1NARMANLI HAFIZ MUSTAFA EFENDİ ŞAİR “HAFIZİ”
Yazan:
Kenan Hatunoğlu
Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni
Özet: Yöremiz halkını yıllarca manevi yönden aydınlatan, ilmi, irfanı ve faziletiyle tanınmış olan mutasavvıf, şair hafız Mustafa Efendi, Keğani köyünde dünyaya gelir. Halk arasında “Keğanili Hafız Hoca” veya “Kara Hafız” olarak tanınır. Hafızi ilk tahsilini köyünde yapar. Hafız olur. Daha sonra Yunus Hoca'dan Arapça, Sarf, Nahiv dersleri alır. Erzurum'a gider. Kurşunlu camii medreselerinde, devrin müderrislerinden Hacı Süleyman efendiden ders alır.Metin,Usul ve füruat'a ait kitaplardan gözünü kesmez.Daima çalışır. Farsça'yı öğrenir. Hafızi, Erzurum'un çeşitli ilçelerinde hocalık yapar.Yüzlerce talebe yetiştirir. 1949 yılında vefat eder. Kabri Keğani köyündedir. Hafızi mütevazi bir insandır. İlmi mütaalaya özel bir önem verir. Etrafında cereyan eden hadiselerden ibret çıkarmasını iyi bilen Hafızi, insanları bu konuda çeşitli vesilelerle uyarmaktadır. Halkın ufak-tefek hatalarına göz yumar, kimseyi üzmez. Yardımseverdir.
Giriş: “Basit ve samimi ilahilerle ruhunun derinliğinde yanan kutsi ateşi bizlere de vermeye çalışan halk mutasavvıfları daima unutuldu. Eskiler onlara bedi'i bir kıymet vermeseler bile, hiç olmazsa kudsiyet isnad ederlerdi. Son zamanlarda bu telakki de kalktığı için, onların adını anan bile olmadı. Halbuki milli ruhu göstermesi bakımından çok kıymetli olan ve eski halk edebiyatıyla sıkı münasebetleri bulunan bu avami tasavvuf edebiyatının uzun bir tarihçesi vardır. Türkler, başkaları gibi kılıç kuvvetiyle değil, sırf kendi arzularıyla kabul ettikleri İslamiyet'i az zamanda benimsediler ve Müslüman Türkler dairesine girmemiş, yahut girip de onun akideleri ve esasları ile layıkıyla uyuşmamış kardeşleri arasında İslamiyet'i yaymaktan geri durmadılar. İşte, Türk edebiyatının islami şekilde ilk intişarı bu suretle dini bir mahiyette oldu. Birçok Türk dervişleri yeni din ve tarikatlarını yaymak aşkı ile göçebe Türkler arasına giriyorlar ve yeni mefkureyi onların anlayacakları bir lisan ve zevk alabilecekleri bedi'i bir şekilde yaymaya çalışıyorlardı. Böylece temeli kurulan tasavvuf edebiyatına Türkler arasında asırlardan beri devam edip gelen halk edebiyatının bir model vazifesi görmesi işte bundan dolayıdır.” (Türk Edebiyatı'ında ilk tasavvuflar-Ord. Prof. Dr. Fuat KÖPRÜLÜ- sayfa 1)
Zamanın tarikatlarının birer sivil toplum örgütü vazifesini yüklendiğini anlıyoruz. Bunlar halkın haklarını savunan ve onların bilmediği veya çözemediği meseleleri çözen örgütler durumundaydı. Bu güzide insanlar halkın çeşitli yaralarını saran ve çoğu zaman tedavi eden kişilerdi. Her türlü düğün, tören, askere gitme, savaş, deprem ve ölüm hadiselerinde halkımızın yanında olan bu şahsiyetler, çevresindeki insanları irşat ederlerdi. İşte Keğani'li Hafız Mustafa Efendi de, yaşadığı devirde Narman halkına veya vazife dolayısıyla bulunduğu beldelerdeki insanlara manevi yönden destek olmuştur. Allah rahmet eylesin.
Hafızi'ni hayatı
Yöremiz halkını yıllarca manevi yönden aydınlatan, ilmi, irfanı ve faziletiyle tanınmış mutasavvıf şair hafız Mustafa Efendi, Narman ilçesine bağlı Keğani (mahmut Çavuş)köyünde 1876 yılında dünyaya gelir. Babası Molla İbrahim, annesi Esma hanımdır. Kabilesine “Abaağagil” denir. Hafızi, halk arasında “Keğanili Hafız Hoca” veya “kara hafız” olarak tanınır.
