|
1PİRE MEHMED
Cemalettin Server
Çok zeki , çalışkan, atik ve enerjik, bilhassa gençliğinde cıva gibi hareketli, ateşli bir sporcu ve CİRİTÇİ olmasından böyle demişlerdi. MEHMED [Y, yahut NECATI ÇELEBİ diyenle-raslamadım. Kân köyünün çok eskilerinden köklü bir ailesinden olduğu halde KÂN'lı rdi. Künyesinin HACI BEKİR OĞLU olduğu yalnız nüfus kütüğünde ve aile kayıtlarında kalmıştır.
Erzurum'a vardığım tarihten beri kendisini aştırma, derleme, yazıp çizme, ikimiz-
de de ezelî bir iptilâ olduğu için çabuk ve kolay anlaşmıştık; iyi görüşürdük.
Erzurum hakkında çok şey bilirdi. Kitaptan baş kaldırmamış, yıllar boyu okumuş, yazmış, araştırmış, derlemmiş, biriktirmiş, sıraya koymuş ve çok işe yarayacak hayli notlar ve vesikalar edin¬mişti. Bu notlar ve bir takım haşiyeler, zamanla hızını kaybederek bir köşeye bırakılmış ve toz top¬rak altında kalmış olmasına rağmen yine de kıy¬metlerini kaybetmemişlerdi.
Bence en büyük meziyeti şu idi.:
Sorulanı mutlaka cevaplandırır; ne biliyorsa söyler, nesi varsa ortaya döker; hele memleketi için hiç bir şeyi esirgemez; olanca cömertliği ile önümüze sererdi. Onu resmî ve askerî vazifelerin¬den ayırıp, kitapçı, kütüphaneci ve bilhassa kitâbiyatçı yapan da hep bu memleket sevgisi, bu ta¬rih düşkünlüğü idi. Erzurum'daki ILIM OCAGl bu aşk ile açılmış, KÂN köyündeki kütüphane, yi¬ne bu gaye ile kurulmuştu.
insan kadri bilmiyenler, nedense çekemeyen¬ler, bir acayip ruh hastalığı için değer ve değerliye daima gözlerini kapayanlar için "makbul adam" sa-tu. Yaşadığı müddetçe Erzurum'un her dâvasına karışmıştı. Küçücük boyundan ve cirminden umulmayacak büyük işlerin başına geçmiş, hayli fe¬dâkârlıklara katlanmış, çektiği işkenceler arasın¬da idama götürülmek tehlikesine bile uğramıştı. Fakat dâvasından, gayesinden şaşmamış, gittiği yılmazdı. Her mânada irfanlı bir insan olan münev¬ver şeyhlerden ve "şettâriye" den KOL AĞASI ALÎ RIZA merhuma da yaptıktan gibi bu zavallının da arkasından söylemediklerini bırakmadılar. Bu kötü le onun hakkında söylediklerinden daha büyük bir günah işlediklerinin farkında olmadılar.
Böyle olmakla beraber bu kıymeti bilinme¬yen insanın Erzurum için yapmadığı bir şey yok-yoldan dönmemişti.
Onun kadar kendisini Erzurum'a vermiş, onun kadar zayıp çizmiş insanı az gösterebilirim. Talebeliğinden, gençliğinden, askerliğinden beri Erzurum sevgisi ile yaşadı. Bunun için okudu; bu¬nun için topladı. Bir satırlık bile olsa ufacık bir ve¬sikaya, küçücük bir hâtıraya, bunun için önem verdi. Onİan çeyiz sandıklarında saklar gibi sakladı. Bir yaprağını yitirmedi. Gönlünü ve ömrünü yalnız bu işlere vermişti. Yazıp çizmesi, derleyip toplaması, hattâ biraz fazla gibi görünen konuşması, sa¬dece bu sevgiden ileri geliyordu. Yalnız bu dilberin sevdalısı idi.
Erzurum'un iç tarihinden, içtimaî hâdisele¬rinden başka idari hayatı ile de uğraşırdı. Kuman¬danları, valileri, belediye reisleri, defterdarları, mektupçulan hakkında hayli notlar ve bilgiler top¬lamıştı.
Yerli esnaf teşekküllerinden Ilıca'lara, Çer¬mik'lere, hattâ mahalle meczuplarının eskimiş ha¬vralarına, masal ve menkibelere kadar yazılmakla bitmeyen çok zengin bir bilgi malzemesine sahipti. Lâkin ne yazıktır; evet pek çok yazıktır ki Erzu¬rum ile ilgili her konuda, her çağda işe yarayacak olan bu çeşitli ve geniş malûmatı, bir cilt içinde toplayamadı. Bildiklerini, yazdıklarını, bir kitap haline getiremedi.
Yine pek çok esef olunur ki, arkasında kalan bu perişan notlar ve madde halindeki dağınık ya¬zılar, okunaklı, düzgün bir şekilde yazılmadığın¬dan bir kısmı da kurşun kalemle acele karalanmış bulunduğundan bunların bir çoğu, içinden çıkılır şeyler değildir. Faide sağlanması çok çetindir.
Beşerî zaaflardan kurtulamıyan her fâni g bi birazcık kendini beğendiği ve anlattıklarının bir kısmına "mübalağa" kattığı olurdu. Lâkin kabul etmek lâzım gelir ki bu şekilde bilgi ve yetkisine inanması, güvenmesi, büsbütün de yersiz değildi. Bunun içindir ki bir çok işlerde kendisini başta ve önde göstermek istemesini, onun şahsına mahsus bir zevki ve âdeti olarak bellemiştik. Hoşumuza giderek dinlerdik. Bu tarafı, yan ciddî, yarı lâtife olmakla beraber gerçekten pek de uzak olmadığı için, söylerken yakıştırmasını da bilirdi.. Yakınla¬rının çok iyi bildiği bu halini, ben de her vesîle ile görüp öğrendiğim için, tatlı tatlı dinlerdim. Bu hal yıllarca böyle devam etti. Çünkü biliyordum ki, konuşulurken icap edenleri seçmek ve süzmek,
"HUZ MÂ SAFA DA* MA KEDER" gereğince dinleyene aittir.(*)
Söylediğimiz gibi bu kıymetli insanın kendi yurdunda nedense kıymeti pek bilinmemişti. Hak¬lı olarak kendisine kıymet verilmesini, hürmet gös¬terilmesini isterdi. Bunun içindir ki küçük bir te¬bessüm ve takdirkârlık, iltifatlı bir bakış, orftr bir çocuk saffetiyle sevindirir, içinin susuzluğunu gi¬derirdi. Lâkin bütün cömertliğine, bütün fedakâr-lıklarına rağmen, memleketi için yaptıklarının değerlendirildiğini görmek, kendisine kısmet olma¬dı, îçinde sakladığı bu yıllanmış arzu ve özleyişi, nihayet kendisi ile beraber ahiret'e götürdü.
ÇELEBİ'miz her sene istanbul'a gelip gider¬di. Fakat "binalı" olarak yerleşmesi 1957 den son¬radır. 3000 liraya yakın bir para harcayarak kü¬tüphanesini buraya getirmişti. Sadece yerleştiril¬mesi aylarca süren bu kütüphanede gece yanları¬na kadar çalışır; geçmişin hâtıralarını, bu günün olaylarını bir araya getirmeğe uğraşırdı. "Hâtırat" mı bitiremiyeceğine çok üzülüyordu. Hiç değilse TARİH ANAHTARI dediği küçük fihristinin bas¬tırılıp, dağıtıldığını görmek istiyordu. Teşebbüsle¬rinin sonucunu almadan, hayatı sona erdi ve ya-zık oldu...
Son yıllarını tamamiyle ilme, ibâdete ve mü¬talâaya vermişti. Cami ve kütüphaneden başka bir yere gitmiyor, her Cum'ayı ayrı bir camide kı¬lıyordu. Allahınaa secde etmenin doyum olmayan safasından, hiç kaçırmadan bulunduğu Hafız Ce miyeilerinden, Mevlidlerden ve indirdiği "Hatm-i şerif" 1erden sevdiklerine, dostlarına bir münase¬betle bahsederken mâsûm bir çocuk sevinci ya¬şardı.
Yaşı 81 i aştığı halde bir delikanlı gibi dinç dolaşmaktan yorulmazdı. Sıhhat ve hayatından hiç bir şikâyeti yoktu. Son günlere kadar neş'e ve enerjisini kaybetmedi. Eskiden olduğu gibi kitap kalem elinden düşmedi.
Derneğimizin ilk kurucularından ve idare ku¬rulu üyelerinden bulunuyordu.
Bir cumartesi günü akşamı yatsı namazını kıldıktan ve elinden bırakmadığı Kur'anı Kerîmi kapadıktan sonra yatağına girdi. Sabaha karşı 80 bu kadar yıllık hayatının kitabı kapanırken kendi¬si de farkında olmadı (14 Ekim 1961).
O gün bir Erzurumlu dostunun Mevlid Ce¬miyetine gidecekti. Onu Kadıköy'ü "Koşu: Yolu" ndan alıp, ahiret yoluna uğurladılar1..
Bu göçüş ve "yola vuruş", pek sessiz, sedasız ol¬duğu için bu son ayrılışında bulunamadım.
Son günlerde hakikaten imrendirici ilâhî bir lutfa uğrayarak HAYR-ÜLENCÂM tecellisinin mazhariyetine irişen, Allahma ve ibâdete daha çok sarılan bu garip kulunu, umuyoruz ve niyaz ediyo¬ruz ki, Allah, garipler katından, şehîdler katarına
almıştır. Zira yine* biliyoruz ki "Bir saatlik ifanı mesaînin, yetmiş yıllık sûrî ibâdetten hayırlı oldu¬ğu" nu, Fahr-i Âlem müjdeliyor.
Erzurum'da yaşlı bir münevver, eski bir "Kitâbiyatçı" (kitap ilmi - Bibliyografya) olan MEH¬MET NECATİ ÇELEBİnin ebedî ufûlü karşısın¬da içten üzüntü duyarak söyleyeceğimiz en kısa söz şudur:
ÇELEBİ'miz kimseye benzemiyen orijinal şahsiyetine, etraflı bilgisine ve kabul etmemiz lâ¬zım gelen yetkisine ilâve olarak elinde yığın yığın vesika bulunduğu, bir çok tarihî olayların da biz¬zat içinde yaşadığı halde ne eseri ile, ne kalemi ile bir memleket tarihçisi olamadı; tarihçiye rehber olarak kaldı. İstemiş, biraz da himmet etmiş olsa idi yurdunun tarihini yazabilecek, hattâ bir çokla¬rına öğretebilecek durumda idi.
Erzurum'la uzak yakın hiç bir ilgisi olmayan onu ancak haritadan tanıyan, ve hattâ bu beyaz yaylanın CENNET pınarından bir tas su içmemiş bazı kimselerin memleketin tarihini yazmağa kalk¬tığını görünce bu acı, gözümün önünde daha çok büyüyor ve üzülmemek kaabil olmuyor..
Kütüphanesinin satılmıyacağına, hâtırasına hürmetle aynen muhafaza edileceğine dair bize söz vermek kadirbilirliğini gösteren muhterem vârisleri¬ne, memleket irfanı ve bilhassa Erzurum tarihi nâ¬mına sevinç ve şükranlarımızı şimdiden bildirir, merhumun ruhuna Fâtiha'lar ithaf eyleriz..
(*) huz ma safa da'ma keder: hazreti Muhammed'e atfedilen bir sözdür. huzur, sevinç vereni al, üzüntü vereni bırak anlamına gelir.
1.3 Cenazesi; Kadıköy'ünde, kapıağası Osman Ağa Camiine getirilerek ikindiyi müteakip cenaze na¬mazı kılındıktan sonra, Üsküdar Karaca Ahmet Sultan mezarlığı şehidliği 3 üncü adasında 2717 no. h kabrine gömüldü,
.
Mustafa Çetin Baydar - 19/11/2013 - 17:33 -
|