1Büyük Veli. büyük halk önderi
MAHMUT VEHBİ EFE
"Bir kevele hüründüm Vehbi diye göründüm"
Cemalettin Revnakoğlu
sıtkıaras
Bir Eylül güneşi solgun solgun Karga Pazarı dağlarının arkasında kayboluyordu... Bütün çiçekler kurumuş, ağaçlar solmuş, su şırıltıları kesilmiş, kuşlar Pasinler Ovası'ndan göç eylemişlerdi. Bir daha güneşin doğmayacağını, yağmurların yağmayacağını, güllerin açmayacağını, bülbüllerin ötmeyeceğini, Köroğlu'na ab-ı hayat içiren Araş'in akmayacağını sanmışlardı Pasinliler.
Evet, artık güneş kimin üzerine doğsun, yağmur kimin üzerine yağsın, güller kimin için açsın, bülbüller Pasin'de kimin için ötsündü. Kıyısında O gezmedikten sonra Aras'ın akmasının artık ne anlamı olurdu. Büyük bir matem ve keder içerisinde Pasinçalkanıp duruyordu. Gözler yaşlı, göğüsler hıçkırıktı, çehreler asıktı Pasin'de. Her tarafı kara bir duman gibi kaplayan yas Pa-sin'in göbeği sayılan Epsemce düzlerinden kalkıyor, her evden bir ölü çıkmışçasına her ferdin göğsüne boşalıyordu.
Artık her yıl milyonları, milyarları yutan YSE'ler DSİ'ler kurulsa da kimseler yapmayacaktı. Pasinlerin köprülerini, yollarını. Yaz demeden, güz demeden, kar demeden, hastalık sağlık demeden, dağlan, taşlan yarıp, sularını akıtan Pasinler'in Efeleri gitmişti. Gitmişti büyük âlim, büyük veli, büyük düşünür, büyük mutasavvıf. Büyük halk önderi Vehbi Efendi terk-i diyar eylemişti bu fenadan o cennet bağına ve aynen Yunus'un kurtuluş vesikası almışcasma;
"Sırat kıldan incedir, kılıçtan keskincedir Damı damın üstünde orda yapasım gelir".
demesi gibi, O da bir ömür boyu kalbinden aşkını çıkarmadığı Rabbinin lütfuna güvenerek;
"Cennet bahçesinin gonca gülüne Şeyda bülbül gibi uçup giderim" diyordu. Ve uçup gitmişti. Bu büyük göçü, Üryanî isimli vefakâr ve isimsiz kahraman, şöyle dile getiriyordu: "Taziyeler yarın darül amane Gönül ikliminin sultanı gitti Okunsun daima ehl-i imâne Hidayet rahının burhanı gitti."
Kimdi bu Vehbi Efe? Bu kadar insanı yaslara boğduğu halde niçin bir daha anılmamıştı? Neden ölümünden ancak çeyrek asra yakın bir zaman sonra, hiç de layık olmadığı bir kalemle anlatıla-biliyordu.
Çünkü Musevi değil, Hiristiyan değil, Budist değil, İslâm da-hisivdi O!...
Çünkü Amerikalı değil, Avrupalı değil, Hintli, Çin'li, Yemenli değil. Anadolulu idi. "Evet ne hikmettir bilinmez, dünya içinde doğununun, doğu içinde Anadolu'nun. Anadolu içre Erzurum'un bahtı karadır böyle".
Her dara düşüldükçe ilk baş vurulan yer Erzurum, her başı sıkılan soluğu Erzurum'a Erzurumlu'ya sığınmada alır. Kan akıtmada en başta, imar ve iskanda en sonda hatırlanan beldedir. Erzurum'un yetiştirmiş olduğu büyük evlatlarının talihi de böyledir. Önünde çarların, kayserlerin, şahların, kralların diz çöküp etek öptükleri Sultan Murad'a dahi pervasızca haykırabilen mertlik ve sanatındaki üstünlüğü ile divan edebiyatının tahtına oturması gereken Nefi'leri, zamanında .hayallerin yetişemediği yere kolunu uzatabilen İbrahim Hakkı'ları. zaman ve mekân sınırını aşan büyük veli Hacı Haşıl'ları ve mertlik heykeli olan Hüseyin Avni'leri hep bu kara talih yani Erzurumlu olma şanssızlığı unutturmuştu. İşte bunlardan birisi de Vehbi Efe idi. O da onların akıbetine uğramaya mahkumdu. Fakat o kendisini tanıyan bütün insanların o büyük yerleri olan gönüllerine taht kurabilmişti. Esas olan da bu değil miydi.
