1 Ezrurumlu aşık. Bknz: <bknz>Aşık Sümmani </bknz>, <bknz>Aşık Sümmani Baba</bknz>. Salih Cenap Baydar - 19/11/2013 - 17:39 - |
|
2 Şiirlerinden Hareketle Âşık Sümmani'nin Hayatı Ve Düşünceleri Dilaver Düzgün 03 Haziran 2010 Perşembe XIX. yüzyılda âşık tarzı şiir geleneği içinde yetişen Sümmani, ortaya koyduğu şiirlerinde hem kişisel hayatıyla ilgili sorunları gündeme getirmiş, hem de üzerinde bulunduğu coğrafyanın, yaşadığı dönemin olaylarına değinerek çağının insanını ve yaşayış tarzını dikkatlere sunmuştur. Âşık tarzı şiir geleneğinde rüya ve bade, aşığın hayatında önemli bir dönüm noktasını teşkil eder. Rüyada pir elinden içilen badenin kişiyi şiir söyleme konusunda yetenek sahibi yaptığına inanılır. Asıl adı Hüseyin olan Sümmani'nin hayatındaki rüya olayı da aynı fonksiyona sahiptir. “On birinde ben ustamdan vird aldım” ve “Tarih seksen dokuz on bir yaşımda / Cem oldu başıma iş birer birer” mısraları aşığımızın on bir yaşında böyle bir rüya olayını yaşadığını gösteriyor. Buna göre Hüseyin, doğduğu köy olan Erzurum'un Narman ilçesine bağlı Samikale köyünün yakınındaki Ablaktaş mevkiinde uyuyakaldığı bir esnada kendisine bade sunulmuş, Gülperi adlı bir kız, pirler tarafından kendisine seyrettirilmiş, daha sonra da kendisine “Sümmani” mahlası verilmiştir. Kendisinde birtakım olağanüstü durumlar görülen Hüseyin, başlangıçta çevresi tarafından anlaşılamaz. Hasta, hatta deli olduğu söylenir. Sümmani, hayatındaki bu değişikliği bir şiirinde şöyle dile getirir: “Uyandım gafletten oldum perişan Bir nur doğdu âlem oldu ürüşan Selam verdi geldi üç beş dervişan Lisanları bir hoş sadası tek tek Lisanları bir hoş eder avazı Onlarda mevcuttur ilm ü elfazı Dediler cehdedin kılak namazı Aldılar abdestin edası tek tek Aldılar abdesti uyandım habdan Aslımız yapılmış hak ü türabdan Üç hat okuttular yeşil yapraktan Okudum harfini noktası tek tek Okudum harfini zihnim bulandı Yaralarım göz göz oldu sulandı Baktım çar etrafa kadeh dolandı Nuş ettim kırkların badesi tek tek İçtim badesini gördüm rengini Tam on sekiz saat sürdüm cengini Yar yüzünde saydım üç beş bengini Halhalın ardında hırdası tek tek Dediler Sümmani gel etme meram Adamı çürütür dert ile verem Ben için dünyada kavuşmak haram Hüdam böyle çalmış kalemin tek tek “ Bundan sonra Sümmani'nin hayatında yoğunluğunu Gülperi için söylenmiş şiirlerin oluşturduğu bir şairlik dönemi başlar. Sümmani bir âşıktır ve sevgilisi için şiirler söyler, ama o, herhangi bir kıza müptela olan sıradan bir insan değildir. Onun kişiliğinin oluşmasında aşk önemli bir faktördür ama bu aşk, birtakım olağanüstülüklerle örülmüş, estetik ve dini değerlerle süslenmiş, böylece kendine has yeni bir anlam kazanmış bir çeşit platonik aşktır. Kişiliğini oluşturmak için başka unsurlara da ihtiyaç vardır. Bunlar, kökleri çok eskilere dayanan zengin bir halk kültürü ve ilahi aşkı gaye edinen tasavvuf düşüncesidir. Bütün bu unsurlarla yeni bir terkibe varan Sümmani'yi Anadolu insanının duyuş tarzını âşıklık geleneğinin imkânları dâhilinde ortaya koyan bir şair olarak görüyoruz. Hem beşeri, hem ilahi aşk ile tanışan aşığımız, zaman zaman iç muhasebesi yapma ihtiyacını duyar, insanın iç dünyasında olup bitenler Sümmani'nin öncelikli problemlerinden biri haline gelir. Bütün bunlar, aşığın kendi iç dünyasının sorunları olduğu kadar mensubu bulunduğu toplumun