|
1ŞEYHİDE
-Oğlum sen daha anan gamındayken ben uçağınan gezirdim... Bak bir keresinde gene uçağa binmişe m ele elimi de camdan çıkartmışam, baktım ki bir gar-tal. Hemen elimi uzattım, yakaladım, aldım gartalı içeri. Ola bi baktım, hostesler nasıl cıvılir. Reyse ben de gorkutmiyim zavallı gızlan, dedim ve bıraktım gar tali, uçdi getti.
ALLAH RAHMET EYLESİN, TEYO PEHLİVAN Erzurum'un, özellikle de Hasankale'nin en muzip tiplerinden biriydi. Onun söylediği veya ona atfedilen pek çok fıkra ve palavra vardır. Asıl adı Şeyh İDE olan Teyo Pehlivan, Hasankasi'nin Ağaçminare Mahallesi'nde dünyaya gelir. Orta halli bir ailenin üç çocuğundan biridir. Halk arasında Teyo lakabıyla ünlenir. Çocukluk günlerinden itibaren hayal kurmayı ve hayal âleminde yaşamayı sever. "Dünyanın işi bitmez!" diyerek kendi uydurduğu dünya içinde, zevkli ve heyecanlı saatler yaşar. Aile fertlerinin yanı sıra, sağdan soldan aldığı yardımlarla geçinen Teyo'nun, görünürde fazla şatafatlı bir hayatı yoktur. Ancak hayal dünyası içinde en zengin kişi odur. Dünya liderleriyle konuşur, pahalı otellerde kalır, lüks arabalara biner ve ünlü artistlerle düşer, kalkar. Teyo'nun sanal bankasında milyarlarca doları vardır. Hatta, Amerikan Merkez Bankası, Teyo Pehlivan'ın emrinde çalışır.
Uzun yılllar meczup, hatta "yalancı" gözü ile görülen Teyo, hayatının son yıllarında medyatik olmayı ve yeşil ışığı yakalamayı başardı. Gazetelerde boy göstererek, bir anda kamuoyunun ilgi odağı haline geldi. 1 İşin ilginç yanı, yine ölümünden sonra bilimsel bir kongrede tebliğ konusu bile edildi.2 Hatta, Hasankale Belediye Başkanı, "Teyo'nun heykelini dikeceğim" diye beyanatlarda bulundu. Bu nedenle Kör ölünce baden gözlü olur diye bilinen Erzurum atasözü, tam anlamıyla Teyo için söylenmiş gibidir. Yaşarken taş atılan ve horlanan pehlivan, kalkıp da kendisine yapılan bu iltifatları görse, kendisine rakip çıkanların atmasyonda onu da geçtiğini görüp esef ederdi.
Daha sonraki yıllarda Ege Üniversitesi'nden Yrd. Doç. Dr. Hasan KOKSAL, Teyo Pehlivan'ın hayallerini yalanlarını bir bildiri konusu yaptı. Ne yazık ki bu bildiride, Teyo'nun 'uydurmacılığı', 'yalancılık' olarak değerlendirildi. Atatürk Üniversitesi'nden Şenol KANTARCI ise pehlivanla ilgili bir araştırma hazırladı, ancak bazı engeller yüzünden bu çalışma hâlâ yayınlanamadı.
Teyo'nun avcılığı
Teyo Pehlivan, bir gün kahvede başından geçen bir hikâyeyi allaya pullaya anlatırmış. Söz dönüp dolaşmış bir av hikâyesine gelmiş. Teyo bu ya, illa bir yalan uyduracak ve başlamış anlatmaya:
-Arkadaş, bir gün av sırasında ele bir zor duruma düşdüm ki sormayın getsin. Dağın tepesinde birden önüme gurtlar çıhdi. Ben gurtlara ateş ederken bahdım ki arhamdan bir ayi gelir. Dağın tam kellesi, bir yanım uçurum, bir yanım gaya-hh. Re ileri gidebülirem, re geri. Reyse, ayiya birgaç el ateş ettim. Ayağından vurdum ama ölmedi. Bu arada gurtlar da beri sıhışdırmaya başladılar...
