1İBRAHİM HAKKI (1703-1780) Ailesi:
İbrahim Hakkı'nın ailesi hakkındaki en sağlam bilgi "Marifetnâme" adlı eserinde kendisinin verdiği bilgilerdir1. Burada verdiği bilgilere göre dedesi, Yu¬karı Pasin'in merkezi Hasankale ahalisinden Dursun Muhammed oğlu Molla Bekir adıyla tanınmış gayet misafirperver ve yardımsever, sözü dinlenir bir zat¬tır. Bu zatın 14 Rebiülevvel 1081 (1 Ağustos 1670) tarihinde bir oğlu dünyaya gelir. Babası Hasankale ahalisine ziyafetler çeker ve oğlunun adını Osman koyar. Osman Efendi yirmi yaşına kadar Hasankale'de keramet sahibi Karaşeyhoğlu Seyyid İbrahim Efendi Hazretleri'nden sarf, nahiv, fıkıh ve feraiz okuyup hadis, tefsir ve ilm-i akâidde ilerleyerek Derviş Efendi namiyle şöhret bulmuştur. Annesi hastalanıp vefat edince Derviş Osman Efendi babasının ıs¬rarıyla Kındığı'da2 sâdât-ı kiramdan Şeyhoğlu merhum Dede Mahmud'un kızı Hanife Hatun ile evlenir. Derviş Osman Efendi o kadar haya sahibidir ki zi¬yafet akşamı halktan utandığından kaçıp minarede gizlenmiştir. İşte İbrahim Hakkı'nın annesi bu mübarek soylu hatundur.
Babası Derviş Osman Efendi'ye ilk telkini yapan zat, bir güz akşamı ken¬dilerine misafir gelip hastalanarak 6 ay Hasankale'de kalan Özbekli Derviş Zekeriya'dır. Derviş Zekeriya, Osman Efendi'ye günde on bin kere kelime-i tev¬hidi tekrar etmeği tenbih eder.
Bu sırada Azak seferine giden babası Molla Bekir Kefe'de vefat eder. Ba¬basının vefatiyle ailenin bütün işleri, sıkıntıları Osman Efendi'ye düşer. Ba¬basının hasretiyle birlikte zikir ve tefekkürden geri kalır, huzuru iyice kaçar, asabileşir. Bunlara bir de her sene bir oğlu olup üç dört aylık olunca ansızın beşikte ölmeleri eklenince Osman Efendi dünyadan soğuyarak şaşkınlığa düşer. Tarih H. 1110/M. 1698 ve Osman Efendi otuz yaşındadır.
İbrahim Hakkı Marifetnâme'nin müteakip sahifesinde kendi doğumuyla il¬gili olarak da şu bilgileri vermektedir. Derviş Efendi'nin sıkıntıları devam eder¬ken tarih H. 1115/M. 1703 yılına ulaşmıştır. Muharremin ilk cuma gecesi (17 Mayıs Perşembe) istihareye yatan ve rüyasında terk-i dünya ve taleb-i Mevla (manen dünyadan uzaklaşarak Allah'a yakınlaşma) ile memur olan Osman Efendi uyandığında seyahat ve mürşid-i kâmil bulmak arzusiyle dolar.
İşte o 'gecenin sabahı "18 Mayıs 1703" güneş doğarken bir oğlu dünyaya gelmiş, ismi" İbrahim Hakkı" olmuştur. Derviş Osman Efendi oğlunun do¬ğumuyla maddî manevî sıkıntılardan kurtulmuş, Allah'ın inâyetiyle selamet bulmuştur. İbrahim Hakkı doğumunu şu üç beyitlik manzumeyle özetlemektedir:
Hicretin tarihi bin yüz on beş oldı bahar
Kala-i Ahsende İbrahim Hakkı doğdı zar
İhtiyarî Um idi ta sâl-i bin yüz kırka dek
Aşka düşdi arif oldı vecd ü hâli kıldı kâr
Sâl bin yüz etmiş oldı sinn-i Hakkı elli beş
Kendi kârı bâr-u varı ihtiyarî kıldı yâr
İbrahim Hakkı'nın doğumundan sonra da babası Derviş Osman Efen¬di'nin, mürşid arzusuyla seyahat fikri şiddetlenerek devam eder. Hasankale'de rahatı yoktur. Bir gece gizlice Erzurum'a taşınır. Osman Efendi bütün bu çek¬tiklerini çok samimî bir ifade ile defterine yazmıştır.1 İbrahim Hakkı da onun anlattıklarını daha genel olarak Marifetnâme'de sunmaktadır.