yapısını da gözler önüne serer. İşte Sümmani'nin gönülle ilgili değerlendirmesi: “Deli gönül ile düştük bir cenge Hikmeti sorulmaz iştir bu gönül Günden güne girer her türlü renge Bazı solar bir kumaştır bu gönül Bazı yelkenini derin yürütür Bazı ah vah ile ömrüm çürütür Bazı lale sümbül çiçek bürütür Bazı pus dumandır kıştır bu gönül Bazı seyre çıkar hub seyranlanır Bazı nefse uyar pek bühtanlanır Bazı yoksul düşer perişanlanır Her derde ey geda baştır bu gönül Sümmani dünyada sen çekme yası Allah de silinsin o kalbin pası Göğsüne dayanır ecel pençesi O zaman yoklarsın boştur bu gönül” Sümmani, âşık tarzı şiir geleneğinin bir temsilcisi olarak Narman ve Erzurum dışına seyahatlerle bulunmak ihtiyacını duymuş, yani belli dönemlerde gurbet acısını tatmak zorunda kalmıştır. Bu ıztıraplar içinde kıvranan Sümmani'nin gurbet karşısındaki tavrı şu şiiriyle ortaya çıkar: “Çoktan beri terk-i vatan olmuşum Diyar-ı gurbette candan usandım El kahrı çekmeden gönlüm hiç oldu Aktı çeşmim yaşı nemden usandım Deli gönül ister dağları aşa Dünyada ne kaldı gelmemiş başa Benim gam yükümü yüklesen taşa Taş da dile gelir senden usandım Canım kurban olsun merdoğlu merde Benim emeklerim hiç oldu nerde Sümmani göç eyle durma bu yerde Ay yıl hafta değil günden usandım “ Sümmani, bir yandan manevi iklimlerin esrarengiz sarhoşluğunu yaşarken bir yandan da içinde bulunduğu toplumun çeşitli sorunlarına eğilir. O, önce insan olmayı, gerçek insan olmayı önerir. Fert ve toplum hayatının düzenli bir biçim kazanmasını sağlamak için sahip olduğu birikimi çevresine aktarır. İnsan yetiştirme problemini öne çıkarır. Bu amaçla söylediği şiirlerin birinde şöyle nasihat eder: “Tövbekâr ol gönül tarikten çıkma Şeytandan şefaat şifadar olmaz İylik eyle sakın bir gönül yıkma Görüşme kötüyle onda ar olmaz” Bir başka şiirinde şöyle der: “Sümman Hak emrine inanmak lazım Haktan gayrısından usanmak lazım Bed-haya işlerden utanmak lazım Gâh arlı gâh arsız haya sendedir” Yine bir tecrübe birikimi ve yine bir öğüt: “Divaneler kendi kendin överler Nihayet huzurda boyun eğerler Şüphe yoktur gelir kapın döverler Eğer dövmüş isen el kapısını Her belaya tahammül kıl şükreyle Her nefeste Yaradanı zikreyle Her kelamı derununda fikreyle Açma malayani dil kapısını Sümmani bihaber gezdiği rahtan Asla kurtulmadı hicrandan ahtan Her ne ister isen iste Allah'tan Yanılıp da çalma kul kapısını “ Her fani gibi Sümmani de kendisinin ölümlü olduğunun farkındadır. Bu nedenle hayatı boyunca iyilik etmek, gönül yapmak için çaba göstermek gerektiğini sık sık ifade etmiştir. . Mustafa Çetin Baydar - 19/11/2013 - 17:39 - |
|
3 Sümmani'nin gerçek adı Hüseyin olup, babası Kasımoğulları'ndan Hasan'dır. 1861 yılında Erzurum ili, Narman ilçesi, Samikale Köyü'nde doğmuştur. Kendileri bu köye Kafkaslar' dan gelmişlerdir. Babası köyde çobanlıkla geçimini sağlamakta idi Hüseyin 10-11 yaşlarına geldiğinde, babasıyla birlikte çobanlık yapmaya başladı. Hüseyin'in genellikle danalarını otlattığı yer Ablaktaş'tır: Bir gün Şekerli Düzü' ne hayvanlarını otlatmaya tek başına gider. Hüseyin, kendisine doğru bir atlının geldiğini görür. Atlı, Hüseyin'e selam verir ve adını öğrenmek ister. Çok aç olduğunu söyleyip ondan ekmek ister. Köylerinde nerede misafir olabileceğini sorar. Hüseyin üç arpa ekmeğinin yarısını atlıya verir. O' nun bu cömertliği