Selçuklular devrinde Orta Asya'dan Hazar kıyılarına ve Anadolu'ya yapılan göç ve akınlar sırasında hafız Hoca'nın dedeleri de Şam'a gelip yerleşirler. Uzun yıllar Şam'da kaldıktan sonra Erzurum'a göç ederler. Erzurum'dayken hafız hocanın dedelerinden Mustafa Efendi vefat edince oğulları Mehmet ve Şaban Ağa Erzurum'u terk ederek, Narman'ın altı kilometre doğusundaki Keğani köyüne yerleşirler. O zamanlar altı-yedi hane olan bu köyde geniş araziler satın alarak çiftçilikle uğraşmaya devam ederler. Mehmet Ağa'nın oğlu ve hafız Hoca'nın babası Molla İbrahim bu köyde dünyaya gelir.
Hafızi, küçük yaşta iken köyün imamı Yusuf hocadan kuran tahsil etmeye başlar. Dokuz yaşında hıfzını tamamlayarak mükemmel bir hafız olur. Yaptığı tahsil hususunda şunları dile getirir:
İlim tahsiline uğradı yolum
Ruz-şeb sa'y eyle çalış ey kulum
Tevfik kapusuna kavuştu yolum
Gönül şad olarak payidar oldu
İlim tahsili için gece gündüz çalıştığını belirten Hafızi, bu gayretli çalışmanın sonunda Cenabı Allah'ın bu yolda lütuf ve yardımına kolunun kavuştuğunu böylece gönlünün bahtiyar olduğunu ve muradına erdiğini anlatıyor. Talebelerine de aynı tavsiyede bulunuyor.
Ruz-u şeb sa'y eyle çalış ey kulum
Bundan sonra yine Yunus Haca'dan Arapça, Sarf ve Nahiv dersleri alır. 1890 yılında Erzurum'a giderek, buradaki Kurşunlu camii medresesinde, devrin meşhur müderrislerinden Hacı Süleyman Efendi'den ders alır. Her gün Tefsir, Hadis, Fıkıh, Kelam derslerini birlikte yürütür. Metin, Usül ve Füruat'a ait kitaplardan gözünü kesmez. Daima uğraşır, didinir. Arapça'nın yanı sıra Farsça'yı da mükemmel bir şekilde öğrenir. Yine bu hususta düşüncelerini şöyle anlatır:
Tahsil hususunda kaldık bir müddet
Hamdolsun üstaza eyledik hizmet
Kulda kemal yoktur, Halık'ta kuvvet
Dil taksimin aldı hissedar oldu.
Tahsil için uzun müddet muallime hizmet ettiğini anlatan Hafızi, bütün güzel sıfatlarla muttasıf olmanın Allah'ın yardımı ile olduğunu ve böyle gönlünün de bu taksimden hissesini aldığını söyleyerek mutluluğunu anlatmaktadır. Almış olduğu ilmin ve feyzin, Allah'ın bir lütfu olduğunu söyleyerek, mütevazi davranıyor ve talebelerine bu konuda yol göstermiş oluyor. Yine “hamdolsun üstaza eyledik hizmet” diyerek talebe-muallim ilişkisinin güzelliğini,muallime yapılan hizmetin boşa gitmeyeceğini anlatmak istiyor. Pedegojik açıdan kayda değer bir düşünceye şahit oluyoruz.
1896 yılında babası vefat edip, ailenin geçim sıkıntısı ortaya çıkınca hocasının tavassutu ile, bir yıl boyunca Erzurum'a yakın bir köyde imamlık görevini yürütür. Bu süreç içerisinde derslerine devam eder. Nihayet yedi yıl süren tahsilini tamamlamış olur. Artık icazeti( diplomayı)hakketmiştir.
O günlerde şöyle bir rüya görür. “Kurşunlu caminin içerisine girer ki, hocası ilim meclisini toplamış, yanına da birkaç kişinin oturacağı kadar boşluk bırakmış.Talebesinin geldiğini gören hocası: “Oğul Hafız, nerede kaldın? seni bekliyoruz” der ve o boşluğa Hafız Mustafa Efendiyi oturtur.” