1 Prof. Dr. Orhan Okay XX. yüzyılın ikinci yarısında ülkemizin yetiştirdiği aydınlardan biri de Prof. Dr. Orhan Okay'dır. Türkoloji sahasının medar-ı iftiharı olan hocamız, sadece asıl ilgi alanı olan yeni Türk edebiyatı ile sınırlı kalmayarak felsefe, sosyoloji, dilbilim, estetik ve sosyal bilimlerin diğer alanlarına olan vukufu sayesinde ortaya koyduğu eserleriyle Türk kültürüne ve bilim dünyasına değerli katkılarda bulunmuş bir bilim adamımızdır. Ahmet Hamdi Tanpınar'ın öğrencisi olmuş, Mehmet Kaplan'ın bilim anlayışı ile yetişmiş ve bu anlayış içinde yoğrulmuş, böylece Fuat Köprülü'ye, Yahya Kemal'e uzanan çizgideki önemli yerini almış bir şahsiyettir. Anne tarafı Erzurumlu olan Orhan Okay, 1931 yılında İstanbul'da dünyaya gelmiştir. Onun çocukluğu ve ilkokuldan üniversite son sınıfa kadar süren öğrenim yılları İstanbul'da geçmiştir. Okay, çocukluk yıllarından başlayarak dergilere, yayın organlarına ilgi duymaya başlar. Ortaokulda duvar gazetesiyle sürdürdüğü bu merakını lisede bir derginin basım ve dağıtımını arkadaşlarıyla birlikte üstlenecek seviyeye götürür. Bir ilim ve kültür merkezi olma özelliğini her dönemde koruyan İstanbul'un bu sihirli ikliminde geçirdiği çocukluk yıllarının kültürel çerçevesini kendisi şöyle özetler: “Oturduğumuz semtten biraz uzakça olmakla beraber, hemen ortaokuldan itibaren kendimi Bayezid Camii çevresinde buldum. Böylece merkezi bu cami olmak üzere onun etrafında birinci, ikinci, hatta üçüncü daireleri çizmekte ve merak tecessümü gittikçe genişletmekte geç kalmadım. Hemen camiin etrafında Küllük, Sahhaflar Çarşısı, tramvayların gıcırdayarak döndükleri havuzlu Bayezid meydanı, camiin güney tarafında bana hep kuytu bir kış bahçesi gibi görünmüş olan hazire. Bir sonraki dairenin içinde Çadırcılar Caddesi, Kapalıçarşı, Çarşıkapı, sonraları Belediye Kütüphanesi olacak Bayezid Medreseleri, biraz daha geniş bir dairenin içinde, Bakırcılar Çarşısı, Mercan Yokuşu, Tahtakale, Süleymaniye, Şehzadebaşı, Laleli-Aksaray vs. Çok sonraları Anadolu kasabalarında göreceğim, hemen daima bir cami etrafında teşekkül eden arasta'ların bir örneği, bence İstanbul için bu cami çerçevesidir.” (Okay, “Dergi Koleksiyonları Arasında”, Mina, Mayıs 1990) İşte, Orhan Okay bu kültür çevresi içinde geçirdiği çocukluk ve ilk gençlik yıllarında kendi ifadesiyle “sahhaflara dadanma hastalığına” yakalanır, bazen bir derginin eksik sayılarını tamamlamak için günlerce sergileri, peykeleri gezer, bulduğu dergilerin numaralarını cebinde sürekli taşıdığı kâğıt parçacıklarına işaretler. Sonra, mürettiphane-matbaa-bayi zincirinde aldığı görevleri Beyazıt'ta, Köprüaltı'nda, Kadıköy İskelesi'nde, Aksaray'da dergi satma işi takip eder. (Okay, “Dergilere Dair Sohbet”, Kümbet, Haziran 1967) Orhan Okay, Vefa Lisesi'ni bitirdikten sonra İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü'ne girer. 1955'teki mezuniyetinden sonra Anadolu yolculuğu başlar. Artvin, Merzifon ve Diyarbakır tecrübelerini yaşadıktan sonra, 36 yılını geçireceği Erzurum'a gelir. Yeni kurulmuş olan Atatürk Üniversitesi'nin Fen-Edebiyat Fakültesi bünyesindeki Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü'nün ilk hocaları arasında yer aldığı zaman takvimler 1959 yılının Ağustos ayının sonuncu gününü göstermektedir. Okay, bir konuşmasında Tanpınar'ın Beş Şehir'de Erzurum'a üç defa, üçünde de ayrı yollardan gittiğini söylediğine