hoşuna gider ve der ki: -Oğul, sana bir dua öğreteyim. Bu duayı kırk gün okuyacaksın. Yalnız yüz tane taş say, cebine koy. Her okuyuşta bir taş atarsın. Duayı kırk gün okur ve son gün Ablaktaş'a gider. Babası ise Cuma namazını kılmak için köyde kalır. Ablaktaş'taki çeşmenin yanında hayvanlarını otlatmaya bırakır. O da namaz kılmaya niyetlenir. Daha önce babasıyla burada namaz kılarlarmış Namaz vaktini anlamak için de kendilerine bir taş tespit etmişler. Güneş taşa isabet ettiği zaman öğle vakti olduğunu anlarlarmış, O gün de babasıyla yaptığı gibi kendisine taşı nişan eder ve Güneş'e bakarken uykuya dalar. Uykusunda, çeşmenin başında kırk yeşil güvercin görür. Güvercinler birden kaybolur ve karşısında üç derviş belirir. Dervişler Hüseyin'e abdest aldırırlar ve birlikte namaza dururlar. Hatta bir dörtlüğünde der ki: Vardım saf saf olup durmuş divana Daha sonra Hüseyin'i ortalarına alıyorlar. Hüseyin bakıyor ki. dervişlerden birinin elinde bir tabla, üç dolu bardak var. Derviş, bunları Hüseyin' in önüne getiriyor ve -Hüseyin, bu şerbetlerden bir tanesini iç bakalım. diyor. Hüseyin bardakların içindekileri şerbete benzetemiyor. Kendisini kandırdıklarını. Ona içki içireceklerini sanıyor. Ne kadar zorluyorlarsa da içmiyor Bunun üzerine birisi Hüseyin'in ellerini tutuyor. birisi de parmağını bardağa batırıp Hüseyin'in ağzına sürüyor. Tam bu esnada Hüseyin uykudan uyanıyor. Bakıyor ki, ne derviş var ne de şerbet. Fakat ağzında İnanılmaz bir lezzet hissediyor. - Öylece bir daha uykuya dalıyor. Uykuda yine karşısına dervişler çıkıyor Tam eline bardağı alıp içmeye hazırlanıyor ki, dervişler şôyle diyor: -Oğul, buna aşk badesi derler. Sevdiğin kız aşkınadır. Kızın adı Gülperi'dir. Bedahşah kentinde Şah Abbas'ın kızıdır. Sen Onun. O da senindir. Birbirinize aşık maşuk'sunuz. Dervişlerden biri Gülperi'nin cemalini gösterir. Üç bardak Hüseyin'e. üç bardak ta Gülperi 'ye verirler. Yeşil mürekkeple yazılı bir kitap okuturlar. Üç harf okuttular yeşil yapraktan Hüseyin uykudan uyanır ki, ne Gülperi Han var ne de dervişler. Danaları da göremeyince köyün yolunu tutar. Köye varmaya yakın bir atlıyla karşılaşır, -Hüseyin, korkma oğlum, sen ereceğine erdin. Bundan sonra senin mahlasın Sümman, dünyada kavuşmak senin için haram, der. Sümmani, anlam olarak "Sonuncu, sona ait" demektir. Hüseyin köye varınca annesini,. babasını uyandırır. Babası da ertesi sabah. köylülere, çobanlığı bıraktıklarını söyler. Aradan otuz kırk gün geçer, günler geçtikçe aşkı da ziyadeleşir. Herkes. Onun hastalandığını, cin'e; peri'ye karıştığını sanır. O zamanlar sıra geceleri düzenlenirmiş. Bir akşam babasına yalvarır. gecelere katılmak İstediğini söyler. Babası da dayanamayıp götürür. Sıra Sümmani'ye gelince. bazı kimseler, O'nun çocuk olduğunu söyleyerek atlamak İsterler. Köylülerin teklifini kabul etmeyerek, türkü söylemek istediğini belirtir ve söze başlar: Uyandım gafletten oldum perişan Lisanları bir hoş eyler avazı Aldılar abdesti uyandım habran Okudum harfini zihnim bu!andı Nuş ettim badesin gördüm rengini Dediler: Sümmani gel etme meram Koşma bitince köylüler şaşırır. Onun badeli Aşık olduğu anlaşılır. Fakat henüz saz çalmasını bilmemektedir. Babası ile bir gün Erzurum ' a giderler. Burada aşık kahvelerine devam eder. Sazın perdelerini ve tezene tutmasını öğrenir. Her akşam köylüyü toplayıp saz