Tam bu sırada durur ve etrafındakilerir kendisini dikkatle dinlediğini gözler. Dinleyenler de bu hikâyenin nasıl sonuçlanacağını merak eder dururlar. Teyo biraz düşünür, bir sigara yakar ve söze devam eder:
-Ağa reyse, lafi fazla uzatmiyah ayi beni yedi, diye noktayı koyar.
Tabi etraftakiler buna gülmeye başlar ve gırgır geçerek:
-Teyo nasıl olur? Ayi seni yese şimdi yaşamazdın, diye sormaya başlarlar.
Bunun üzerine Teyo hiç istifini bozmadan taşı gediğine koyar:
-Ula oğlum, siz buna yaşamah mi diyirsiz, ben zaten yıllardır öliyem ölü...
****
Ölümü de yalan.../SÜREYYA ÇARBAŞ
O'nun sohbetine doyum olmazdı. Anlattığı her öykü aylarca emek verilen bir senaryo değil, anlık ürünlerdi. Sanki ağzından bal damlardı. O'nu dinlemek için hepimiz cari atardık. Mücahit Ağabey (Güngör) Almanya'dan getirdiği 50x75 ebadındaki teybi ile O'nun peşinden az koşmadı. Sebih Em-mi'nin oğlu Yavuz, Sefer Ali Turan, Sabuncu Kadir, Dana Memmet, Yetim Canip, Tomates Mücahit ve ben onun meclisinde sık sık bulunma şerefine nail olduk. Sıcak somun, ci-vil peynir, demli çayları hazırlayarak saatlerce yolunu gözledik. Her gece başka bir öykü, her gün başka bir macera dinledik onun ağzından. Zaman su gibi akar, sabah ezanıyla birlikte sanki rüyadan uyanırdık. Onda olan kimsede yoktu. Onun gücü, becerisi, başarısı, bilgisi, kudret ve kuvveti herkesi büyülerdi. Kahramanlarını hep tarihten ve ünlüler arasından seçerdi. Ünü Hasankale (Pasinler) sınırlarını aşmıştı. Dünyada onu tanımayan yoktu. Üstüne üstlük onu bir de Atatürk Üniversitesi öğretim elemanlarından Dr. Şenol Kantarcı kitaplaştırdı. O ölümsüzleşti. Dillerde fıkra oldu dolaştı. İnsanlar onu güncelleştirip dokundurmalar yapmaya başladı.
Ben anektodları sıraladıkça siz onun kim olduğunu hemen anlayacak, özelliklerine biraz daha vakıf olacaksınız. Gardrobu çok zengindi. Yaptırdığı elbiselerden 444 takımını giymek nasip olmamıştı. O İngiliz kumaşına, Altınyıldız'a bakmazdı. Tercihini hep şeker çuvalından yana kullanırdı. Yaz-kış beyazlarını çıkarmazdı. Siyah bere, siyah makosen-ler, gümüş köstek, altın suyuna batmış zincirli cep saati aksesuarını oluştururdu. Kemer takmaz, beline ip bağlardı. Çermik yolunda gezdi mi herkes kenara çekilirdi. Hem tespihini sallar, hem de: "Al yeşil geymiş allanır" türküsünü mırıldanarak adımlarını atardı.
O, 80 küsur yıllık yaşamında kadın eli tutmamıştı. Ama yatak odasından kimler geçmemişti ki! Çünkü onun fantezileri çok lükstü. Liz Taylor, Sophia Loren, Marlyn Monreo, Grace Kelly, Lady Diana, Prenses Süreyya yıllarca onun peşinden koşmuştu. Sharon Stone 53. karısı olmuştu. O çok namuslu bir insandı. Hasankale'den tanıdık bildik, konu komşu kızını nikahlayacak kadar namussuz değildi! Bu nedenle v bancılara meyil salmıştı. Alaska'dan Yağmur Ormanların Kanarya Adaları'ndan Yakutistan'a kadar onu tanımayan ha tun yoktu!