1117 Recebinde (1705 Ekim ayının 19'undan sonra) Erzurum'a taşınan Osman Efendi, kardeşiyle birlikte bir manav dükkânı tutarlar. Fakat onun mu¬radı okumaktır.
Bu sıralarda Gülahmet'teki camide ramazan-ı şerîfte imamlık için va¬zifelendirilir. İstemiyerek kabul ettiği bu görevin yanı sıra Habib Efendi'den ta¬savvuf okur. Habib Efendi'nin Mehdi Mahallesi'nde yaptırdığı caminin imam-lığını yine biraz da ailesinin baskısıyla yürütmeğe gayret eder. Bu esnada eline geçen ve Habib Efendi'nin de çok beğendiği "Es-Seyrü ve's-Sülûk ile'l-Mülûk" adlı kitabı Habib Efendi ile birlikte okumağa başlar. Ancak kendisindeki se¬yahat arzusu da şiddetini kaybetmediği gibi daha da artmıştır.
O günlerde Lala Paşa Camii'ne Özbekli bir tasavvuf ehli vaiz gelmiştir. Osman Efendi bu zatı kendisine mürşid ittihaz etmek ister. Fakat Osman Efen¬di'den hoşlanan, onun isteğini kabul eden vaiz o gece murakabesinde Hak Teâlânın bildirmesiyle Osman Efendi'nin bir büyük manevî sahibinin olduğunu, 6 yıldır kendisine iştiyakının bulunduğunu ve 2 yıla kadar görüşmenin mü¬yesser olacağını öğrenir. Ertesi gün bu müjdeyi İbrahim Hakkı'nın babasına verir ve bu yüzden kendisini kabul edemeyeceğini bildirir.
Osman Efendi söz verilen sahibini bulmak için ârif-i billah Eyüp Efendi'yi seyahat arkadaşı edinmek ister. Ancak Eyyüb Efendi onun bu isteğini kabul ederse de daha vaktinin gelmediğini söyler. Eyyüb Efendi'yi kendine mahrem edinen Osman Efendi onun yol göstermesiyle olgunlaşır.
1709'da pek hoşnut olduğu hanımı Hanife Hatun ahirete göç eder. İb¬rahim Hakkı altı yaşında öksüz kalır.
Bir müddet sonra Osman Efendi, mahremi Eyyüb Efendi'nin işareti v raberliği ile 1710 yılında İbrahim Hakkı'yı kardeşlerine emanet ederek ye karlar. Bitlis'e oradan da hac niyetiyle, Hizan'dan Siirt'e giden kervan ik daş olup Tillo (Aydınlar) nam karyede Şeyh İsmail adlı bir azizin hal işitirler. Kervandan bir ihtiyarı göndererek ziyaret için izin isterler. Şeyi zurum'dan gelen bu iki kişiden birinin yine Erzurum'a döneceğini biriniı nında kalacağını söyler.
Şeyhe bağlanarak orada kalan Osman Efendi'dir. Osman Efendi'ni hatsızlığı geçer, huzur ve sükûna kavuşur.
Ertesi yıl amcası Şeyh Ali, dokuz yaşına girmiş olan İbrahim Hakkı babasının yanına Tillo'ya götürür. İbrahim Hakkı babasıyla birlikte Şeyh Fakirullah'ın kendi evinin karşısında onlar için yaptırdığı hücrede yaşar başlarlar. Osman Efendi kendisine hücredaş ettiği oğluna ölünceye kada burada şefkat ve sevgiyle ilim öğretip terbiye kılmıştır. Osman Efendi hayata
gözlerini bu hücrede kapamıştır. İbrahim Hakkı Marifetnâme'de1
".......beni yâr-ı garım, peder ü mâderim ve gam-güsârım ve hücredâşım ve gurbet daşım Derviş Osman Efendi cuma gecesi sabaha yakın dünyadan âhiret
tikal etmiştir........"
diyerek babasının vefat tarihi olarak H. 1132 R (Mayıs 1720) yılını vermiştir.