çalar. Günler ayları, aylar yılları kovalar Sümmani köyde duramaz ve sevdiğini aramaya karar verir. Önce KafKaslar'a. oradan İran'a gider. İran- Turan illerini dolaşır. Bedahşah'ı tanıyan, Gülperi'nin adını duyan bir Allah kuluna rastlayamaz Hint, Afgan topraklarına gider. Onun bir gurbeti yaklaşık beş yıl sürmüştür. Günlerden bir gün rüyasında pirini görür. Piri O'na Kırım'a bir geziye çıkmasını söyler. Sümmani yanına sofusunu alıp Kırım yolculuğuna çıkar Kışı Kırımda geçirir. Yaz gelince tekrar köyüne döner. Artık şair, hareket kabiliyetini yavaş yavaş kaybederek duraklama dönemine girmektedir. Devrin büyük şairlerinden Erbabi'yi mat eder. Başarıları Erzurum Valisinin kulağına kadar gider. Bir süre sonra. Sümmani Pasof'a gider. Aşığı oradan Suskap köyüne Zülali'nin yanına götürürler. O sırada ünü Kars'ı, Ardahan'ı, Erzurum'u kaplamış olan Aşık Şenlik'te oradadır. Üçünden bir atışma İsterler. İlk sözü Sümmani söyler: Adem Sefiyullah makam-ı peder Şenlik: Hışm-ı nar içinde gülüstan gözü Zülali: Türaptan bir avuç hak aldı kaddes Sümmani'nin esas amacı, Şenlik ile meydan edilmekti. Günün birinde yine Samikale köyünden, Sefili isminde birisi, Aşık Şenlik'in yaşadığı. Kars'ın Çıldır ilçesinin Suhara Köyü'ne gider. Kendisini Aşık Sümmani olarak tanıtır. Fakat mat olup, sazını bırakarak köyüne geri döner. Bu olaydan hemen sonra Aşık Şenlik, Ardahan'a gider. Aşık Sümmani ile Ahmet Onbaşı da Şenlik'İn köyüne gelirler Orada. yöre İçinde önemli bir konuma sahip olan, Haşimoğulları 'ndan Celal Bey ve Şerif Bey'le karşılaşırlar. Her ikisi de, bir süre önce köye gelip kendisini Sümmani olarak tanıtan aşıktan, Onun Şenlik'le yaptığı karşılaşmadan bahsederler. O zaman, Sümmani kendi şanını kurtarmak için Aşık Şenlik'le karşılaşmak istediğini söyler. Şenlik, Ardahan'dan köye çağrılır. Neticede bir araya gelirler. Hem tatlı tatlı sohbetler ederler hem de atışırlar. Sonunda yenişemeyip, kardeş olduklarım ilan ederler. Birkaç gün sonra köyüne geri döner. Fakat zaman Gülperi'yi unutturamamıştır. Köylüleri ona rastlayıp konuşturdukları zaman, O, şu şiirini söyler: Ervah-ı ezelden levh ü kalemden Gönül gülşeninde har oldu deyu Dünyayı sevenler veli değildir Nedir bu sevdanın nihayetinde Döner mi kavlinden sıdk-ı adıklar Aşık artık gerileme dönemine girmiştir. Bir gece rüyasında Gülperi. işaret almadan gurbete çıkmaması yolunda tembih eder. Bu duruma çok üzülür. Zaman zaman Erzurum'a gidip gelmektedir. Erzurum da bulunduğu günler kahvede otururken arkadaş ve dostları sözü eski günlerden açıp. Sümmani'ye Gülperi ile olan aşkını anlattırmak isterler. Artık ihtiyardır. Sazını eline alıp şu şiirini söyler. Tarih seksen dokuz on bir yaşımda Görmedim dünyada bir şadlık demi Sümmani'yim hani benim otağım? Bir gün gençliğini hatırlayıp aşk badesini içtiği Ablaktaş'a gider. Çobanlığı bıraktığından beri buraya hiç gitmemiştir. Orada oturur, uzun uzun düşünür, çalar, söyler. Artık, sadece kahvelerde çalıp söylemektedir. Bu sıralarda, Gülperi de Sümmani'den haber alamadığına üzülmektedir. Bir gün Bedahşah 'tan tellal çağırttırır. Sümmani'yi aratmak için iki kardeş görevlendirir Sümmani'yi bunlara iyice tarif eder. Aradan günler, ay!ar geçer İki kardeş Kafkas taraflarına gelirler. Birden gözlerine bir adam ilişir. Adamlara Sümmani adında birisi aradıklarını söylerler. Adamlar: -Biz Onun