Hasankale'de Sebo'nun lokantasında yemeğini yerdi. Bir oturuşta 193 lavaş, 249 porsiyon döner, 177 fasulyeli püav 188 tabak salata yerdi. Yediklerini Hacı Rüştü'nün çayı üe sindirirdi. Rahmetli Hasan Emmi, onun yemekten sonra bir oturuşta 7777 bardak çay içtiğini görmüştü.
Okur-yazar değildi ama bilmediği dil, sökmediği alfabe yoktu. Çivi yazısını gözü kapalı yazardı. Tarih kitaplarını adeta yutmuştu. Türk, İngiliz, Rus, Arap, Fars, Alman, Fransız, Hint, Japon, Mısır, Yemen, Tanzanya, Uganda, Güney Afrika, Amerika tarihini ezbere bilirdi. Hatta tarihi bizzat yaşamıştı. Çar Nikola, Katerina'yı ona vererek paçayı zor kurtarmıştı. Ünlü tarihçi Naîmâ yıllar sonra hatasını anlamış, çadırda Katerina ile kalan kişinin Baltacı Mehmet Paşa değil, bizimki olduğunun tashihini yapmıştı. Orhun Nehri'ni ters akıtmış, Çinlileri aç susuz bırakmıştı. Malazgirt'in 5300 ton som demirden yapılmış kapılarını Alparslan değil o açmıştı. II. Ramses, Hammurabi, Anibal, Romen Diojen savaş tekniklerini ondan öğrenmişti. Mercidabık Meydan Muharebe-si'nde, Hasankale'ye adını veren Uzun Hasan'ı kurtarmış, 122 bin küffarı kılıçtan geçirmişti. Kan kalesinde Hz. Hamza'nın 90 bin kılıç darbesi ile şehit düştüğünü unutamazdı.
İnancı uğruna büyük hizmetler vermişti. Yeniçeri Ağalığı sırasında kılıcının önünde kimler diz çökmemişti ki: Napol-yon Bonapart, Hitler, Neron, Stalin, Mussolini, Konfiçyüs, Edison, Galile, Victor Hugo, Marks, Einsteine, Jirinovsky, Mozart, Churchill, Frankeştayn ve daha niceleri onun kıliÇ zOru ile müslüman olmuştu. Hatta ve hatta Aziz Nesin bile Icorku belasından nüfus kütüğüne "İslam" ibaresini yazdırmıştı. Son zamanlarda hepsi rüyalarına giriyor "Gardaş Allah senden razı olsun. Sen olmasaydın geberip gidecek, cünup Ölecektik..." diye şükran duygularını dile getiriyorlardı!...
Ünü yedi düveli aşmıştı. Duvarda asılı kispetine el atınca, dünyadaki tüm pehlivanlar altına kaçırırdı. Biraz Zafer Peh-livan'dan çekinirdi, ama onunla da hiç karşılaşmamıştı. Kispetini giyer, yaz kış peşrev atar, bir türlü rakip bulamazdı. Bir gün, yani fi tarihinin birinde, cihan pehlivanı Koca Yusuf onunla güreşme gafletine düşmüştü. Hasankale'de yediği el ense ile havalanan Koca Yusuf un koca bedeni Büyük Okyanus üzerinde uçuşmuştu. Rivayet olunur ki, Koca Yusuf şimdi ya bir balinanın karnında, ya da bir köpek balığının dişleri arasında saklanmıştır.