Onyedi yaşında babasını kaybeden İbrahim Hakkı aynı yıl Tillo'dan Erzurum'a amcalarının yanına döner. Molla Muhammed, Ali Çelebi ve Malı adlarında üç amcası vardır.
Amcaları İbrahim Hakkı'dan hiçbir işe karışmadan yalnız ders okumasını isterler. Büyük amcası Molla Muhammed'le birlikte kalan İbrahim Hakkı sekiz yıl durup dinlenmeden okumuş, tahsiline devam etmiştir. Tahsil yaptığı medreseler ve ders okuduğu hocalar hakkında kesin bir bilgi yoktur. Ancak! yetişmesinde babası Osman Efendi'nin ve şeyhi İsmail Fakirullah'ın hissesi büyüktür. Elli yıl Erzurum'da ilim, eğitim ve öğretimle uğraşan divan sahibi Hazık Efendi ile Farsça okur.
Babası gibi İsmail Fakirullah'a çok içten bağlı olan İbrahim Hakkı tahsilinin hatırı için sekiz yıl Şeyhinin hasretine katlanır.
Nihayet 1728 yılının ilkbaharında ikinci defa Tillo'ya şeyhi İsmail Fakirullah'ın yanına dönerek babasının hücresine yerleşir. Yedi yıl boyunca şeyhinden tasavvuf talim etmiş bu meslekte iyice ilerlemiştir.
Sevgili mürşidinin 1735'de vefat etmesiyle Tillo'da tekrar yalnız kalan İbrahim Hakkı tekrar Erzurum'a döner.
Bu seferinden dönüşünde Hasankale'ye çekilerek meşhur eseri Marifetnâme'yi bitirir.
1759 tarihinde oğlu Osman Nedim genç yaşta vefat etmiştir.
1760 da Sultan III. Mustafa (1757-1774) tarafından Abdurrahman Gazi Vakfı zaviyedârlığı yenilenen İbrahim Hakkı bu tarihlerde Hasankale'de talebe okutmakla meşguldür. Gönlüne aziz şeyhinin mezarını ziyaret arzusu düşen İbrahim Hakkı işlerini düzene koyar. Erzurum'daki evini içinin eşyası ile birlikte oğlu İsmail Fehim'e, Hasankale'deki evini eşyasiyle ve Erzurum Gez mahallesindeki bir bostan tarlasının yarısını altı yaşında bir çocuk olan oğlu Muhammed Şakir'e bağışlar. Eşlerinden Fatma Hanım da bu sıralarda ölmüştü.
12 Temmuz 1763'de üçüncü defa Tillo'ya gitmek için Erzurum'dan ayrılır. Tekman-Hınıs-Muş yoluyla 12 günde Bitlis'e iki gün sonra da Siirt yoluyla Tillo'ya ulaşır.
Şeyhinin vefat eden oğlu Abdulkadir'den olan torunları Hamza Ganiyullah'la Mustafa Fâni, İbrahim Hakkı'nın bu gelişinden pek ziyade memnun olurlar. Onu Tillo'da alıkoyabilmek için kız kardeşleri Fatma Azize ile evlendirirler.
Aynı sene Erzurum'dan eşi Züleyha Hanım ve dostu şair Hazık Efendf nin ölüm haberi gelir. Her ikisine de bir tarih manzumesi yazar.
1764 yılının Nisan sonlarında kayınbiraderleri ile ikinci Hac yolculuğuna çıkar. Bu sırada Firdevs Hanım oğlu İsmail Fehim'i hac dönüşü İbrahim Hakkı'yı doğrudan doğruya Erzurum'a getirmesi için gönderir. Baba-oğul Halep'de karşılaşırlar. Ancak dönüşleri yine Tillo'ya olur. Yol emniyeti ol¬madığından 1764 kışını orada geçirirler.
İbrahim Hakkı'nın o sene Fatma Azize'den bir kızı olur. Annesi Hanife Hanım'ın adını verir. Tillo (Aydınlar)'daki torunları bu hanımından devam etmistir.
Bir yıl sonra 1766'da Firdevs Hanım'dan olan oğlu 28 yaşlarındaki Ahmed Naîmî'nin vefatını öğrenir. Ders verdiği talebelerini dağıtmak is¬lemediğinden oğlu İsmail Fehim'i annesi Firdevs Hanım'ın yanına gönderir. Bir müddet sonra da kendisi Erzurum'a döner.