akrabalarındanız. Sümmani yakında öldü. Gülperi adında bir kızı sevmişti. Bu kızın aşkı için pir elinden bade verilmişti. İşte o vakitten beri. Sümmani Gülperi'nin aşığı olmuştur. Daha ölmeden bir kaç gün evvel rüyasını görmüştü. Günlerce ağladı, son dakikasına kadar Gülperi'nin acılarını çekti. Sonunda Ona hasret gitti. İki kardeş, Sümmani'nin ölümüne çok üzülürler. Köye dönerler ve doğruyu Gülperi'ye söylemeye karar verirler. Şah'ın sarayına yaklaşırlar, bakarlar ki bir cenaze kalkmaktadır. Bu Gülperi'nin cenazesidir. Sümmani, Samikale Köyü'nde, 5 Şubat 1915 tarihinde vefat etmiştir. . Mustafa Çetin Baydar - 19/11/2013 - 17:39 - |
|
4 Sümmani,1862 yılında Erzurum ili, Narman ilçesi, Samikale köyünde doğar. Sümmani'nin doğum tarihi ile ilgili çeşitli ihtilaflar vardır. Bu ihtilafın ana kaynağı ise, aşağıda ilk dörtlüğünü verdiğimiz koşmanın birinci mısrasındaki tarihin ilk kaynaktan başlayarak yanlış yazılması dolayısıyladır. Tarih seksen dokuz on bir yaşımda Sümmani hakkında yapılan çalışmalarda ilk mısra “Tarih seksen dokuz on bir yaşımda” olarak vermektedirler. Bizim elde ettiğimiz üç ayrı cönkte ve torunlarının notlarındaki şiirde de bizim yukarda verdiğimiz “Tarih seksen dokuz on bir yaşımda” şeklindedir. Yine Hikmet Dizdaroğlu da yayınladığı bir makalesinde bu konuya değinerek doğum tarihinin 1860 değil, 1862 olduğunu ispatlamaya çalışır. Sümmani, 11 yaşında bade içerek aşıklığa başlamıştır. Ablak taşında gördüğü rüya ile pirler elinden bade içen küçük Hüseyin, kendisine gösterilen “Gülperi “ adındaki bir kıza aşık olur ve pirler tarafından ona “Sümmani” mahlası verilir. Sümmani kelimesi “Sonucu, sona ait” anlamlarına gelmektedir. Bunu şiirlerinde de sık sık dile getiren aşık, duyguları ile mahlasını anlam olarak bütünleştirmiştir. “Aşk kaydına geçti bunca aşıklar Bade içtikten sonra Erzurum'a gelerek Erbabı ile tanışır ve ondan saz çalmasını öğrenir. Gülperiyi bulmak ümidiyle doğu illerine ve Orta Asya'nın büyük bir bölümünü gezer. Ömrünün son günlerini ise köyünde geçirir. 1915 yılında doğduğu yer olan Samikale'de ebediyete intikal eder. Sümmani, ümmi bir aşık olmasını rağmen babası tarafından küçük yaşlarda dini ve ahlaki yönden iyi olarak eğitilmiştir. Ancak Sümmani'nin alim bir babanın oğlu olarak okuma yazma bilmemesini onun küçük yaşta gurbet ellerine çıkmasına bağlıyoruz. Bunun dışında Sümmani zamanın ünlü alimlerinin de sohbetlerine sık sık katılarak ilmi yönünde güçlendirmiştir. Başta Narmanlı Edhem Baba ve Sanamerli Hacı Ahmet Baba olmak üzere birçok alimden feyz almıştır. Sümmani bir semaisinde Edhem Baba'ya şöyle hitap etmektedir. “Bülbül ne hayal babında Sümmani çok sevdiği ve saydığı Hacı Ahmet Baba'ya ise tam dört tane şiir söylemiştir. Aşk Sümmani elde ettiğimiz kaynaklara göre 16 aşıkla ayrı ayrı karşılaşma yapmıştır. Yaşadığı devirde baba olarak bilinen Sümmani'nin daha fazla aşıkla karşılaşma yaptığını tahmin etmekteyiz ama şu ana kadar bunu ispatlayacak bir yazılı belgeye ulaşmadık. Yine kaynaklarımızda bu aşıklarla yapılan karşılaşmaların ancak dokuzuyla ilgili metinler bulunmaktadır. Diğer aşıklarla yapılan atışmalar şimdilik elimizde değildir. Sümmani'nin karşılaşmalarında diğer önemli hususu ise, karşılaşmalarda Sümmani'nin devamlı konuk aşık olarak bulunmasıdır. Bunu da yine Sümmani'nin çok gezmesine ve köyünde durmamasına