Güreşte olduğu gibi boksta da rakip tanımazdı. Yabancılardan Muhammet Ali Clay, Mike Tyson, yerlilerden Cemal Kamacı ve Seyfi Tatar onun yüzünden boksu bırakmıştı. Rusların ünlü boksörü Alexander Medved küstahlığının cezasını çok feci çekmişti. Bizimkinden bir yumruk yiyen bu sefil, 9 katrilyon 99 trilyon 999 milyara kadar sayılmasına rağmen gözlerini açamamıştı.
Yüzmeyi Büyük Çermik'te öğrenmişti. O kulaç atarken sularda yaşayan irili ufaklı bütün mahlukat selam dururdu. Bir keresinde İstanbul Boğazı'ndan girmiş Süveyş Kanalı, Cebelitarık, Ümit Burnu, Büyük Okyanus güzergahını takiben Bering Boğazı'ndan çıkmıştı. İki gün iki gecelik bu maratonu, nefes almadan suyun dibinden tamamlamıştı. Hasan-kaleliler'in duası, yunusların şaklabanlığı ona bu zor yolculukta güç ve moral vermişti.
Attığını vururdu. Hedefi şaşırdığı görülmemişti. Eline tüfeği aldı mı, bütün hayvanlar kaçacak delik arardı. Kargadan başka kuş tanımazdı ama yarasa, kartal, atmacanın kökünü kurutmuştu. Filler, zebralar, aslanlar, pumalar onun korkusundan Brezilya ormanlarının dışına çıkamıyorlardı. Bir keresinde Hasankale'de attığı bir mermi 5 kıtayı dolaşmış 324 kartal, 156 dinozor, 52 zürafa, 201 kaplan, 103 it balığını (köpek balığı) devirmişti.
O safkan İngiliz tayına binerdi. Ata sporumuz ciritin babası sayılırdı. Bilge Kaan, Mete Han, Atilla, Osman Bey, Fatih Sultan, Atatürk ona cirit attırırdı. Hasankale'de tayaların (ot yığınlarının bulunduğu mevki) oradan attığı cirit, ekvatoru dolaştıktan sonra geriye dönmüştü.
Şatolarda, saraylarda Kanuni Süleyman, İran Şahı Pehle-vi, Kraliçe Elisabeth ve daha nicelerinin konuğu olmuştu. Ama oralarda uzun süre kalamazdı. Kuştüyü yastıkta yata-maz, ortopedik yataklarda rahat edemezdi. O Hasankale'de mezarlığın hemen yanıbaşındaki köşkünü yeğlerdi. Antreden geçince heybetli vücudu duvarlara sürünür, başını tavana vurmasın diye iki büklüm olurdu. O üşümezdi. Tek odalı bu konakta soba yanmazdı. Yorgan yerine sakosunu (palto) sırtına alır, öylece uzanırdı. İfadesine göre evinden konukları eksik olmazdı. Cinler, periler, şehitler, dervişler, erenlerle hem bu dünyayı, hem de öteki tarafta olan biteni konuşurlardı.
Son nefesine kadar yaşadığı Hasankale'den başka sadece Erzurum'u görmüştü. Öyle Erzurum'un her semtini de bilmezdi. Çünkü onun kenar semtlerde işi yoktu. Taşmağazalar, Cumhuriyet caddesi, Havuzbaşı'nda dolaşırdı. Arada bir kaybolduğunda Newyork'tan telefon açardı. Telefon konuşması
belediye hoparlörlerinden hem Hasankale, hem de Erzurum halkına duyrulurdu. Tek başına uçağa biner, 111 bin fit yükseklikte uçardı. Jüpiter, Mars, Merkür'deki tanıdıklarına el salladıktan sonra Beyaz Saray'a konuk olurdu.