1768 yılında zamanın Erzurum müftüsü Şeyh Mustafa ile üçüncü ve Sonuncu hac yolculuğuna çıkar. Dönüşünde Firdevs Hanımın vefatını öğrenir. Artık Erzurum'da pek yakını kalmamıştır. Hasankale'deki hanımı Belkıs Hanımın ve oğlu Muhammed Şakir'in yanına gider. İki üç yıl burada oğlunun ve talebelerinin yetişmesiyle meşgul olur. Küçük oğlu Muhammed Şakir onbes yaşına girmiştir.
177I yılı sonbaharında oğlu İsmail Fehim ile birlikte dördüncü ve sonuncu defa Erzurum ve Hasankale'ye veda ederek Tillo'ya doğru hareket ederler.
Tillo'ya gelişinin ikinci yılında Fatma Azize Hanım'dan Şcmsa Ayşe adını verdiği kızı dünyaya gelir. Bu kızı kendi vefatından sonra genç yaşta bekâr ola¬rak ölmüştür.
1775 baharında İbrahim Hakkı hastalanarak yatağa düşer. Altı yedi ay sonra eylül sonlarında yataktan kalkar. Ancak birkaç ay sonra tekrar rahatsızlanır ise de çabuk iyileşir.
1778 yazında Tillo'daki eşi Fatma Azize Hanım kısa bir rahatsızlık so¬nunda vefat eder. Çok sevdiği şeyhinin kutsal bir yadigârı gözüyle baktığı bu hanımının ölümü İbrahim Hakkı'yı pek üzmüştür.
Yetmişbeş yaşına gelmiş olan İbrahim Hakkı da ölümün kendisine çok yaklaştığını duymuştur. Erzurum ve Hasankale'deki işleri düzenlemek maksadiyle de oğlu İsmail Fehim'i 1779 eylülünde talimatlar vererek Erzurum'a göndermiştir. Ölüm kendisine sevimli gelmekte ve onunla ebediyete kavuşmak istemektedir. Ölmek redifli gazelinde şöyle diyor:
Ölmek gibi bu yandan doğmak gibi o yandan
Ab-ı hayat iç andan kim kevser oldu ölmek
Hak da'vet etse canı kabz eyler ol dem anı
Han zevk eder nihânî çün dilber oldu ölmek
Mevlânâ'nın "şeb-i arus" dediği ölüm gününe İbrahim Hakkı ((iyd-i ekber" demektedir.
Halk ölüm sandığı hoş vuslat imiş ey Hakkı ıyd-i ekberdir o, sanma ki memâtım geldi
Bir gün bir gece süren bir rahatsızlıktan sonra Hakk'm daveti vuku bulur iyd-i ekbere ulaşır. Takvim yaprakları hicrî 1194 yılının Cemaziyelahirinin on-dokuzunu göstermektedir. Miladî olarak "22 Haziran 1780" onun ahirete in¬tikal ettiği gündür.
ibrahim Hakkı, vefatından iki yıl önce yazdığı vasiyetnamesinde "Eğer şey¬himin köyünde ölürsem onun kubbesi altına beni gömmeyiniz. Onun ayak ta¬rafı evladı için kalsın. Beni babam Osman Efendinin kabrinin arkasındaki sah¬raya defnedin" demiş olmasına rağmen kayınbiraderi Mustafa Fani Efendi, ibrahim Hakkı'yı, çok sevdiği şeyhinden ayırmamak için onu da türbeye defnettirmiştir.
Babasının ölüm haberini Erzurum'da alan İsmail Fehim, Tillo'ya gider, ba¬basının kabrini ziyaret eder. Tillo'da kalamayan İsmail Fehim İstanbul'a, ora¬dan da Mısır'a gider. Kendisini en son 1783 yılı hac mevsiminde Mustafa Fani'ninoğullarından Hâmidü'1-Hâ-mid Mekke'de görür. Babası gibi astronomi bilimine merakı fazla olan İsmail Fehim, Hindistan hacılarıyla o zaman bu ilimde ileri olan Hindistan'a gider. Bundan sonraki hayatı hakkında bilgi yoktur.