Muhterem Topçu hocamız Fatih hakkındaki bir yazılarında aynen şöyle der: "İnsan denen şahsiyet köklerini maziye salmış bir ağaç gibidir. Kökler yüzyılların derinliğine gömülürse şahsiyet büyüktür, bin yılları aşarsa harikadır." Bu cümlelerin ışığı altında Vehbi Efe'nin şahsiyetine harikadır diyebiliriz. Çünkü O Seyit, yani Efendimizin neslidir, mazisi O'na dayanır ve bin yılları aşar. Aslında Efendimizin nesli olmasa bile O'nun için fazla bir eksiklik olmaz. Çünkü her haliyle mazisini O'na dayayabilmektedir. Sonra ağabeyinin Mehmet Lütfi Alvari'nin olması O'nun nesebi hakkında kafi bilgi vermektedir. ■
Hayatı üzerinde pek fazla-durmayacağım. Çünkü ne kadar yaşadığı değil nasıl yaşadığı mühimdir. Ancak 1873 yılında Pasin-ler'in Kındiğı, bugünkü ismiyle Altınbaşak Köyü'nde doğduğunu, tahsilini hususi olarak Bitlis'te Küfrevi şeyhlerinin yanında yaptığını. Nakşibendi tarikatına mensup olduğunu ve 1947'de yine Pasinler'in başka bir köyü olan Epsemce'de bu dünyadan göç ettiğini belirtirsem yeter kanaatindeyim.
Mühim olan nasıl yaşamış olduğudur demiştik. Bunu şu kutsi cümle doğrular; "Nasıl yaşarsanız, öyle ölürsünüz; nasıl ölürseniz, öyle haşrolunursunuz. "İşte yaşamadan istenen şey yaşadığı gibi öleceğinin sırrını bilmek ve öyle yaşamak, nerden ve niçin geldiğini bilmek ve öyle yaşamaktır. Fakat bu cihan köprüsünden geçen, milyarlarca insan arasında çok azdır bunlar. Tıpkı yıldızlar aleminde isimli yıldızlar gibi. Çünkü böyle yaşama cefa ister, icabında baş ister. Şairin dediği gibi;
"Ne baş yedi ne kan içti bu meydan Bu meydan aşıktan canını ister".
Çekinmeden söyleyebiliriz ki bu meydanın baş erlerindendir. Vehbi Efe, Yani o yıldızlar aleminde bir isimli yıldız. Gerçi o başını vermedi ama hayatında çekmiş olduğu çileler hapisler, kitaplarının yakılması yüzbinlerce baş vermeye değerdi. Bütün bunların yanında Vehbi Efe'nin asıl üstün tarafı O'nu o isimli yıldızlar arasına sokabilen, yukarda da bir nebzecik bahsettiğim gibi haV ka hizmet götürmesi, halka ruh götürmesi, asırların hışırıyla budanmış Anadolu köylüsüne şuur suyu götürmesiydi. Yunus Emre kırk yıl şeyhinin evine odun taşımıştı. O aynı derecedeki hizmetleri yüzlerce köyün onbinlerce ailesine yapmıştı.
Evet Pasinler'in her köyüne çeşme, köprü, yol, her evine hela... O'nu yazın en kavurucu sıcaklarında yol taşları temizlemede kayaları yarıp, sular akıtmada kışın en dondurucu ayazlarında baltalarla yol açarken, buzlan kırarken görürdünüz.
