1 Ulu Camii BİR ’ULU MEKAN' ...BİR ’ULU CAMİ'... Cumhuriyet Caddesi'nin bitimine doğru, Tebrizkapı'ya, elli bilemediniz yüz adım kala Çifte Minareli Medrese'nin hemen yanıbaşın da bütün müştemilatı kendinden menkul bir ’Ulu Mekan' vardır Erzurum da... Sanki biten caddenin sınırını belirliyormuşçasına tam ortasında durduğu gürültü ve kargaşadan uzak kalmak isteyen bir derviş gibi şehirden de uzak ama bir o kadar da gözünü şehirden ayırmayan bir büyükbaba misali muhkem ve emin bir hali vardır bu ’Ulu Mekan'ın... Hem şehrin hemde şehre özel o gürültü ve karmaşanın orta yerinde olsa da, şehre yakın ama gürültü ve karmaşadan uzak gibidir... Kesme taştan duvarlarında asırların fısıldaştığı büyük ve göz alıcı yapısı ile bunu nasıl başardığı bilinemese de insanı en fazla düşündüren ve hayran bırakan özelliği ise tıpkı büyüklüğü ve genişliği ile eşdeğer bir sessizlik ve sükuneti barındırıyor oluşudur... Bu ’Ulu Mekan'da kıyama duran şehir ahalisi de hissetmiştir muhakkak; oldukça manidar ve bir o kadar da düşündürücü bir sükunet sökün ediyor gibidir her bir taşından, her bir köşesinden... Böylesi bir sükunet ancak erdemli adamların yaşadığı o eski zamanlara yakışır diye düşünür insan kapısından her girişinde...Öyleki; anlamlı,ağır ve olgun ağızlardan çıkan sözlerin yine aynı biçimde anlamlı, ağır ve olgun susuşlarla süslendiği o eski zamanlar gibi yada kırkıncısının Yavuz Sultan Selim Han olduğu rivayet edilen ve ’Kırklar'ın cem oluşu ile eda edildiği söylenegelen akşam namazlarındaki uhrevi haller gibi bir eski zaman halidir bu... Bu bakımdan sözgelimi Gürcükapı va Lalapaşa halkın içinde, halkla beraber olup, halkla konuşarak hemhal olurken bu ’Ulu Mekan'ın hem şehri hemde şehre dağılan evlatlarını dinleyip seyrederek hemhal olmaya daha bir yakın olduğunu düşünmeden edemez insan... Bir sessiz derviş nasıl dilini damağına yaslayıp köşesine çekilerek ’Allah' demenin hazzına ermişse bu ’Ulu Mekan'ın köşesine çekilmiş sükunetinden de böylesi bir halin cazibesine kapıldığı sanılır.... Hemen her anlamda insan tefekkürünü zorlayacak ve ancak düşündükçe ortaya çıkacak bir tevafuk haliyle anlaşılabilecek Çifte Minareli Medrese'deki ’ilim' haliyle ’Kale'deki ’emniyet ’ hali ve ’Çarşı'daki ’dünya' gailesi arasında duran bu ’Salah', ’Felah' ve ’Sükunet' toplamının sosyoloji, tarih,iktisat ve ilahiyat ilimleriyle birlikte mimarinin alanına girecek birçok açıklaması olmalıdır elbette... Zira; kabul etmek gerekir ki, hangisi hangisinden önce yada sonra inşa edilmiş yada konumlandırılmış olursa olsun merkezinde böylesine sükunet telkin eden bir ’Ulu Mekan'ın yer aldığı ve her biri hem diğerlerini hemde bu ’Ulu Mekan'ı işaret eden Medrese (İlim), Kale (Emniyet) ve Çarşı (Dünya) bileşimi ancak büyük bir tefekküre nasip olacak bir tevafuk'un sonucu olabilir... Bütün bu halleriyle de bu ’Ulu Mekan sanki de uzak mahallelere, ırak yerlere, aşrı diyarlara, öte memleketlere gönderdiği oğullarını ve kızlarını kollayıp gözeterek asıl yerlerinde beklemeyi seçen bir ’Büyükbaba'nın gün görmemiş parmak uçlarında parıldayan kehribar renginde bir ’Mühür' gibi Erzurum'un orta yerinde parıldayıp durur... Kimi zaman ’SüphanAllah' der biz oğullarını ve kızlarını seyrederken, kimi zaman ’Elhamdülillah'... . Mustafa Çetin Baydar - 19/11/2013 - 17:39 - |