bağlayabiliriz. Sümmani'nin karşılaşma yaptığı aşıklar şunlardır: Erbabı, Mahiri, Şenlik, Zülali, Celali, Nihani, Huzuri, Zuhuri, Mazlumi, Sezai, İkrari, Kenzi, Kelami, İzani'dir. Bu aşıklardan, Mazlumi, İkrari, Kenzi, Kelami ve İzani ile yapılan atışmalar bulunamamıştır. Bunların dışında Nesip Yağmurdereli eserinin 68. Sayfasında Muhibbi- Sümmani karşılaşmasına yer vermiştir. Karşılaşma ile ilgili açıklamasında Muhibbi hakkında malumatı olamadığı söylemekle beraber, bu karşılaşmayı nasıl elde ettiğini ise belirtmemiştir. Oysaki Sümmani'nin Muhibbi ile karşılaşması mümkün değildir. Muhibbi'nin ölüm tarihi 1868'dir ve Sümmani bu tarihte 6 yaşındadır. Bu meseleyi ince detaylarıyla anlata Ali Özder, Sümmani'nin Muhibbi'nin köyüne geldiğinde, “Ah keşke Muhibbi Baba sağ olsaydı da görüşebilseydik.” Dediğini de hatırlatır. Sümmani'nin Halk Edebiyatındaki Yeri Yaşadığı dönemde ününü Orta Asya'ya kadar yayan Sümmani, ne yazık ki o dönemde Edebiyat sahasında hak ettiği yerini alamamıştır. Hakkında yazılan ilk yazılarda da sanatının değeri pek anlaşılmadığından yanlış yorumlanmış ve yanlış değerlendirilmiştir. Hakkında çıkan ilk yazılarda biri olan Süreyya Raif'in “Türk Çocuğu” mecmuasındaki makalesinde “Sümmaninin şiirlerinde selis bir üslup, tam bir vezin, bazen ahenksizlik, taktiilerde gayri tabilik göze çarpmaktadır. Türkçeye hakim olmadığı için kafiye hatalarına tesadüf etmek kabildir. Bunlara kafiye demektense yarım kafiye demek daha doğrudur.” Şeklinde yaptığı değerlendirme ile Sümmani'nin şiirini Halk şiiri normlarında tetkik yapmama yönteminde kaynaklanan bir hata ile değerlendirilmiştir. Şu bir gerçektir ki, Halk Şairlerinin diğer şairlerden ayrı olarak, şiirlerini irticalen söylediği için Süreyya Raif'in eleştirdiği yönlerin zaten kaçınılmaz olduğu aşikardır. Sümmani'yi edebiyat alemine ilk defa duyuran ise <bknz>Ziyaeddin Fahri Fındıklıoğlu</bknz>'dur. Sümmani'nin ölümünde 10 yıl kadar sonra 23 Temmuz 1341/1925 tarihli “Meslek Mecmuasın”da yayımlanan mektubunda Sümmani'den de şöyle bahsediyor. “Halk şairleri, cemiyetlerinin varlığı ile alakadar oluyor. Aşık Sümmani ismindeki şair, vaktiyle bu havalide Tortum yöresinde vuku bulan bir hareket-i arzdan müteessir koşmalar sunmuştur.” Fındıklıoğlu bu yazısından dokuz yıl sonra Sümmani hakkında malumatını genişleterek, şiirini şöyle tarif ediyor: “Bundan şöyle böyle sekiz sene evvel Tortum köylerinde gezerken değirmen başlarında Sümmani'nin koşmalarını ’çığıran' köylülere rastlamıştır. Tepelerden eser rüzgar, bana Altaylardan getirilmiş ve tabiatın bu köşelerine sindirilmiş maceraları fısıldıyordu.” Sümmani, 1934 yılında ise okul ders kitaplarına girmeyi başarır. Mustafa Nihat'ın lise son sınıflar için hazırladığı Metinlerle Muasır Türk Edebiyatı Tarih kitabının 195. sayfasında halk şiirleri içinde Sümmani'nin de adı şöyle geçmektedir: “Kazanlı Dadaloğlu, Sivaslı Ruhsati, Sümmani, Maraşlı Hezari, Celali meşhurdur.” Aynı kitabın 199. sayfasında Sümmani'nin aşağıda ilk kıtasını verdiğimiz şiir yer almaktadır: Zağlar bülbül olmuş gülşen bağında Sümmani'nin ölümünden sonra ki ilk yirmi yılda yayınlanan bu üç yazıda da Sümmani'nin hala girift, açığa çıkmamış, yeteri kadar aydınlatılmamış ve üzerinde ciddi bir çalışma yapılmamış olduğunu görüyoruz. Bu alanda ilk çalışmayı 1934 yılında <bknz>Haşim Nezihi Okay</bknz> yapmıştır. 