1 Osman Kemâli (K.S) Cismim Rûh'a döndü Elhamdülillah Kemâli Efendi, Erzurum'un Pasinler karyesine bağlı «GÜLLÜKÖY» de doğmuştur. 600 sene evvel BUHARA'dan hicret ederek bu havaliye yerleşen bir aileye mensuptur. Erzurum ulemasından Yeşil İmam diye anılan, Cafer Ağa Camii imam ve hatibi Seyhülkurra' Seyyid Mustafa Efendi'ye teslim edilir. Bu zâtın himmeti ile bir sene içinde Kur' ân-ı Kerîm'i tamamen hıfzeder ve ayrıca kıraat ilmine de çalışarak icazet alır. İcazet aldığı sıralarda yaşı 18'dir. «Ağlıya ağlıya Necef'e vardım Gözle bakanlara görünür mezar Kerbelâ'ya vardım belâlar arttı Bilirim onları sevenler ölmez Yetmiş iki sadık çok mihnet çekti Bir mersiyesinde, de: «Yirmi bin kişi birden ok attı Şah-ı mazlûm'a Ok atmak Kurretül-ayn'e değil mi aslını imha Cihanın sahibinden bir içim su kıskanılmış âh Ayak bastı o mel'unlar kalbgâh-ı sırr-ı Kurân'a Belâ-yı Ehl-i Beyti yazmağa imkân mı var,asla Ezelden ağlarım, aktı; dü-çeşmim kanlı yaşımla İki göz oldu a'mâ, ağlarım ey kurretül-ayneyn Uzun bir yolculuktan sonra Trablusşam'a geldi. Trablusşam müftüsü ile tanıştı. Dostluklarının ilerlemesi sebebiyle orada on bir ay kaldı. Bilâhare İskenderun ve Antakya'ya gitti. Talat Bey bana «baba» diye hitap ederdi. Bunların dahil oldukları hükümet, âmâlara mahsus olan bu müesseseyi lâğvetmeye karar verir, fakat her ikisi de beni çok sevdiklerinden, bu işin ben burada olmadığım bir sırada yapılmasının uygun olacağı hususunda mutabakata vardıklarından, bir bahane ile beni Erzurum'a gönderdiler ve ben orada iken de o vakf-ı azîmi lâğvettiler.» Hayatının muhtelif devrelerinde, bostan bekçiliğinden şeyhliğe, arzuhalcilikten mecelle şârihliğine ve hocalıktan mesnevî-hanlığa kadar çeşitli is ve mesleklerde bulunmuş, Nakşî, Mevlevî ve Hamzavî tarikinin en büyük ve en selâhiyetli mümessillerinden feyiz ve nazar almış olan bu muhterem zât; ömrünün son yirmibes yılını «Eyüp Nişancası'nda Münzevîler semtindeki evinde» münzevîyâne ve mânevi bir refah içinde geçirdi. Mensur eserleri: 5 Ocak 1954 tarihinde hastalanarak yatağa düştü. Üç gün devam eden hastalığı esnasında kimse ile konuşmadı, yalnız üçüncü gece baş ucunda nöbet bekleyen ihvandan üç zâtı uyandırarak, kendisine mensup olanlara ait bazı müjdeli haberlerde bulunarak tekrar yattı ve aynı gece saat 23.56'da ( 8 Ocak 1954 Cuma gecesi ) câmey-i nâsutdan soyunarak «Envâr-ı bekabillâh» da sırroldu. (Rahmetullahi aleyh ve kaddesallahu sırrahu) Kabir taşına yazılan ve kendisine ait olan Kitâbe'nin manzum kısmı: . Mustafa Çetin Baydar - 19/11/2013 - 17:33 - |
|
2 ERZURUMLULARIN TANIMADIĞI BİR ERZURUMLU; Bu unutulmuş Erzurumluyu gün yüzüne çıkaran Sayın Talat Uzunyaylalı şu bilgileri vermektedir. “Divan-ı kemali “ Erzurumlu mutasavvuf Kemalî Efendinin eseri. Bu divanla, yıllar önce, Beyazıt'taki sahaflar çarşısında tanıştım. Yere serilmiş ve üzerine adeta dökülerek bırakılmış yüzlerce eski kitabın arasında melil mahzun duruyordu. Diğer kitapların arasında bu kitabı satın aldı. Karton kapağına bir sonbahar yeşili zemin basmışlardı. Bu zeminin üstüne siyah kapital harflerle DİVAN-I KEMALİ yazmışlardı. Bu yeşil zeminin içine pencereyi anımsatan üst tarafları yaprak figürlü ,iki ayrı tonda pembe zeminli ikinci bir çerçeve yerleştirilmişti. Ve çerçevenin içine