KİŞİLİĞİ
İbrahim Hakkı ilim ve tasavvuf zevkini, okuma hevesini babasın¬dan almış ve ilk hocası da o olmuştur. Tefsir, hadis, akaid, fıkıh gibi ilimleri genç yaşında okuyan, Derviş Osman Efendi ilmi seven tasavufa meyli olan bir kimsedir. İbrahim Hakkı¬nın yetişmesinde, ki¬şiliğinin gelişmesinde asıl tesirli olan şeyhi İs¬mail Fakirullah'dır. Eser¬lerinde ve şiirlerinde şeyhini sık sık anmış bazı şiirlerinde de ona İzafeten "Fakirî" mahlasını kullanmıştır.
Şeyhine daha ya¬kın olmak için torunuyla evlenmiş, sağlı-ğında hizmetinde bu¬lunarak kendisini tasavvuf yolunda yetiştirmiş, ölümünden sonra da halifesi ol¬muştur.
ömrü boyunca imam ve vaiz olarak halkı irşad etmeğe, gönülleri aydınlatmağa çalışmış ve hayatında kimseyi incitmemiştir. Kendi aile efradını olduğu kadar Hasankale, Erzurum ve Tillo'da da bir çok öğrenci okutmuş, ye¬tiştirmiştir.
İlme çok önem veren İbrahim Hakkı eserlerinde İlâhî aşkı gönül saflığını, güzel ahlâkı, müslümanca yaşamayı işlemiş ve öğütlemiştir. Bu güzel şeyleri yalnız yazmakla, öğütlemekle kalmamış bizzat nefsinde yaşamıştır. Mala mülke meyletmemiş, olanı da sağlığında çocuklarına paylaştırmış, kendisi münzevî ve mütevazi yaşamayı tercih etmiştir.
İbrahim Hakkı sadece dinî, tasavvufî mânâda bir âlim ve şair değil devrine göre tıp, astronomi, matematik, fizik gibi müsbet ilimlerle de uğraşan bir fen adamıdır. Ömrü boyunca ilimle meşgul olmuş ve ilmi Hakk'a ulaşmaya bir va¬sıta olarak görmüştür.
ESERLERİ
İbrahim Hakkı'nm eserleri değişik kaynak ve kişilerce ellinin üzerine çı¬karılmış olsa da bizzat kendisi onbeş eserinin olduğundan bahisle bunlardan beş tanesini "usûl-i hamse"(aslî), on tanesini de "fürû-i aşere" (ikinci derecede) olarak değerlendirmiş. İlk beş eserine "Ana" diğerlerine ise bu beş anadan doğma "Evlâd" demiştir. Ana dediği ilk beş eserini 1755-1765 tarihleri ara¬sında, evlâd dediği on eserini de 1767-1777 yılları arasında yazdığı an¬laşılmaktadır. Bu onbeş eser şunlardır:
Ana eserler
1- Divan
İbrahim Hakkı'nın ilk eseri olduğunu söylediği Divan'ı 1168/1755 yılında tertip edilmiştir. Oğlu İsmail Fehim için yazmıştır. Baş tarafta bulunan ka¬sidelerden sonra 'İlâhinâme" adını verdiği gazellerinin bulunduğu kısım gelir. En son gazelinde bildirdiğine göre gazellerinin sayısı bir yıl sayısı kadar, yani 366 tanedir. 6 ayda tamamladığını yazmaktadır. Genellikle 7 beyitli olup elif-banın her harfinde gazeli vardır. Divanındaki manzumelerden bir kısmı, Marifetname'de ve diğer eserlerinde de geçmektedir.
Gazelleri müteakiben müseddes ve muhammesler, daha sonra müfredat kısmı gelir. Burada aruz vezniyle yazılmış olmak gibi bir özellik gösteren 15 mani vardır. "Saadetnâme" başlığı altında 80 rubâîsi bulunmaktadır. Son gazelinde olduğu gibi son rubaisinde de rubailerinin sayısını, adını ve 1168/ 1755 yılında tamamlandığını bildirmektedir.
Rubailerinden sonra Fakîrî mahlasiyle Arabistan'da Arapça söylediği muhammes şeklinde bir şiiri ve daha başka Arapça, Farsça ve Türkçe şiirler, "Vaslnâme" adında 117 beyitlik manzum bir mektubu, daha sonra pendnâme, şükürnâme gibi kasideler, mesnevi ve kıt'a, müstezâd, gazel şeklinde man zumeler mevcuttur.