32 sayfalık olan bu eser, Okay'ın Sinop Cezaevi mahkumlarına ders verirken, mahkumlardan Zekeriya Çavuş isimli bir kişiden dinleyerek derlemiştir. Zekeriya Çavuş'un hatırlayamadığı yerleri ise Haşim Nezihi Okay tahmini olarak doldurulmuştur. Okay'ın Sümmani'nin şiirlerindeki yaptığı bu tahrifat etkilerini halen daha hissettirmektedir. Bu hatasını düzeltmek amacıyla Okay, 1954 yılında biraz daha geniş bir kitap hazırlamıştır. Okay'dan sonra ilk ciddi araştırmayı <bknz>Nesip Yağurdereli</bknz>'de görüyoruz. 1939 yılında hazırlanan bu kitap bu yıla kadar ki Sümmani hakkında yapılmış en ciddi çalışmalardan biridir. 1963'de <bknz>Mehmet Kardeş</bknz>'in yaptığı çalışma günümüze kadar yapılan son çalışma olmuştur. Okay ve Kardeş'in kitaplarında toplam 90 adet koşmaya yer verilmiştir. Bu da bu çalışmaların ne kadar yetersiz ve eksik olduğunu fazlasıyla göstermektedir. Sümmani'nin Etkisi 11. yüzyıl Ozan-Bahşı kültürünün bir devamı olan Aşık tarzı şiir geleneği, halkın yegane gözü ve kulağı olmuştur. Halk olayları ve her türlü bilgiyi aşıklardan alır. Özellikle okuma yazma oranın düştüğü köylerde aşıklara verilen önem daha da artmıştır. Aşıkların çoğunluğunun da köylü olması bu yüzdendir. Seyahat şartlarının zorluğu, yazılı kültürün köylere ulaşamamasından dolayı bu şartlar altında yaşayan insanların ilgilerin, yüreğindeki sevgi ile dağları, ovaları, nehirleri gözlerinde küçültüp diyar diyar gezen bu aşıklardan havadis, öğüt almalarına yönelmesi elbette ki doğaldır. Aşık halk için her şeyden önce habercidir. Aşığın duyguları ve hisleri onlar için ikinci plandadır. Aşk ise bilgi ve duygularını aynı teknede yoğurarak sunar. Her zaman dertli olan aşığın derdi aynı zamanda halkın derdidir. Aşıklığın bu kadar önemli olduğu halk kültüründe yerini alan Sümmani, sanatını yaşadığı dönemde geniş halk kitlelerine yaymış ve halk üzerinde büyük bir etki bırakmıştır. Sümmani'nin didaktik ve nasihat eden şiirleri, halk tarafından büyük bir ilgi görmüştür. Şiirlerinin büyük bir çoğunluğunun nasihat ve öğüt içerikli olması halkın arasında daha fazla tutulmasının sebebi olmuştur. Yağmurdereli bu konuda şöyle demektedir: “Bu bakımdan Sümmani tam bir filozoftur. Ziya Paşa'nın darb-ı mesei haline gelen mısraları gibi, onunda halk arasında bu kıymeti muhafaza dene pek koşmaları vardır. Sümmani, her şeyden habersiz, koyu bir cehaletin derinliklerine yuvarlanmış hemşehrilerine, şiirlerine mevzu yaptığı iyi ahlak, mertlik ve fedakar olmak gibi fazilet esasları öğretmeyi kendine bir borç bilir.” Sümmani öğütlerinde genellikle ahlak, insanlarla ilişki ve aile kavramları üzerinde hassasiyetle durmuştur. Evlat düşse babasının gözünden Dinle Sümmani'yi düşme tuzağa Gönlündeki sevda ateşiyle kendine gurbeti sıla bilerek diyar diyar gezen Sümmani'nin; hasret, gurbet, yalnızlık kokan şiirleri, Halk Edebiyatı'nda en güzel gurbet şiirleri olarak anılmasını sağlamıştır. Sanat gücünün de üstün olduğu bu şiirler, yanık gönüllerden türkü, nağme olup çıkmıştır. Gurbet elde bir hal geldi başıma gibi buna benzer birçok şiiri bestelenerek Halk Türküleri arasında baş köşede yerini almıştır. Günümüzde de beğeni ile dinlenen şiirlerinin başında: Der Sümmani yarab gönlüm hoş eyle şiiri olmak üzere, birçok şiiri günümüz sanatçıları tarafından söylenmektedir. Son yıllarda pop müziğin iflas ederek, bu tarzda