işaret ederek kendisinin de aynı şekilde Erzurum'a ilk üç gelişinin ayrı yollardan olduğunu belirtir. Birinci gelişi öğretmenliğinin birinci yılını bitirerek İstanbul'a döndüğü 1956 yılında gerçekleşir. O ilginç yolculuğu şöyle anlatır: “İlk gelişim, Artvin'den askerlik dolayısıyla ayrılışımın yoludur. Otobüslerin bu kadar yaygın olmadığı o yıllarda Artvin'e hep deniz yoluyla Hopa'dan gitmiştim. Askerlik için Ankara'ya gitmem gerektiğinden bu defa Erzurum yolunu seçmemiz zaruri olmuştu. Bu yüzden Artvin-Tortum-Erzurum yolundan geldim. Ama ne geliş! Bu yolu kamyondan başka giden bir vasıta yok. Sene 1956. Bir arkadaşımla beraber kamyonun şoför mahallinde, bayağı imtiyazlı yolcular olarak geldik. Çünkü kamyonun üzerinde de yolcular vardı. Unutmuyorum, bu yol 19 saat sürdü. Aralarda doğru dürüst kahveler de yoktu. Yer yer hanlarda duraklayarak, Tortum vadisini geçerken, kayaların, küçük taş parçalarının, çakılların kıpır kıpır yola düştüklerini şimdi bile korkuyla hatırlıyorum. Oradan şoför gayet ihtiyatlı geçiyor ve titreşimle kayaları yerinden oynatmamak için klakson bile çalmıyordu. Gece yarısı Kongre meydanına indik. Mayısın sonu veya Haziran başlarıydı. Bayağı soğuk bir havaydı. Şehrin o tarafları, doğrusu bana o saatte pek de sempatik görünmemişti. Yol zahmeti, toz ve soğuk. Artvin gibi yemyeşil bir cennetten sonra bu ilk intibaımın böyle oluşu herhalde makuldür. O yarı geceyi Gürcü Kapı taraflarında Hacı Mehmet Çeşmesinin üst yanında bulunan bir otelde geçirdik. Ertesi gün şehir bana birden açıldı. Adeta kendisini sevdirmek için hazırlanmıştı. Evleri, dükkânları, sokakları, insanları bir sempatik geldi. Bu da çok kısa süren bir intibadır. Zaten o akşam trenle dönecektik. Hatırladığım, Cumhuriyet caddesinin, Havuşbaşı ile Mumcu yokuşu arasındaki bölümünde trafiğin gidiş-dönüşünü ayıran genişçe bir refüjün bulunmasıydı. Üzerinde gezinti yapılacak kadar geniş. Aynı şekilde İstasyon caddesi de böyle ikiye ayrılmıştı.” Hoca'nın Erzurum'a ikinci gelişi, Atatürk Üniversitesi'nde açılan asistanlık sınavına girmek içindir. 1959 yılının ilk aylarında Diyarbakır'da öğretmenlik yaptığı günlerde hocası Mehmet Kaplan'ın isteği üzerine Erzurum'a gelişini şöyle anlatır: “Bu defa yolculuk trenle ve otuz saatten fazla sürdü. Adına posta treni denilen bir katarla Diyarbekir'den Çetinkaya'ya, oradan başka bir trenle aktarılarak Erzurum'a. Hatta Malatya'da trenin uzun süre kaldığını, liseye giderek orada bazı arkadaşlarımızı gördüğümü biliyorum. Böyle bir yolculuk. Bundaki intibalarım daha zengin. Artık yerleşmek üzere, o niyetle geleceğim bir şehri görüyordum.” Nihayet Orhan Okay'ın Erzurum'a üçüncü gelişi de Atatürk Üniversitesi'ndeki asistanlık görevine başlamak üzere gerçekleşir. Bir aylık evli olarak İstanbul'dan yola çıkar ve 31 Ağustos 1959 günü akşam üzeri mütevazı ev eşyasıyla Erzurum'a ulaşır. Bundan sonra hocamızın 36 yıl boyunca onlarca kez Erzurum'a geliş-gidişi var. Erzurum'la, Edebiyat Fakültesiyle ve mesleğiyle bütünleşen hocamız, 1994 yılının Aralık ayında Atatürk Üniversitesi'nden ayrılırken verdiği veda dersinde her ne kadar “Erzurum hakkında fazla bir şey yazamadım” demiştiyse de onun bu kentle ilgili özgün dikkatlerini aktarabilmek için birkaç yazı kaleme almam gerektiğini ifade etmek istiyorum. Dilaver Düzgün 30 Kasım 2009 Pazartesi Erzurum Gazetesi. Mustafa Çetin Baydar - 19/11/2013 - 17:33 - |