2- Marifetnâme
İbrahim Hakkı asıl şöhretini sağlayan bu eserini 1170/1757 yılında Hasankale'de tamamlamıştır. Bu eserini de Firdevs Hanından olan oğlu Ahmed Naîmî için yazmıştır.
Bir çok baskısı yapılmış eserin pek çok da kıymetli yazma nüshası mev¬cuttur. Kendi ifadesine göre bu eseri yazmak için 400 kitaptan faydalanmıştır.
Çeşitli konulardan meydana gelmiş olan bu ansiklopedik eser 1 mukaddime, 3 fen ve 1 hatime olmak üzere 5 bölümden meydana gelmiştir.
Mukaddimede alemin yaratılışı, gökler, melekler, cennetler, cennetlikler, Hamd Sancağı, güneş, ay, yıldızlar, ay ve güneş tutulması, Kaf Dağı, arzın katları, cehennemler, cehennemlikler, Adem'in yaratılışı, kıyamet alametleri ile ilgilidir.
Birinci fen hikmet, felsefe ve tasavvufla ilgili olarak cevherler, arazlar, akıl lar, nefisler, gökler, anasır-ı erbaa (hava, su, ateş, toprak), mevalid-i selâse (cisimler, bitkiler ve hayvanlar), mahlukatın ve insanın tekâmülü, devriye, aritmetik, geometri, astronomi ve astroloji, atmosfer, hava özellikleri, denizlerin, karaların faydaları, iklimler, kıt'alar ve ahalisi gibi benzeri konulardır. Ayrıca 193 beyitlik aylara, günlerin uzayıp kısalmasına, hilal ve bedire dair uMenâzilü'l~Kamer" yine manzum ve mensur olarak yazılan hicrî ve rumî ta¬rihlerle ilgili "Gurrenâme" ile gezegenler ve takvime ait bilgilerle, kamerî yılın şemsî yıla çevrilmesini izah eden yüz beyitlik "İhtiyârâtü'l-Kamer" gibi daha önce yazılmış kısa eserler de bu kısma dahil edilmiştir.
İkinci fen, anatomiyle, insanın vücut yapısıyla, cihanın insanı müşfik bir anne gibi beslemesiyle, uzuvlar ve kemiklerle mafsal ve adalelerle, sinirler ve damarlarla, beden yapısı ve karakter arasındaki münasebetlerle, kadınlardaki güzellik hususiyetleriyle, uzuv seğirmeleriyle, rüya tabirleriyle, ruhla ve beden sıhhati ve korunmasıyla, cimanın, hamamın, ilaç ve gıdaların, yemenin, içmenin, giyinmenin ve süslenmenin adab ve kaideleriyle, ölümün fazilet ve faydalalarıyla, hakikatıyla, ruhun bedenden ayrılmasıyla ilgilidir.
Üçüncü fen, insanın bilgisizlik ve gafletle hayvana benzemesi, Kur'ân'la hidâyet, Hz. Peygambere tabi olma ve bid'atlardan uzaklaşma, kalbin itikadını düzeltme, ehl-i sünnete uyma, namazın edası, dünyanın faniliği, marifetullah, akil, kalbin büyüklüğü ve genişliği, ruh ahvali, az yemenin, az uyumanın, az konuşmanın, uzletin, devamlı zikrin, tevekkülün, tefviz (işini Hakk'a havale) ve Masuiniyetin fazilet ve şartları, sabır ve tahammül, kazaya rıza, nefsi bilmenin Hakk'ı bilmek olduğu, mahabbetullah'ın fazilet ve mertebeleri, Nakşibendî tarikatının erkânı, sapıklığa düşenler, tasavvuf ehlinin on iki fırkası, yedi nefs, şeyhi İsmail Fakirullah ve babası Derviş Osman Efendi hakkındadır.
Hâtimetü'l-Kitab bölümü ise ahlâk ve muaşeretle ilgilidir. Hz. Pey¬gamberin güzel ahlâkından, halka karşı muameleden, evliliğin faydalarından, alimin talebelerine karşı ve talebelerinin hocalarına karşı nasıl davranmaları lazım geldiğinden, kişinin anne ve babasına karşı davranışından, arif bir kimsenin evlenirken dikkat edeceği hususlardan, erkekle kadının sohbet ve ülfetinden, akrabaların birbirleriyle sohbet ve ülfetinden, komşularla münasebetler, alimlerin, fakihlerin, veli ve şeyhlerin halk ile olacak muamelelerinden, kulun uzuvlarını günahlardan korumasından, fakirlik ve zenginlik sebeplerinden bahsedilir.