Çok zaman hasta olduğunu işitip ziyaretine gelenler O'nu elinde kazma ve kürekle görürlerdi. Hastalığının en büyük ilacı herhangi bir köyde bir köprünün, bir yolun yıkılmasını işitmeşiy-di, O'nun başka bir üstün tarafı da çevresinde hiç bi'r emniyet mensubunun yapamadığını yapıp asayişi sağlayabilmesiydi. O'nun sağlığında Pasinler Ovası'nda ciddi olarak hiç bir geçimsizlik görülmemişti.
O bütün haraketinde üstad olarak Yunus Emre'yi almıştı. Hani demişti ya Yunus;
Yaradılanı hoş gör Yaradandan ötürü."
O'da yaratılan her şeye "mademki yaratılmıştır hoştur" diyordu. Bu yüzdendir ki yapmış olduğu köy çeşmelerinin menbaın-dan çıkan kurbağalara "Su bülbülü" diyor, hiç birinin burnunu kanatmadan kovalarla başka bir dereye taşıyordu.
Yine Pasinler'in eşraflarından Ahmet Turan Bey anlatmaktadır: "Efe bir gün bizim haneye şeref vermişler ve hane halkının hayvanları sulamada kullandığı kurunun (yalak) içerisinde abdest almış olduklarına şahit olmuşlardı. Hiç unutmam ipekten daha yumuşak olan Efemiz celallanmış sertleşmişti ve "Demek öyle, sizin ayağınızın kirli suyunu onlar içsinler, ve size temiz süt versinler" cümlesini kondurmuşlardı. Ertesi gün uyandığımız zaman Efe'nin yatmış olduğu odada abdest almak için bir kerhiz inşa edilmişti".
Efe'ye hanımları bir gün bulgur pilavı pişirirler. İçerisinde mercimek yoktur. Birden boş bulunarak "mercimek niye katmadın" der. Hemen beynine kan hücum eder, kaşığı bırakıp tövbeye başlar. Nefsi için belki de ilk defa bir istekte bulunmuştur. Dışarı çıkar. Kapının önünde bir köpek yatmaktadır. Şu kıtayı orada söyler;
"Köpek sen benden alasın ki .
Kürkün eskimek bilmez
Tabiat ehlidir ehlin • ■
Pilavın mercimek bilmez."
Yunus: "Yetmişiki millete bir göz ile bakmayan evliya olsa bile hakikatte âsidir"demişti. Vehbi Efe evliya idi- Üstadının nazarında âsi olamazdı ve olmadı da. Çevresinde mezhep gözetmeden, nesep gözetmeden herkesle dost olabilmişti. Devrine kadar çevresinde süregelen alevilik-sünnilik çekişmesine son verebilmişti. Ne acıdır ki alevilerin banisi iddiasında bulunan Fikret Oy-tam Cumhuriyet gazetesinde Ona aksi iddialarla iftira etmişti.
Onun bütün halk âşıkları gibi gönüller fethedip ve gönlün
bilinen o kumandanını bulabilmekti. Yine Yunus misali gerçek
Anadolu ağzıyla o gönül kumandanını aradığını şöyle dile getiri
yordu: :
"Ne kazandın bu fani dünya cihanı gezeli
Yürü dil mülküne Vehbi bir kumandan ara bul".
Yunus'un "Bir ben vardır bende benden içeri" demesine karşılık O da şöyle diyordu:
"Gönül ah eyleme seni sende bul _
Her dem ağlayanlar yola gelmiştir Ecel şerbetini içersin birgün Doğmadan ölümün bile gelmiştir."
O aynı şiirinde kainattaki her nağmenin ilahi aşk için çınladığını belirtiyor, onun bir zerresiyle Mecnunların çöllere. Keremlerin dağlara düştüğünü belirtiyor, bir kıtasında şöyle diyordu:
"Mansur'u yar için çektiler dare
Bulmadı Nesimi bu derde çare
Ferhat Şirin için düştü pek zare
Gözyaşı kan gibi sele gelmiştir.■" •
Bu şiirin son kıtasında Vehbi Efe yaşadığı devrin zulmünden usandığını ve bir kurtarıcıyı dört gözle beklediğini belirtiyor ve şöyle diyordu:
"N'ola bize gelsin muhbir-i sadık
İhlaslı, buluşlu güzel bir âşık
Hayatı Vehbinin ciğeri yanık
Şeyda bülbül gibi zara gelmiştir."
