti bu iddiayı haklı çıkaracak mahiyettedir.
Kutsiyet atfedilmese bile Erzurum'da sakinlerinin üzerine sağnak sağnak şeref, itibar yağdıran bir sokağın mevcudiyetini tadabilme bahtiyarlığını ya-şayanlardanımdır. Bu şanslı mekân mütevazı İhmal (Topçuoğlu) mahallesinin güneybatı sınırını teşkil eden mütevazı "Bezölçen" isimli sokağıdır.
Bezülçen'in köşe başında Ankara'nın önde gelen dekoratörlerinden kıymetli hemşehrimiz Ebubekir Sıddık Sosyal Bey'in "Perili Köşk" olarak tarif ettikleri Bayram Hocaların konakları yer almaktadır. Bekir Hoca büyük bir âlimmiş, oğullan Abdullah Efendi ise Erzurum'un önde gelen hattatlarındanmış. Birinci Cihan Harbini dul olarak yaşayan Bayram Hocanın gelinleri Ayşa Hanım (Hoca Ana), üç oğlunun Yanık Dere'de Ermeniler tarafından kesildikten sonra konağının bir bölümünü çok takva bir zat olan İspirli Hoca Abdullah Efendi'ye satarak (genç ilim adamımız Doç.Dr.Ferit Aydın'in dedeleri), torunları Merdiye Hanım'ı büyütmüşlerdir.
Merdiye Hanım çok iyi bir misafirperver olmasının yanısıra (Bir Şehrin Ruhu kitabımızın ithaf etmiş olduğu 5 hanedandan birisi de Merdiye Hanımdır) yasak olmasına rağmen evinde çocuk okutarak büyük bir hizmeti ifa etmişlerdir. Prof.Dr.Sıbkat Kaçtı-oğlu, Lütfi Esengün (Eski bakan), Ebubekir Sosyal, Yusuf Alçakakar hep ona talebe olabilme bahtiyarlığını tatmışlardır
Bu konağın tam karşısında eski Kiği milletvekillerinden Asaf Beyin köşkü bulunuyordu. Asaf Beyin Sadık, Kemal ve Saip isimli üç oğullan vardı. İlk ikisi avukattır. Prof.Dr.Saip Bey (Tellioğlu), Ziraat Fakültesinde bizim hocamızdı. Saip Beyin bir çok üstün yönleriyle birlikte özellikle sabırları dillere destandı. Söz buraya gelmişken hocamızın bu husustaki şu tavrına değinmeden edemeyeceğim. Bir sene Ziraat Fakültesinin koyunları için Aşkale'nin önde gelen hanedanlarından Kırbaşoğlu Fevzi Beyin (Şapka isyanında bir komploya kurban gitmiştir) keklik yaylan kiralanmıştı. Hergün bir asistanla bir hoca dönüşümlü olarak kontrole gidiyorlardı. Kıymetli arkadaşımız Prof.Dr.Hakkı Emsen Bey anlatmaktadırlar; "Sıra benle Saip Bey hocamızda idi. Şoför sabahleyin bizi götürdü, akşam gelip alacaktı. Ancak, akşam oldu, yatsı oldu, yarı gece oldu, gelen olmadı. Ömürlerinde tüy döşekler dışında yataklara girmemiş olan zavallı hoca sabaha kadar çobanın kirli keçesi (kepenek) altında dişdişe vurmak zorunda kaldı. Ertesi gün kuşluk vakti gelen şoförün tek özrü unutmuş olmasıydı. Hocamızın cevapları ise sadece 'Olur böyle şeyler bey' den ibaretti (Burada "bey" hocamızın hitabet şeklidir). Bilmem ki bu yaşlı gezegenimiz bugüne kadar hocamızın durumunda olup da bu asaletli sabrı sergileyebilen birisinin ayağının altını öpebilmiş midir?"
Saip Beyin konaklarının altındaki mahallede 4 Yetim babası' olarak tanınan Hacı Hüseyin Efendinin (Prof.Dr.Sıbkat Kaçtıoğlu'nun dedesi), onun altında ise bir zamanlar Erzurum'un en meşhur hafızlarından Hacı Yusuf Efendinin (Eski bakanlardan Lütfü Esengün'ün babalan), evleri yer alıyordu.
Bunlann karşısında yıllarca Müftü Sadık Efendinin naipliğini yürütmüş olan ve Erzurum Kongresi üyeliği yapmış olan büyük ilim ve aksiyon adamı Hilmi (Çorapsız) Efendinin evleri bulunuyordu. Ayrıca, Erzurum'un önemli iş adamlarından Şeref, Sebahattin, Hayrettin Yücelik kardeşlerin, hâlen, Erzurum Köy Hizmetleri İl Müdürlüğünün yürütmekte olan değerli genç hemşehrimiz Osman Ardahanlıların. bir zamanlar sporda Erzurum'un ismini dünyaya duyuran Cazim Vuranerlerin. hâlen Eskişehir'in önde gelen iş adamlarından Faruk Yavuz Cellat'lann, Amerika sadece Erzurum'u değil tüm Türkiye'yi şerefle temsil eden kıymetli ilim adamımız Kayhan Atıcıların (Altınbaş Kuyumcusunun sahibi Ünal Şahin Bey'in dayıları) ve İstanbul Radyosunun önde gelen programcılarından Yusuf Alçakakarlann evleri de bu sokakta yer alıyordu. meşhur hafızlarından Hacı Yusuf Efendinin (Eski bakanlardan Lütfü Esengün'ün babaları), evleri yer alıyordu.
Bunların karşısında yıllarca Müftü Sadık Efendinin naipliğini yürütmüş olan ve Erzurum Kongresi üyeliği yapmış olan büyük ilim ve aksiyon adamı Hilmi (Çorapsız) Efendinin evleri bulunuyordu. Ayrıca, Erzurum'un önemli iş adamlarından Şeref, Sebahattin, Hayrettin Yücelik kardeşlerin, hâlen, Erzurum Köy Hizmetleri İl Müdürlüğünün yürütmekte olan değerli genç hemşehrimiz Osman Ardahanlıların. bir zamanlar sporda Erzurum'un ismini dünyaya duyuran Cazim Vuranerlerin. hâlen Eskişehir'in önde gelen iş adamlarından Faruk Yavuz Cellat'ların, Amerika sadece Erzurum'u değil tüm Türkiye'yi şerefle temsil eden kıymetli ilim adamımız Kayhan Atıcıların (Altınbaş Kuyumcusunun sahibi Ünal Şahin Bey'in dayılan) ve İstanbul Radyosunun önde gelen programcılanndan Yusuf Alçakakarlann evleri de bu sokakta yer alıyordu.
İşte yazımıza konu teşkil eden büyük alim, büyük gönül ve ruh adamı İhmal İmamı da Bezölçen sokağının sakinlerindendi. O hem bu sokacağa irfan saçıyor, hem de buralardan almış olduğu ziyayı ondörtlük bir ay misali köşe köşe, bucak bucak, köy köy, kent kent tüm diyara saçıyordu. Onun evinin konumunu söylemeye gerek duymuyorum. Çünkü O'nun otağı, ihmallinin hem evinin baş köşesi, hem de gönlünün en nâzende bölümüydü.
Hocamız aslen İspirlidirler. Bu ilçemiz, Hazıkzâdelerle, Solakzadelerle, Kadızâdelerle asırlar boyunca Erzurum'un müftülüğünü deruhte eden büyük âlimler yetiştirmiştir. Bunların haricinde, devlet adamı olarak fikir adamı olarak da, edebiyat erbabı olarak da İspir'in gerek Devlet-i Âliyeye ve gerekse Cumhuriyete vermiş olduğu şahsiyetler az değildir.
Büyük halife Ömer İbni Abdülaziz Hazretleri menfi manada "Diğer ümmetler tüm zalimlerini toplasalar, bizde sadece Haccaz-ı Zalim'i götürsek yine biz kazanırız" demişlerdir. Vahiy ve Hadislerle yapılan işaretler haricinde müspet mânâda kimin kimden daha üstün olduğunu söylemek haddimizi aşmaktadır. Bazen alelade bir Mehmet Efendi âlim olarak bilinenlerden de veli olarak tanınanlardan da daha üstün olabilmektedir. Bununla beraber Küçük Sait Paşa gibi devlet adamını Ziya Paşa gibi devlet ve edebiyat erbabını, Güney Afrika'ya kadar İslâmiyet'in nurlu ziyalarını götüren Ebubekir Efendi gibi alimi ve Nevzat Köseoğlu gibi bir fikir kutbunu, Hacı Hulusi Efeoğlu gibi büyük gönül adamını (kıymetli ilim adamımız İhsan Efeoğlu'nun dedeleri) yetiştiren İspir, diğer ilçelerimizin her biriyle en azından boy ölçüşebilecek avantajlara fazlasıyla sahip bulunmaktadır.
Köyümüzün konak odalarında 1950'li yılların başlarında Erzurum'un yaşamakta olan ulemasından Büyük Efe ve Sadık Efendiden sonra en çok İhmal imamı gündemi teşkil ederdi. Bunun bir sebebi de belki de ihmal Mahallesinden kaynaklanıyordu. Çünkü amcamın evi oradaydı. Babam ve diğer yakınlarım sık sık Erzurum'a gidip gelirken İmam Efendi hakkında gördüklerinden duyduklarından getirirlerdi. Dolayısıyla 1957 yılında ortaokul için Erzurum'a geldiğim zaman mahallede ilk merak ettiğim şahıs O olmuştu. Bir ikindi ezanı vaktiydi. Bezölçen yokuşunu tırmanarak camiye gidiyorlardı. İlerlemiş yaşlarına rağmen fidan gibi bir boya sahiptiler. Başlarında yeni yağmış karlardan daha beyaz bir sank vardı. Yüzü ve sakallan bundan farksızdı. Sanki tabanı altlarında bazı canlılar ezilecekmiş gibi adımlarını temkinli atıyorlardı. İmam-ı Gazeli Hazretleri "ayağımı her yere bastıkça Cenab-ı Allah*dan af diliyorum. Çünkü altında milyonlarca canlı ezilmektedir" demişlerdir. Bugün modem ilim 1 gram toprakta en az 10 milyon canlının yaşamakta olduğunu ispatlayarak büyük âlimimizi haklı çıkarmaktadır. Sanki İmam Efendi de bunun endişesini taşıyarak yürümekteydiler.
İbrahim Hakkı Hazretleri İNSAN-I KÂMİL isimli güzel eserlerinde "Eğer bir insan bir dereceye yükselebilirce, ona rastlayan herkes gayr-i ihtiyarî selâm durur" demektedirler. Hâlen İstanbul'da ikamet etmekte olan eşrafı Pasinler Şinasi Bey, bunu teyit eden bir olayı şu şekilde anlatmaktadırlar; "Horasan müftüsü M.Sıddık Efendi bir ara misafirim olmuş, birlikte Boğaziçi vapuruna binmiştik. Gemi çok kalabalıktı. Birçok ihtiyarlar ayakta duruyorlardı. Oturanlardan birçoğu sadece Müftü Efendi için 'buyur hocam' diyerek gayr-i ihtiyari yerlerini vermeye kalkışmışlardı". Aynı tavırlar Bezölçen Sokağında İmam Efendi için de gösteriliyordu. Rastlayanlar tanısın tanımasın ya elini öpüyor, ya göğsünü ilikliyor veya selâma duruyorlardı.
Her Pazar kendi camilerinde öğlene bir saat kala vaaz yapıyorlardı, ilk cemaatleri olduğum günkü konulan ölümden sonra dirilme üzerine idi. Misalleri çok çarpıcı idi. Meselâ, hatırımda kaldığı kadarıyla birisini şöyle veriyorlardı; "Mümtaz bir saatçi ustası gözünüzün önünde, demiri, çeliği, bakın, kumu ve diğer gerekli malzemeleri kullanarak bir saat yapıp, gözünüzün önünde çalıştırsa, sonra onu bir çekiçle parçalayıp, tekrar yapabileceğini iddia etse, inanır mısınız, inanmaz mısınız?". Velilerin vasıflarını sıralarken en önemlilerinden birisinin de muhataplarına dünyayı unutturmuş olmasıdır demektedirler. Aynı ruhu İmam Efendinin vaazlannda bizzat yaşayabilmenin bahtiyarlığını yaşamışımdır. Hakikaten bir saat vaaz boyunca dışarının her çeşit ıstırabı, çilesi, siliniyor her şey küçük ihmal Camisinin yeşil duvarlan arasında düğümleniyordu (Aynı hâlet-i ruhiyeyi Karanlık Kümbette Kırkıncı Hoca Efendinin sohbetlerinde de tatmışımdır).
İmam Efendinin çokça vaazlarında bulunabilme şerefini yaşadım. Çok kuvvetli mantığı ve çok seviyeli nükteleri vardı. Bir defasında cemaati arasından birisi, hüviyetlerdeki resimlerin namazlar için mahsurlu olup, olmayacağını bir pusula ile sormuşlardı. Hoca Efendi: "İslâmiyet'te mecburiyet mahsuriyeti götürür. Bu tip resimler mahsurlu olsalar bile devamlı taşınmalan mecbur olduğu için sakıncaları kalkar" demişlerdi. Soru sahibi ikna olmamıştı ve itirazlara kalkıştı. Bu cami edebine de mugayirdi. Çünkü bu tip sorularda ikna olunmasa bile itirazlar hususi olarak yapılırdı. Dolayısıyla İmamımız celallenmişlerdi ve kızgın bir tonla "Senin bağırsakların pisliklerle doludur, öyleyse camiye neden geliyorsun". Cevabını kondurmuşlardı.
Yukarıda da belirtmiş olduğumuz gibi İmam Efendi büyük din adamıydı. Büyük ruh ve gönül adamıydı. Ancak onu bu satırlara konu edebilen tarafı haksızlıklara karşı gerçek Erzurum ruhunu, adeta müşahhas kalıplara büründürerek granitlerden daha kavi olarak meselelerin karşısına çıkarabilmesiydi. Zannederim, 1959 yılıydı. Türkçe Kuran-ı Kerim yazılmasına karşı çıktığı için bazı basın organları diyanet işleri başkanı Eyüp Sabri Hayırlıoğlu Efendiyi ağırca hırpalamıştı. Hükümet tarafından da görevden alınacağı söyleniyordu. İmam Efendi bir hafta bunu konu edinmişlerdi. Kızgınlıkları yüzlerinden hâl ve hareketlerinde adeta okunuyordu ve ilk cümleleri "Hani dindardılar, hani dine saygılı olacaklardı?" şeklinde sualleri oldu ve devamına "Hep, sandalye davasıymış, hep iktidar olabilmek içinmiş". Bakanlık emrine alınmalar, Cizrelere, Rizelere, Vanlara, Tatvanlara sürülme tehlikeleri, Hocamızın "Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır" emirlerini yerine getirmesine engel olabilecek nedenler olamamıştı.
Bilindiği üzere 1960 darbesinden sonra Merhum Alparslan Türkeş'in ricaları üzerine muhterem hemşehrimiz ve büyük âlimimiz Ö.Nasuhi Bilmen Hazretleri Diyanet İşleri Başkanlığını kabul etmiş ancak baskılara dayanamayarak kısa bir süre sonra ayrılmak zorunda kalmışlardı. İpler Başkan yardımcılığını yürütmekte olan bir emekli generalin eline geçmişti. Müftülüklere hiçbir mantık ölçüsüne sığmayan tamimler geliyordu. Bir gün İmamımız vaaz vermek için kürsülerinin merdivenlerinin basamaklarını çıkarken yine kızgın oldukları her hallerinden okunuyordu. Yine şimşeklerle yüklü bulutların ıstırabını tartışıyorlardı. Sözlerine "Diyanet İşleri değil, Hiyanet Reisliği" şeklinde başlamışlardı ve aynı üslupta devam edip gitmişti. Sivas hapishaneleri, Yassı-ada hücreleri ve hatta iplerde sallanmalar hocamızın hakkı korumak için almış oldukları fedâkârlıkların karşısında dize gelmekten kurtaramamıştı.
Hocamız geometri gibi, matematik gibi bazı fen bilimlerine de âşinâ olmalıdır ki Erzurum'da MÜVEKKİTLİK (zaman belirleyicisi) görevi O'na tevdi edilmişti. Takvimlerin yaygın olmadığı zamanlarda her şehir müftülüğü mahallî saatleri, ezan vakitlerini kendisi belirler, bunun için de konudan anlayan birisi görevlendirilirdi. İşte buna "Muvekkit denilirdi. İRTİFA cihazı denilen bir alet kullanılarak güneşin durumundan gölgelerden yararlanılarak şehire has takvimler yapılırdı. Hoca Efendinin yapmış olduktan dönemeçti imsakiyeden bir örneği hâlen yakınlarınca korunmaktadır (İbrahim Hakkı Hazretlerinin oğullarından İsmail Fehim Efendinin güneş saati şeyhler camiinin dış duvarında iki yüz yıldan beridir ki zamanı göstermektedir).
Hocamız zaman zaman takvimini kontrol ederlerdi. Bunun için nedense hep kendilerinin de hemşehrileri olan Hacı Abdullah Efendinin evinin damını tercih ederlerdi. Mezkûr ev amcamların ki ile bitişikti. Biz çocuklar merak edip dama çıkmak istediğimizde büyüklerimiz "Efenin kafası karışır" diyerek mani olurlardı.
Hocamızın Erzurum halkında olduğu gibi, Erzurum uleması üzerinde de büyük bir saygınlığı vardı. Meselâ büyük âlimimiz Sadık Efendi her bayramın birinci gününün erken saatlerinde faytonla hep ziyaretlerine gelirdi. Genellikle amcamların evinin önünden geçerlerdi. Biz çocuklar hep gelecekleri anı takip eder, faytonun önünü keserek elini öperdik. Müftü Efendinin bu yüksek nezâketlerinin sebebini yıllarca Hoca Efendinin daha yaşlı olmasına bağlamıştım. Ancak, tetkikler sonucunda anlaşıldı ki müftümüz iki yıl daha önce dünyamıza şeref vermişlerdir. Makama da, yaşlılığa da belki ilim derecesine de ters gibi gözüken bu tavrın esrarı bu iki kutup arasında öbür tarafa taşınmış oldu.
Erzurum kültürüne büyük hizmetler yapmış olan Sebahattin Bulut ağabeyimiz "Erzurum'da İz Bırakanlar" isimli güzel eserlerinde Hocamız hakkında şunları söylemektedir "Erzurum'da birçok hoca camilerimizde imamet etmiş, evvelce icazet almış olanlar, kürsülerimizde vaaz ederek İslâm esaslarına göre cemaati aydınlatmış ve halka bir şeyler verebilme çabasını göstermişlerdir. Bu görevi yürüten hocalardan bazıları var ki saygın kişilikleri ile Erzurum'da İz bırakmışlar, öldükten sonra da dünyadaki tavır ve hareketleriyle, bilgi zenginlikleri ve görüş enginlikleri ile kendilerinden bahsettirebilmişlerdir. İşte bunlardan birisi de 1966 yılında kaybettiğimiz İmamı Hacı Hafız Muhammed Çelik Efendi'dir. Hacı Muhammed Efendi, Erzurum'da bir vaaz ustası, halkın icazet alma veya danışma kapısı bir insandı".
Hocamızın damatları ve hemşehrileri olan büyük âlim Mehmet Hilmi Efendi'nin (Müftü naibi), torunları değerli dostum emekli öğretmen Ahmet Çorapsız Bey'e göre, Hocamız, Gümrük Medresesi müderrislerinden Hacı Hüseyin Efendinin oğlu olarak İspir'in Cankar (Bozköy) köyünde 1887 yılında doğmuş, tahsilini babasından Gümrük Medresesinde alarak, müderris olmuş ve yıllarca Erzurum'un çeşitli camilerinde Fahri vaazlık yapmıştır". Bütün bunlara rağmen hocamız, İhmal camisi ile bütünleşmiş adı da onda fena bulmuştur. 15 Ocak 1966 yılında 79 yaşında iken dünyadan göç etmiş ve Erzurum Asri Kabristanını şereflendirmiştir.
Ortaokul 1.sınıfta amcamın oğlu Hayat ile aynı sınıfta idik ve hep birlikte giderdik. Her gün en büyük arzumuz Efenin yolumuza çıkması temennisiydi. Bu durumda mübarek elini öperdik. O'da bize "Uğurlar olsun" derdi. O ’uğur' temennisi Allah'a binlerce şükürler olsun ki yanm asra yakın bir zamandır ki hâlen daha devam etmektedir. Temennimiz yolun sonuna kadar devamını sürdürmesi, tüm dualarımız öbür tarafta da bizlere sahip çıkmasıdır. Rabbim Ruhlarını şad etsin. Amin.
.
Mustafa Çetin Baydar - 19/11/2013 - 17:27 -
|