3- İrfaniyye
1174/1761 yılında meydana getirilmiş bir eserdir. Konusu "Men arefe nefsehû fekad arafe Rabbehû (nefsini bilen Rabb'ini bilir) hadis-i şerifini şerh ve izah için yazılmıştır. Elli yedi değerli eserden seçmeler yapılarak hazırlanan bu eserin birinci bölümü Arapça, ikinci bölümü Farsça ve üçüncü bölümü Türkçe'dir. Hepsi aynı konu ile ilgilidir.
4- İnsaniyye
1176/1763 yılında tertip olunmuş bu eser güldeste (antoloji) şeklinde bir eserdir. Arapça, Farsça ve Türkçe 160 kitaptan seçilmiş şiirlerle meydana ge¬tirilmiştir. Seçilen parçalar tasavvuf! ve didaktik mahiyetlidir. 1. bölümde Arap¬ça, 2. bölümde Farsça ve 3. bölümde Türkçe şiirler bulunmaktadır. Türkçe bö¬lümünde Fuzûlî, Hamdullah Hamdi, Yazıcıoğlu Mehmed, Kemal Paşazade, Yunus Emre, Taşlıcalı Yahya, Niyazi-i Mısrî, Cevrî, Hayretî, Süleyman Çelebi, Lamiî, Fehim, Hakânî, Şahidi, Nef'î, Nâbî, Sabit, Hazık, Rûhi-yi Bağdadî ve İbrahim Hakkı gibi şahsiyetlerin şiirleri vardır.
5- Mecmûatü'l-Meânî
1178/1765 de Erzurum'da yazılmıştır. Tevekkül, tefviz ve rıza gibi muh¬telif konulardan bahseden bu eser Arapça, Farsça ve Türkçe karışık olarak manzum ve mensur parçalardan meydana gelmiştir. Eserde ayrıca kendi eser¬lerinden ve başkalarından seçmeler doğum, ölüm v.s. tarihleri ve bazı mek¬tuplar bulunmaktadır.
Evlâd Eserler
1-Tuhfetü'l-Kirâm
Mecmûatü'l-Meânî'den seçmelerle 1180/1766 yılında Tillo'da yazılmıştır.
2- Muhbetü'l-Kelâm
İbrahim Hakkı'nın ikinci evlad eser olarak gösterdiği bu eserin kaynağı da Mecmuatü'l-Meânî ve Marifetnâme'dir. Mensur olup Arapça ve Farsça ya¬zılmıştır.
3- Meşârikü'1-Yûh
1185/1771 yılında tertib olunmuş evvelki eserlerinden seçilmiş üç dilde şiirlerin bulunduğu bir antolojidir.
4- Sefîne-i Rûh
1187/1773 tarihinde yazılmış Türkçe, Arapça ve Farsça şiirler seçilerek 40 bölüm halinde düzenlenmiştir.
5- Kenzü'l-Fütûh
1188/1774 yılında tertip olunmuştur. Tasavvufî ve ahlâkî 1020 beyit var dır. 80 beyit Arapça geriye kalanlar Türkçedir.
6- Definetü'r-Rûh
1189/1775 yılında yazılmıştır. Arapça, Farsça ve Türkçe olarak telif edilmiş olan bu esere de Mecmuâtü'l-Meânî kaynaklık etmiştir. Cilâü'l-Kulûb ve İnsan-ı Kâmil risaleleri ile üç mektub ve 400 kadar çeşitli şiirler bulunmaktadır.
7- Rûhü'ş-Şürûh
1190/1776'da yazılmıştır. İlâhinâme'den seçilmiş çeşitli şiirleri ihtiva eder.
8- Ülfetü'1-Enâm
1190/1776'da yazılan bu eser de Marifetnâme'den çıkarılmıştır.
9- Urvetü'l-İslâm
1191/1777'de tertib olunmuştur. Daha çok dinî konuların yer aldığı eser 1 mukaddime 15 bölüm ve 1 hatimeden meydana gelmiştir.