Efemiz büyük bir çevrecidir, büyük bir halk sağlıkçısıdır. Telkinleri halkın anlayacağı şekilde ve basitçedir. Yerlerde görmüş olduğu tüm kağıt parçalarını toplayarak duvar deliklerine sokar. Gerekçe olarak da "Bunlar cehennem ateşine karşı gölgelik olacaktır" der. Yerlere tükürmeleri ve benzeri kirletmeleri şiddetle reddederdi. "Şeytan bunları toplayıp, ölürken sahibine su niyetine verir ve imanını alır" der. Evlerde yiyeceklerin ve içeceklerin açık olmasına şiddetli kızar ve "Şeytan bunlardan yiyip, içerek bereketlerini götürür"der. İdrarların akarsuya sıçratılmalannı men eder ve "Kıyamette bunlar sahibinin kirpikleriyle toplatılır" der.
Krema makinesine Efenin "hastalık getirir" gerekçesiyle karşı çıkmış olması, çevrenin özellikle tek parti kodamanlarını şiddetli kızdırmış ve Efe gericilikle, softalıkla suçlanmıştı. İtiraf edeyim ki uzun yıllar, bir demir parçasıyla hastalığın ilgisini ben de anlayamamıştım. Sonradan öğrenildi ki buna sadece Vehbi Efe değil, bir çok tıp profösörü de karşı çıkmıştır.
Vehbi Efemiz yukarıda da dediğimiz gibi, gerçek bir velidir. Veli tipini kıymetli büyüğümüz Hacı Salih Sezgin Efendi şu şekilde dile getirmektedirler: "Dünyaya gözünü açan çocukları en basit oyuncaklarla oyalayabilirsiniz, büyümesine paralel olarak basit oyuncaklar çöpe atılarak daha mükemmelleri istenir. Delikanlılık çağında maddi duruma göre arabaların en lüks tipleri, hatta helikopterler, uçaklar talep edilir. Artık çocukluğun gözde araçları
olan bisikletler, motosikletler çöp kutusundadılar. Velilerin dünya ile ilgileri de böyledir... Derecelere göre dünya malına itibar edil¬mez. Öyle bir noktaya ulaşılır ki artık tüm dünyayı uzatsan elinin tersiyle iter."
Vehbi Efe hayatı boyunca devamlı surette bunu yaşamıştır. Hiç bir malı mülkü yoktur. Varlıklı bir dostu kendilerinin haber¬leri olmadan bir gün bir evi Efe'nin üzerine tapu ettirir. Bunu söyledikleri zaman Efe şiddetli ağlar ve "Allah'ın huzuruna tapulu mal ile gitmeğe utanmam mı?" diyerek tapuyu bozdurur.
Bütün velide olduğu gibi, Vehbi Efe'nin de halk arasında dil¬den dile dolaşan yüzlerce kerameti vardır. Bunlardan bir kaç ta¬nesi şu şekildedir:
Bir temmuz günüdür. Bir kağnı arabasıyla çevrenin önemli sayfiye yerlerinden Deliçermiğe gidilmektedir. Arabanın üzerin¬deki' beş delikanlının ellerinde birer şemsiye bulunmakta ve soh¬bet etmektedir. Çok uzaklarda birisi yolun taşlarını temizlemekte¬dir. Bu kişi sırtından hiç çıkarmadığı keveli ile Vehbi Efe'dir. De¬likanlılar içerisinde en yaşlısı ve ismi Zakir olanı "Biz böyle ha¬nım hanım oturuyoruz. Efe ise güneşin alanında taş temizliyor" selinde mırıldanır. Araba ilerler, ilerler, Efe'nin yanından geçer¬ken adet-i Osmaniye'ye göre en yaşlı olanı selam verir. Efe'nin cevabı "Ve aleyküm selam Zakir hanım" şeklinde şaşırtıcıdır.
Bir yaz günüdür. Sarıkamış'ın Narman sınırlarında olan Kara-urgan isimli köyde çiftçiler biçin biçmektedirler. Tarlanın birisinin yanından kuru bir dere geçmektedir. Kimseler buradan bir damla suyun bile akmış olduğunu görmemiştir. Derede sırtında keveliy-le kolları çemirekli (sıvalı) olarak birisi çalışmaktadır. Bu Vehbi Efe'den başkası değildir. Efe kuru dereye çeşitli aralıklarla taşlar dizmekte ve içerisinden su akarmışçasına dizmiş olduğu taşlara basarak kıyıdan kıyıya geçiş provaları yapmaktadır. Köylülerden
birisi dayanamayarak "Efeme kurban olayım, çok iyidir de bazen böyle mantıksız işlerle uğraşır" der, O gece şiddetli bir yağmur yağar, Büyük bir sel gelir. Köyün deresinin yatağı değişir ve sular Efe'nin taş dizdiği kuru dereden akmaya başlar. O günden bu ya¬na sular o yataktan akmakta ve halen Efe'nin dizmiş olduğu taş¬lardan yolcular karşıdan karşıya geçmektedirler. Hiç bir sel, hiç bir taşkın bunları söküp götürmemektedir.
Pasinler'in büyük zatlarından ve çevreye büyük hizmetlerde bulunmuş olan Azaplı Mustafa Efendi hoca halet-u nazir'dedir. Dalgındır. Bir ara gözlerini açıp, oğlu büyük insan Nurettin Efen-di'ye der ki "Beni kimseler yıkamasın, yıkayacak olan gelir." Ho-camız, büyük emaneti, büyük sahibine teslim eder, yakınları şaş¬kındır. "Ya kimseler gelmezse ne yaparız" şeklinde düşünmeye ve hatta heyecanlanmaya başlarlar. Gözler durmadan dört yönün dört ufkunu taramaya başlar. Vakit fazla geçmemiştir ki, doğu ya¬maçtan kevelli ve kollan sıvalı birisinin indiği görülür. Bu Vehbi Efe'dir.
Bu yazdıklarımız, yazabildiklerimiz O'nun okyanusları tarte-bilecek hayatından, yaşantısından ancak bir katre olabilmiştir. Bütün temennimiz bu hareketimizle O'nu gerçekten anlatabile¬cekleri kamçılamış olabilelim. Allah ruhunu şad etsin!
Bu arada Efenin ölümü üzerine Üryanı isimli hemşehrisi tara¬fından kaleme alınmış olan şu güzel destanı da buraya almadan edemeyeceğim:
VEHBİ EFENİN ARDINDAN
Taziyeler yazın Dâru'l-amane
Gönül ikliminin süitini gitti
Okusun daima ehl-i imane .
Hidayet rahmin burhanı gitti
Bad-ı hicret esti bozuldu bağlar
Bütün ehl-i iman bu derde ağlar
Karalan giydi laleli dağlar
Derya-yı himmetin ummanı getti
Gitti o yar ile muhabbet demi
Bağlandı dilleri hesretin gamı
Kesilmez gözlerden firkatin nemi
Saadet bağının serbanı gitti
Hakkı isharıldı gönülden varı
Sevda-i sıvadan kılmıştı arı
Kimseye kılmazdı ah ile zarı
Kisver-i selamet hakanı gitti
Bin üçyüz senesi hem altmışüçte
Makamı Efsemce kabri burcunda
Ümmete yardımcı Hak huzurunda
Şefaat bağının bağbanı gitti
İsmi Mahmud idi mahlasi Vehbi
Ateşe yandırdı Şark ile Garbi
Yadigarı kaldı Seyyitle Hasbi
Dillerin ebedî irfanı gitti.
Adımlar, 1970
.
Mustafa Çetin Baydar - 19/11/2013 - 17:39 -