AŞK SIZINTILARI ifadeleri yazılmıştı. Bu ifadeler Mevlevi sikkesi şeklinde yazılmış ve daha ilk anda Kemali Efendinin bir Mevlevi olduğu vurgulanmak istenmişti. Kapağın en altına ise ; “ Toplayan BAHA DOĞRAMACI , İstanbul Sinan Matbası ve Neşriya Evi “ ifadeleri yer almıştı . Birinci hamur kağıda basılmış kitabın ilk sayfasında sarı zeminli bir Camii görüntüsünün yanına aynada kendi yüzüne bakan bir adam resmi yapılmış ve altına da Kemali Efendinin şu mısrası düşülmüş : “ Her ne yüzle baksa göz ayinede kendini görür İkici sayfada yine sarı zeminli, nakışlı bir çerçevesi olan hattat “ Hamid “ ’e ayit , bir besmele -i şerif yer alıyor. Üçüncü sayfaya ise kırmızı çizgili bir çerçevenin içine, elinde asası, başında sikkesi, düzgün taranmış sakalları göğsüne kadar uzanan, düğmeleri kapalı eski bir pardösü giyinmiş Kemali Efendinin siyah- beyaz bir fotoğrafını koymuşlar. Fotoğraftan Kemali Efendinin olduğu hemen anlaşılıyor. Dördüncü sayfada sarı zeminli bir çerçeve içinde Kemal Efendinin müntesiplerinden olduğu anlaşılan, “ A. Azmi “ imzalı bir dörtlük var: “Hayret veriyor sözlerinin sırr-ı meali Takip eden sayfalarda Divan-ı yayına hazırlayan Baha Doğramacı'nın kaleme aldığı ön söz ve Kemali Efendinin “Hal Tercemesi “ yer alıyor. Daha sonraki sayfalarda ise, Divanda yer alan eserler .... Doğramacı ön sözünde şunları yazıyor. “Terceme-yi halini aşağıya yazdığımız Osman Kemaleddin Efendinin bazı gazellerinin Üstadın kendisine mahsus ve ahenk ilahi bir vecd ile okuduğu şiirlerini dinledikten sonra, müsaadeleri olduğu takdirde, bunları neşr etmek hususundaki cür' etkarene ricalarıma Dayanamayarak müsaade ettiler. Bu büyük müjde üzerine elde mevcut gazellerini, ileride toplayacağımız diğer gazelleri ile, mensur eserlerini ayrı ayrı birer kitap halinde bastırarak arzu buyuran ehl-i zevk muhabbete yadigar bırakmayı kendime bir zevk bilerek şimdilik birinci kitabı, kendisini çok seven ve sevilen Sinan Bey Kardeşimizin hamiyet-i arifaneleri ile “AŞK SIZINTILARI” namı adı altında Sinan matbaasında basmak ve memleket maarifine hizmet etmekle işe başladık. Tevfik ALLAH ’tan Osman Kemalettin Efedinin aynı kalem tarafından ifade edilen hayat hikayesi ise şöyle: “Osman Kemalettin Efendi, Erzurum'un Pasinler kazasına bağlı Güllü köy nahiyesinde 6 Mart 1297 (1881) de doğmuştur. Bir yaşına geldiğinde çiçek hastalığına tutulmuş ve bu hastalık neticesinde gözlerini kaybetmiştir. Nur -i basardan mahrum olan bu çilekeş yavru uzun ve üzücü bir çok hastalıklar geçirip bir büyüyünce Erzurum ’da bir medreseye götürülür ve oraya kendisin anlattığına Nazaran usul bilmeyen ve aynı zamanda hırçın tabiatlı bir hocaya teslim edilir. Bu hadit-ül mizac hoca küçük kemali'yi çok döğermiş. Bunu kendi manzum terceme -yi halinde : Dediler ilm öğren olursun rahat Mısraları ile anlatıyor. Bu hocanın derslerinden bir semere hasıl olmayınca o medreseden alınır ve kendisinin daime lisan -ı şükranla bahsettiği Erzurum ulemasından şeyh-ül- kurra Seyyid hafız Mustafa Efendiye teslim edilir. Bu zatın rahle -yi tedrisine devamla ,iki senede Kur'an-ı kerim'i hıfz ve ayrıca ilm-i kıraati talim eder. Arapça ve farsça dersleri görür . hafız bostan ve gülistan gibi eserleri okur ve Mesnevi'yi baştan başa ezberler. Kendi ifadesine göre yalnız mesnevi okumakla Mevlana tanınmaz. Divan-ı kebir-i okuyanlar Mevlana'nın aşk ,heyecan ve ruhunu ancak orada görebilirler. Manzum tercüme halinde söylediği gibi henüz tahsilini bitirmeden görmediği bir yere gönül bağlar. O yerin derdi ile ağlar, sızlar derdine derman arar. Nihayet kolağası Ali Rıza Efendi adında bir zatla görüşür ondan bir takım tasavvufi sohbetler işitir, derdi büsbütün artar. Artık bir yerde karar edemeyerek gönlündeki yerini dağlarda aramaya çıkar. Tahammülün fevkinde bir çok minnetlere katlanarak parasız, minnetsiz, aç, susuz, yollara koyulur. Kasaba kasaba , köy köy, yolu Irak ’a düşer, Bağdat , Necef, Kerbela çöllerinde aylarca yanar yakılır. Bunu kendinden dinleyelim: Yalnız başıma çıktım gurbete Kasaba kasaba gezip aç susuz Hıtta-yı Irak'ı köy be köy gezdim Necef'de yüz tuttum bab- izzete Bu uzun yolculuktan sonra nihayet Trablusşam Müftüsü'ne mülaki olur ve bir müddet müftünün misafiri olarak kalır. Trablusşam'da on bir ay ikametten sonra Hatay'a gelir, İskenderun ,Antakya şehirlerini gezer. Oralarda Ehl- beyt muhabbetini terennüm eden gazeller ve mersiyeler söylediğinden kendisine “Alevi” denilir. Halep'e gelir, Halep Mevlevihanesinde bir müddet kalır. Artık; mecazi aşk, hakiki aşk inkılap etmiştir. Oradan Konya'ya gider. Abdulhalim Çelebi Konya dergahından kendisine çok iltifat eder ve mesnevihanlık tercihi ile başına sikke giydirir. Bundan sonra Mevlevi Osman Hafız olur. Mubarek vatandı Trablusşam Hatay'da dediler bana Alevi Konya'dan İstanbul ’a gelir, Fatih medresesinde bazen da Edirne kapı haricinde Şeyh Murat dergahında kalır. Erzurum'lu Hacı Nazmi efendi ile kaç fudalanın derslerine devam eder. Bilhassa manastırlı İsmail Hakkı Efendi'nin dersinde kendini sevdirir. Nihayet derslerini itmam ederek icazet alır. Bundan sonra hususi dersler okutur. Bir Aralık Erzurum'a gider, birkaç ay orada kalır, tekrar İstanbul'a döner. Remiz de bir sene bostan bekçiliği ve dokuz ay kadar da Kasımpaşa ’da bir iplik fabrikasında amelelik yaptıktan sonra inzivaya çekilir. Yine kendinden dinleyelim: İstanbul'da imiş nasip-i ezel Kazma kürek alıp taşmı sökmedim Osman Kemali Efendi bu gün; üçü erkek biri kız, dört çocuk üç torun sahibidir. Halep Eyüp, Nişancı Mustafa Paşa mahallesi(20) nolu evde münzeviyane ve ma'nevi bir ferah içinde hayat geçirmektedir. 22/10/1946 Haydarpaşa” Bu yazıların üzerinden 51 sene geçmiş. Çok büyük ihtimalle Kemali Efendi hakkın rahmetine kavuşmuştur. Belki çocukları da, Vefalı insanlar bize bu eserlerini bırakmışlar. Başka eserlerini de yayınlamışlar mı? Doğrusu bunları bilmiyorum. İstanbul'daki kadir kıymet bilir Erzurumlular bunları öğrene bilir ve derginin çıkacak sayılarında bu makalenin devamını yazabilirler. Böylece kıymetli bir hemşehrimizi daha tanımış ve tanıtmış oluruz. Şimdi birlikte bir nasihatına kulak verelim: Cihande akıl ol , merd ol, kerim ol İki alemde istersen saadet Nedamet aybdır her iş sonunda Haris olma, tama'kara tapınma Kılıp kadı-yi hacata münacat Esir-i nefs olup uyma hevaya Emin-ül halk olup kıl hakkı teslim Günah-ı ekberin kaç askarından Sahi ol , iyiliğin şerretme halka Adavet etme şefkat eyle hakka Huyundur dost hem düşmen, bayında Sözü bil nutk-hak, hayrişte sözü tut Olur çun ehl-i hizmet seyyid-ül kavm |