10- Hey'etü'l-lslâm
1191/1777'de Arapça olarak yazılan bu eser Marifetnâme'den çı kırılmıştır. Astronomiye dair bilgiler mevcuttur.
Eserlerinden Örnekler:
Marifetnâme 'den:
Şakirdin Üstadından Taliminin Adab ve erkânını Bildirir
Ey aziz! Malum olsun ki ehl-i edeb de¬mişlerdir ki müteallimin alimden istifadesinin adab ve erkânı onbeşdir. Biri üstadına selam virüp ayağ üzre durmakdır. Ve biri üstadı izniyle oturmakdir. Ve biri namaz içinde gibi edebli kuud eylemekdir. Ve biri anın huzurunda az söylemektir. Ve biri üstadı sual eylemedikçe söylememektir. Ve biri andan istizan eylemedikçe sual eylememekdir. Ve biri falan senin hilafın demişdir demesiyle ana muarız gitmemekdir. Ve biri sevabı üstadından kendi a'leın «»I dııqu ana iş'ar etmemekdir. Ve biri anın meclisinde celisin kulağına mahfi söz söylememektir. Ve biri başın önüne eğip etrafına iltifat etmemektir. Ve biri anın melali indinde hatm-ı kelâm eylemekdir. Ve biri ol yoluna gider iken ana bir nesne sual etmeyip bilesince gitmektir. Ve biri anın cemi' evlâd ve levâhikine bile ta'zim ve ikram etmektir. Ve biri zahiri münker olan işte ana sû-i zann etmeyip sırrına yitmektir. Ve ol fi'lin sırrında anı en iyi şekilde bilsin ve sui zan arız oldukça anı en iyi şekilde Hazreti Hızır ile Musa Aleyhisselamın kıssasını tezekkür kılsın. Pes her talibi ilme lazımdır ki üstad ile âdâb-ı mezkûre üzre muamele idüp tahsili ilm eylesin. Nitekim denilmiştir: Muradına kavuşanlar hürmet ve ta'zim ile kavuşmuşlar , erişmeyenler ise hür met ve ta'zimi terk ettikleri için erişememiştir. Beyt:
Üstadına ta 'zim et zira ki denilmiştir
Bir harf eğer öğretsen ben kul kölen olmuştum
Ademin valideyniyle (anne ve babasıyla) sohbet ve ülfetinin âdap ve erkânın bildirir:
Ey Aziz! Ma'lum olsun ki ehl-i kimsenin valideyniyle sohbet ve ülfeti sözlerin istima' etmekdir (dinlemektir)ve biri emirlerine imtisal (tam bir itaat) ile gitmekdir. Ve biri anlardan izinsiz oturmamaktır. Ve biri kıyamı (ayağa kalkması) için ayak üzre durmaktır. Ve biri onların önünce bir yolda gitmemektir. Ve biri anların savtından (seslerinden) ref'i savt (sesini yükseltmemek) etmemekdir. Ve biri anları isimleriyle da'vet etmemekdir. Ve biri da'vetlerine (çağırmalarına) icabet edip lebbeyk (buyrun) söylemekdir. Ve biri hizmetlerinde sür'at eylemekdir. Ve biri anların rızaların talebde haris (çok is¬tekli) olmakdır. Ve biri anlara kol kanat best idüp (gerip) hürmet kılmakdır. Ve biri anlara iyiliği başa kakmamakdır. Ve biri anlara hiddetle nazar etmemekdir. Ve biri anların yüzüne karşı yüzin ekşitmeyüp güleç yüzle ve tatlı sözle ha¬tırların mutayyeb (hoşnut) kılmakdır. Ve biri emirleri olmadıkça gurbete gitmeyüp yanlarında kalmakdır. Pes herkese lazımdır ki valideyniyle bu âdâb üzre sohbet ve ülfet ede ve her hizmetlerin görüp rızaların gözede. Beyt:
Rızâ-yı Hakk rıza-yı vâlideyn içre bilinmiştir
Ki cennet ümmehat akdamı tahtında bulunmuştur.
(Allah'ın hoşnutluğu ana ve babanın hoşnutluğu içindedir. Çünki Cennet anaların ayakları altındadır) Marifetnâme, s. 539-540
.
Mustafa Çetin Baydar - 19/11/2013 - 17:27 -