|
1S.D.Üniversitesi İlahiyat Fakültesi/ İsparta
Grekçe “sémantiké-sémantikos”dan gelen semantik kelimesi “anlam veren,
anlam belirten” demektir. “Semiologie” tabiri de “anlam bilimi”ne karşılık kulla-
nılmaktadır. Arapça karşılığı “İlmu'l-ma'na”dır. Semantiğin birçok çeşitleri vardır:
Analitique, structurale, synchronique, diachronique (historique) vs. Anlam ile
kelimesini, kelime ile obje ilişkilerini, anlam değişikliklerini, kavram kargaşalığını,
eş anlamlı, çok anlamlı kelimeleri ve onların yapısını vs. inceleyen bir bilim dalı
olan semantiğin varlığı, dillerin çıkışı kadar eskidir ama bir bilim dalı olarak kurulu-
şu yenidir. Kısaca semantik bir bilim dalı olduğu kadar kavram kargaşasını önleme-
de, doğru anlamı bulmada bir metottur.
1
Bir kelimenin veya kavramın semantik analizini yapabilmek için, ilkin, o kelimenin veya kav-
ramın etimolojisini bilmek gerekir.
Mesela Arapça'dan dilimize geçen “akıl” kavramı semantik analize müsait
olan bir kavramdır. Arapça “ukl” kökünden gelen bu kelime semantik olarak “bağ-
lamak” anlamındadır. Etimolojik olarak Arapça'da “deve kösteği”nin adıdır. Deve-
nin ön ve arka ayaklarını çaprazlama olarak bağlayan kösteğin adıdır. Böylece bağ-
lanmış deve belli bir mekandan pek fazla uzaklaşamaz. Zamanla bu kelime devenin
ayağından insanın başına kadar bir evrim geçirmiş ve semantik anlamını orada da
göstermiştir. Nitekim biz akıl dediğimiz zaman “duygu ve düşünceleri, kavramları,
olayları, fikirleri vs. birbirine bağlayan ruhî melekeyi” kastediyoruz. Keza Batı
dillerinde bu kelime “Intelligence” kelimesiyle karşılanmaktadır. Lâtince
“Intellectus” olan bu kelime, Grekçe “Selectus” dan gelmedir. “Seçim ve tercih
etme” anlamındadır. O halde Batı dillerinin kullandığı “Intelligence”ın semantik
anlamı “iyi ile kötü, büyükle küçük, faydalı ile zararlı vs. arasında seçim yapan ve
ayıklayan melekeye” akıl denmektedir. Öz Türkçe'de “us”la karşılanan bu kelime
“davranışları kontrol eden melekeye” denmektedir. Kısaca Arapça “bağlama” özel-
liği dikkate alınırken, Grekçe ve Lâtince'de “ayıklama” yönü esasa alınmış ve Türk-
çe'de de “kontrol etme” özelliği öngörülmüştür. Şu halde insandaki aynı ruhî meleke
farklı dillerde farklı semantik özellikleriyle tanımlanmıştır.
3
Şüphe ve Dereceleri (Şüphe, Şekk ve Reyb)
4
“Reyb” kelimesi Arapça'da her türlü belirsizlik, kararsızlık, korku ve şüphe-
lerin genel ismidir. Sadece şüphe veya kuşku ile tercüme edilemez. Kaldı ki Arap-
ça'da kuşkuyu ifade eden veya kesinlik arzetmeyen bir şeyi belirten başka kelimeler
de vardır. Şüphe ve şekk gibi. “Şüphe” kelimesi “Ş-B-H” kökünden gelir. Benze-
mek anlamındadır. Benzemek ihtimali 2'den fazla olduğu zaman şüphe kelimesi
kullanılır. “Şekk” kelimesi “Ş-K-K” kökünden gelir. Bir şeyin 2'ye ayrılması veya
2 adet olmasıdır. Dolayısıyla ihtimal 2'ye indiğinde bu kelime kullanılır.
“Reyb” kelimesi ise “R-Y-B” kökünden gelir.Kur'an'da on yedi yerde geçen
bu kelime, ya “Kur'an” ya da “yeniden diriliş” konusunda zikredilmiştir. Semantik
alanı içerisinde “endişe, korku, tasa, ihtimal, şüphe, şekk, kaygı, vesvese, zan, tah-
min” vs. gibi her türlü belirsizliğin, kararsızlığın genel adıdır. Yani “yakîn” (kesin
gerçek) kavramının tam anlamıyla zıttıdır. Durum böyle olunca reyb'in olumsuz
hali olan “La Reyb”le “yakîn” eş anlamlıdır. Şu halde “Reyb”, yakîn (kesin gerçek)
olmayan her şeyi ifade ederken, “La Reyb” ise yakîn (kesin gerçek) olan anlamın-
dadır. Burada ihtimal 1'e inmiş gibi görünse de o artık ihtimal değil gerçeğin kendi-
sidir.
Yukarıda anlattıklarımızın tamamını içeren bir örnek verelim: Hava alacaka-
ranlık, uzaktaki objeler pek seçilemiyor olsun. Uzakta bir karartı bulunsun. Bu ka-
rartı pek seçilemediğinden, pek çok şeye benzetilebilir bir görünüşte olsun. Yani
insana, hayvana, ağaç kütüğüne, çuval yığınına, taş yığınına vs. gibi pek çok şeye
benziyor olsun. İşte burada benzediği her bir şey için şüphe kelimesi kullanılır. Çün-
kü benzeme ihtimali çoktur. Yani 2'den fazladır. Çünkü o karartı insana da, hayvana
da, kütüğe de vs. benziyor. İşte burada “onun (o karartının) insan olduğundan şüp-
heliyim” veya “onun hayvan olduğundan şüpheliyim...” denir. Yani o nesnenin
insana benzediğinden, hayvana benzediğinden emin değilim. Kesin bilgim yok de-
mektir. Karartıya biraz daha yaklaşalım. Taş yığını olmadığı kesinleşsin, biraz daha
yaklaşalım, obje biraz daha netleşsin, çuval veya ağaç kütüğü olmadığı da anlaşılsın.
Biraz daha yaklaşıp daha da netlik olunca hayvan olmadığı da görülmüş bulunsun.
Onun insan olduğu anlaşılıp da erkek mi yoksa kadın mı olduğu tam seçilemiyor
bulunsun. İşte o zaman ihtimal 2'ye düştüğünden şüphe değil “şekk” kelimesi kulla-
nırız. Yani o karartının insan olduğunu biliyoruz ama erkek mi yoksa kadın mı oldu-
ğunu, hatta Ali veya Ayşe mi olduğunu bilmiyoruz. Yani burada “Onun Ali oldu-
ğundan şüpheliyim, veya onun Ayşe olduğundan şüpheliyim” diyemeyiz. Çünkü
ihtimal ikiye inmiştir. O zaman “Onun Ali olduğuna şekkim var, onun Ayşe olduğu
konusunda şekk sahibiyim” demek öz Arapça'ya ve kavramların semantik yapısına
çok daha uygundur. İhtimal 2 olduğunda artık şüphe kelimesi hiç kullanılmaz.
“Şekk” kelimesi kullanılır. Mesela Kur'an'da Allah'ın varlığı hakkında tereddüt
edenler için hiç şüphe kelimesi geçmez. Şekk kelimesi geçer. “Efi'llahi şekkun”
5
buyuruluyor. “Allah hakkında şekkiniz mi var?” Çünkü onun hakkında tereddüd
eden kişi “ya vardır, ya yoktur” gibi iki ihtimal arasında kalmıştır. Onun için Kur'an
böyle durumlarda “Şekk” kelimesini kullanıyor.
6
Karartıya iyice yaklaşalım ve nihayet kim olduğunu tam olarak görelim. Onun
artık “Ali” olduğu hiçbir tereddüt, kuşku kalmadan ortaya çıkmış bulunsun. İşte her
türlü ihtimal dışı bu kesinlik, bu gerçeklik Arapça'da “La Reyb”le ifade edilir. Bir
diğer ifade şekli “yakîn” kavramıdır. Ben, karartının tümü hakkında “reyb” kavra-
mını kullanabilirim. Ne olduğunu, nelere benzediğini düşünmeye başladığımda
“şüphe” kelimesini, ihtimal 2'ye düştüğünde “şekk” kelimesini, hiçbir şüphe ve
endişeye mahal kalmadan ortaya çıkan gerçeğe “La Reyb” veya “yakîn” kelimesini
kullanırım.
Yakîn ve dereceleri
“Kesin gerçek” anlamına gelen “yakîn”kavramı, aynı zamanda İslam dü-
şüncesinde bilgi vasıtalarını ifade ederken de kullanılır. Her ne kadar İslam tasavvuf
felsefesinde “müşâhede, mükâşefe ve tecellî” olarak ifade edilirse de bu 3 bilgi vası-
tası aynı zamanda daha yaygın üç deyimle de ifade edilmiştir. “İlme'l-yakîn”,
“ayne'l-yakîn” ve “hakke'l-yakîn”. Aynı zamanda Kur'anî ifadelerden olan bu
tabirlerin birincisi; bir otoriteye, bir araştırmaya ve duyu güçlerine dayanarak bilmek
anlamına gelir. İkincisi yani ayne'l-yakîn, bizzat görülerek elde edilen bilgidir ki,
birinciye nisbeten daha kesin bir bilgiyi verir. Üçüncüsü ise bilgi objesini kendi
ruhunda bulmaktır. Bu, adeta sujenin objeyle ittihadıdır.
8
Meselâ ölüm hakkındaki bilgilerimiz, araştırmalarımız hep “ilme'l-yakîn”dir. Ölmekte olan veya ölmüş
birini görmemiz “ayne'l-yakîn”dir. İnsanın kendisi ölürken, ölüm hakkındaki bilgisi
“hakke'l-yakîn”dir. En kesin olan da budur. Şekk, şüphe ve reybin tamamen orta-
dan kalkması halidir.
“Zalike'l-Kitabu La Reybe fihi” ayeti nasıl tercüme edilmeli?
Bu ayet-i kerimenin hemen hemen bütün müfessirler ve mealcilerce “içinde
şüphe olmayan kitap” şeklinde tercüme edildiğini görmekteyiz. Kavramların analizi
yapılmadan, kelimenin lügavî anlamıyla yapılan bu nevi tercümeler genelde seman-
tik hatalar içerir. Her şüphe reybdir ama her reyb şüphe değildir. Şüphenin dışında
kullanılan tereddütler, endişeler ve belirsizlikler vs. gibi kesinlik ifade etmeyen her
kavram yukarıda da belirttiğimiz gibi, “reyb” kelimesiyle ifade edilir. Yani kesin ve
gerçek olmayan herşeye denir.Bunun eski tabirle “nefy” edilmiş hali yani olumsuz-
luk hali olan “La reyb” ise, kesin ve gerçek olanı belirler. Yani “yakîn” kavramının
sinonimidir. O halde buradaki “La reyb” ifadesini “kesin, gerçek” veya “mutlak
hakikat” diye tercüme etmek gerekir. Dolayısıyla ayetin tercümesi:
7
“Bu kitap, kesin gerçeğin ta kendisidir” şeklinde olmalıdır. Tercümeyi “ta
kendisidir” gibi vurgulu yapmamız ayetin, Kur'an'ın hemen başında Kur'an'ın
Kur'an'la tanımlanmasından kaynaklanmaktadır. Zaten Kur'an, ileriki surelerde,
yukarda yaptığımız tercümeye uygun bir tanımını verecektir. Nitekim Hakka Suresi
son ayetlerinde Kur'an, Kur'an'ı şöyle tanımlıyor:
“Görebildikleriniz ve göremediklerinize andolsun ki Kur'an, şerefli bir elçinin
getirdiği sözdür. O, şâir sözü değil, ne az inanıyorsunuz. O, kâhin sözü de değildir;
ne az düşünüyorsunuz! O, âlemlerin Rabbinden indirilmiştir. Eğer Muhammed bize
karşı O'na bazı sözler ilave etmiş olsaydı, Biz onu sağ cenâhından yakalar sonra da
onun şah damarını koparırdık. Doğrusu Kur'an müttakiler için bir öğüttür. İçiniz-
den kimlerin O'nu yalanlamakta olduğunu biz bilmekteyiz. Doğrusu Kur'an kâfirler
için bir hüsrandır. Kur'an, elbette KESİN GERÇEK'in ta kendisidir. Öyleyse Yüce
Rabbinin adını tesbih et.”
Bu ayeti kerimelerden anlaşılanları şöylece sıralayabiliriz: Görülebilenler ve
görülemeyenler üzerine yapılan yeminden Kur'an'ın fizik ve metafizik boyutuna
dikkat çekiliyor. Şerefli bir elçinin getirdiği ifadesiyle Cebrail'in konumu belirleni-
yor. Zira elçiler kendi sözlerini değil, elçisi olduğu zâtın veya makamın sözlerini
getirirler. Dolayısıyla burada Cebrail'in, elçisi olduğu Cenâb-ı Hakk'ın sözünü
getirdiği açıktır. Kur'an'ın şair sözü olmadığı gibi kâhin sözü de hiç değildir tanımı-
nın arkasından Hz. Peygamber'in Kur'an'a kendisinden bir şeyler ilave etmediğini,
edemeyeceğini vurguluyor. Aksi takdirde başına gelecekler veya nasıl bir muame-
leyle karşı karşıya kalacağı belirtiliyor. Kur'an'ın müttakilere yani Allah'a karşı
saygılı olanlara ve ona karşı sorumluluğunun bilincinde olanlara bir öğüt teşkil etti-
ğini, inkarcılar için ise bir hüsran kaynağı yani bir üzüntü ve bir iç yarası olduğunu
belirttikten sonra O'nun kesin gerçeğin ta kendisi olduğunu vurguluyor. Şu halde,
bütün anlatılanlar, Kur'an etrafındaki her türlü tereddüd, şüphe, şekk, endişe, tah-
min, itham vs. gibi kesinliğin ve hakikatin zıttını ifade eden her türlü belirsizlik yani
“Reyb” hali giderildikten sonra O'nun ne olduğu tam olarak ortaya konmaktadır: “O
elbette Kesin Gerçek'in ta kendisidir” kesinlik ifade eden “yakîn” kelimesi
“Hakku'l-yakîn” şeklinde en kesin bilgi mertebesi olan bu terim kullanıldığından
“kesin gerçek” diye tercüme ettik. Çünkü “reyb” halinin tamamen ortadan kalkması
yani nefy olması kısaca “La reyb”in karşılığı olan “yakîn” hali ve bunun en üst
mertebesi olan “hakke'l-yakîn” haliyle vurgulanmaktadır. Öyleyse, “Kur'an'da bir
ayete verilen anlam diğer ayetlerle tevfik edilebilmelidir”
10
prensibimizden hareketle Hakka Suresi'ndeki Kur'an'ın Kur'an'la tanımı olan “Kur'an elbette kesin gerçe-
ğin ta kendisidir” ifadesi, aynı zamanda Bakara Suresi'nin hemen başında
11
Yer alan “Zelike'l-Kitabu la reybe fih...” ayeti de ilgili kavramın semantik analizi ge-
reği aynı olmalıdır. Yani “Bu kitap kesin gerçeğin ta kendisidir” veya “Bu kitap,
içinde kesin gerçeği veren kitaptır” şeklinde tercüme edilmelidir.
Bütün bu açıklamalardan sonra aklımıza şöyle bir soru gelebilir: “Madem ki
Kur'an kendi tanımıyla kesin gerçeği veren bir kitaptır, o halde şüphe ve belirsizlik
ifade eden bazı ilmî teorilerin Kur'an'da varlığını söyleyenlere ne cevap verilmeli-
dir?”
Bu konuyu daha önceki bir makalemde ele almıştım. Onu burada kısaca ak-
tarmak gerekir. “Müspet ilimler vakıalara dayanır. Bu vakıaların her biri bir müspet
ilmin fenomenidir. İlim, o fenomeni değerlendirir, kanunlarını koyar ve açıklamala-
rını formüle ederek sunar. Yani önce olay vardır, sonra ilim o olayı kanunları içinde
açıklar. Olay (ilmi fenomen) değişmez ama, ilmi kanunlar yeni buluşlar ve yeni
şartlar doğrultusunda değişkendir. Onun için bugün ilmi olan bir şey yarın arka
plana atılabilir. O olayı açıklayan yeni bir kanun ortaya çıkar, eskisi klasik bir
değer olarak o ilmin tarihinde yerini alır. İşte Kur'an'daki ilmi ayetler vakıanın
(ilmi fenomenin) sabitliğini gösteren, ama yorumunu ilmi araştırmaların gelişmesi-
ne bırakan ayetlerdir. Bu fenomenlerde kişiyi hidayete götürecek sırlar vardır. Onun
için pek çok yerde araştırma ve düşünmeye dayalı emirlerin gelmesi bu yüzdendir.
İlmî zihniyet ve kanunlar değişse de, o fenomenler değişmeyecek ve her asırda söz
konusu edilebilecektir. Bunun yanı sıra ayetlerin bütünlüğü içinde o fenomenin fizik
ve metafizik hakikati görülebilir. Bunu tespitte ilmi gerçekler ışık tutabilir. Önemli
olan ilmin ve Kur'an'ın aynı konudaki pozisyonlarını sergileyebilmektir.”
12
Dolayısıyla teori henüz ispat edilmemiş, zan ve şüphe barındıran kesin olmayan bir hü-
kümdür. Kur'an'da ise teorilerin dayandığı olaylar yani fenomenler vardır. İnsan
Kur'an'da teoriyi değil, tabiatta veya kainatta var olan fenomeni görür. Bu fenomen
üzerine teori oluşturabilir. Ama bu yorum insanın kendi yorumudur. Yoksa içinde
ancak “kesin gerçek” bulunan kitapta, fenomen ve o fenomenin gerçek faili yer alır.
İnsanlar bu fenomen ve kanunlar için Kur'anî düşünce doğrultusunda çeşitli yorum-
lar, açıklamalar yapabilir ve hatta kendilerine ait olmak kaydıyla yeni bazı teoriler
oluşturabilirler. Mesela Kur'an güneşin kendine ait bir yörüngede gittiği ve bu ola-
yın Aziz ve Alîm olan Allah'ın takdiri olduğunu söyler.
13
Buradaki olay, Güneşin uzaydaki hareketidir ve bu hareketin Allah'ın takdiriyle olduğu belirtilmektedir.
Yani Tanrı'nın uzaya güneş için bahşettiği bir prensip gereği olduğu vurgulanmak-
tadır. Biz buradan Güneşin değişmeyen ve her zaman devam eden kendi yörünge-
sindeki hareketi gerçeğinin gerçek fâilinin Allah olduğuna, ve O'nun kainata bağış-
ladığı bir kanun olduğuna hükmediyoruz. Öte yandan Batlamyus, Kopernik vs.lerin
fikirleri güneşin bu hareketini açıklamaya yönelik kendi devirlerine ait teorilerdir.
Kur'an onların teorilerinden elbette bahsetmez. Kainattaki bu ve benzeri olaylar
(fenomenler) üzerinde çalışanlar, yukarda da belirttiğimiz gibi çeşitli hipotezler
çeşitli teoriler geliştirebilirler. Durum bundan ibarettir.
.
Mustafa Çetin Baydar - 19/11/2013 - 17:39 -
|