Diyar-ı gurbete yolu pek düşmezdi. Çünkü o Hasanka-le'nin hasretine pek dayanamazdı. İlhami Bey'e, İhsan Tora-man'a, Daşbaşı Memmed'e, Zeki Dadaş'a, Oxford mezunu Yaşar'a (Eski belediye başkanları) canı sıkılınca ortadan kaybolurdu. Bu yüzden yediden yetmişe her Hasankaleli yatağa düşerdi. Barış için araya dünyanın ünlü diplomatları girerdi. İsmail Cem ile Henry Kissinger'in uzun uğraşları sonucu nihayet sulh sağlanırdı. Enver Paşa, Halit Paşa, Kâzım Karabe-kir Paşa, İsmet Paşa, Alvarh Mahmut Paşa, Kındığılı Rüstem Paşa, Sansorlu Arif Paşa, Köprüköylü İzzet Paşa, Yağanlı Zabit Paşa, Soslu Kamil Paşa'nın omuzlarında baba ocağına, ana kucağına dönerdi.
Güreşte rakibi Deli Zafer, sohbette rakibi Yalancı Kenan'dı. Hiçbir şeyden çekmemişti bunlardan çektiği kadar. Muhlis Pehlivan, Kel Hayati, Necdet Pehlivan, Sivaslı Ali, Cücürüslü Hüseyin eline su dökemezdi. Deli Zafer'in şerrinden korkardı. Dost meclisine her adamı almazdı. Yalancı Kenan arada bir iskemleye ilişir, atıp tutmaya başladı mı ağzının payını alırdı. Çünkü rahmetli sululuğu sevmez, zinhar yalan söylemez, söyleyene de selam bile vermezdi!
Hülya Avşar az mı peşinden koşmuştu... Banyo günlerinde Büyük Çermik'i kapatırdı. Sibel Can, Yeşim Salkım, Ajda Pekkan, Gönül Yazar, Ümmü Gülsüm, Nezahat Bayram, Nükhet Duru, Ayla Algan, Nilüfer, Aliye Akkılıç, Muazzez Türing, Hamiyet Yüceses, Müzeyyen Senar, Kibariye, Yıldız Tilbe, Sezen Aksu ve Muazzez Ersoy'dan oluşan koronun sarkılan eşliğinde soyunurdu. Soyunması da giyinmesi de bir âlemdi. Gömleğinin gopçalarını (düğme) Demet Şener açar, fanilasını Esin Moralıoğlu çıkarırdı. Uçkurunu Monica Le-winsky çözerdi. Ebru Şallı su döker, Gözde Tan sırtını sabunlardı. Masajını Hande Ataizi'nden başkasına yaptırmazdı. Çermik âlemleri 40 gün 40 gece sürerdi.
İbo ile arası yoktu. Selahattin Pınar, Münir Nurettin Selçuk ve Celal Güzelses'i dinlerdi. Billoş'a çok kızardı. Bülent Ersoy'un kestirip, havan topu ile deldirdiğini anımsayınca küplere binerdi. Dikilen ama yıkılmayan pavyon uvertürlerine babalık ederdi. İbrahim Erkal'ın müziğini o yapar, sözlerini o yazardı. Pavarotti, Mehveş Emeç ondan esinlenirdi. Repertuarında 55 bin 555 şarkı vardı.
Musalla taşına uzatıldığında kimse ölümüne inanmıyordu. Müezzin erkişi niyetine bağırıyor, toplanan cemaat cenaze namazı kılamıyordu. Katıla katıla gülmekten, akan göz-yaşlanndan hazirun abdestini tutamıyordu. Cemaat en az beş kez abdest aldı, güç bela namazı kılındı.
Âdet üzere imam sordu
"Ey cemaat-i müslimin, merhumu nasıl bilirdiniz?"
Hepsi haykırdı
"İyi biliriz".
Onun yalanlarının, düşlerinin, fantezilerinin, öykülerinin kimseye zararı olmamıştı.
Çünkü O, TEYO PEHLİVAN'dı.'
HHD Erzurum fıkraları
Mustafa Çetin Baydar - 19/11/2013 - 17:39 -
|