şarkı söyleyen sanatçıların halk türkülerini yeniden yorumlamaya başlamaları, Sümmani'nin şarkılarının da yeniden gündeme geleceğinin sinyallerini vermektedir. Halk aşıkları arasında da Sümmani'ye has bir makam olan ’Sümmani Ağzı' ise halen canlılığını sürdürmektedir. Aşık Edebiyatı'nın en önemli şiir türkülerinden olan ’Destanlar zamanın önemli olaylarını yansıtması bakımından önemlidir. Tarih sayfalarına girmeyen önemli olayların aşıklar tarafından gündeme getirilerek şiirleştirilmesi, bu tür olayların gündemden kalkmasını engellememiştir. Aşıkların da ustalıklarını bu türde daha şairane tarzda göstermeleri, o ilk heyecanı yansıtmaları bakımından önemini daha da artırmıştır. Mesela Ziyaeddin Fahri Fındıklıoğlu, yukarıda da ifadelerini verdiğimiz gibi, Sümmani'yi Tortum Depremi için söylediği destanından tanımıştır. Kaza-ı Tortumda oldu vukuat Yine Sümmani'nin Şekerli köyünde düğün esnasında, düğün evinin çökmesiyle yüze yakın kişinin ölümü üzerine söylediği destanla, o olay hakkında geniş malumatımız olmuştur. Bu bir tevarihtir bu sır aşikar Bunların dışında diğer tür destanlarında da, Sümmani gezip gördüğü şehirleri destan halinde geniş olarak tanıtmıştır. Özellikleriyle anlatılan şehirler, o zamanın hayat şartları ve Sümmani'nin şiirlerinin kalitesi ve aşıklıktaki üstünlüğü kuşkusuz tartışılmaz bir gerçektir. Hatta o kendi sınırlarını dahi zorlayarak, hece vezni dışında aruz vezni ile de şiir söylemiştir. Medrese tahsili görmüş şairlerimiz dahi, zorlanarak, üzerinde günlerce hatta aylarca çalışarak yazdıkları aruz vezinli şiirleri Sümmani ümmi olmasına rağmen irticalen söylemeyi başarabilmiştir. Aruz veznini o kadar iyi kullanamasa da, bu tarzda da şiir söyleyebilmesi onun sanat gücünün ne kadar kuvvetli olduğunu göstermektedir. Sümmani, Divan Edebiyatı nazım şekillerinden gazel, murabba, müstezad, muhamems türlerinde de şiir söylemiştir. Sümmani'nin müstezat'ından bir örnek: Aşığa aşkın ateşi gör ne yaradır Her kimse ki la görünür ilm-i ibare Sümmani'nin karşılaşmalarına baktığımız zaman, günümüze kadar dahi hiç yapılmamış iki karşılaşma örneği ile karşılaşmaktayız . Bunlardan birincisi Nihal ile olan karşılaşmalarıdır ki , normal aşk karşılaşmalarında farklı olan bu karşılaşmada bade içip kendinden geçen , ayılamayan ve yakınlarını korkuya düşüren Nihaîlinin durumunu anlamak için Sümmani'nin çağrılması ve Sümmani'nin bu aşığı konuşturması olayıdır ki buna benzer bir karşılaşma örneği yoktur. Bu karşılaşma ile birlikte bir sır olan bade içme olayını felsefesini Sümmani tüm detaylarıyla anlatmaktadır. Nihali için söylediği “ ya içti dile geldi ya da döktü sapıttı ya da içtim diye anlatır.” Sözü bade olayını daha net şekilde ortaya koymaktadır. İkincisi ise Zühali ile yaptığı mani tipi atışmadır ki buna benzer bir anlaşma aşık edebiyatında yoktur. Sümmani: Zülali : Sonuç olarak şunu söyleye biliriz ki , 20 , yüzyılın başların da bir köyde doğup daha sonra bütün orta Asya ya ve Türkiye yi saran Sümmani'nin o içli ve duyguları zamanımızda sevgi ve duyguların en güzel şekilde ifade etmektedir. Sümmani'nin şiirlerinde göze çarpan vatan hasretini , sıla özlemini doğruya çıktığı duyguları dile getiren mısralarını okuyan insan , vatanın ve toprağını bu kadar mukaddes bir şey olduğunu anlar. Karşı yatan karlı dağlar Kabe den gelir hacılar Parmağında gümüş haten |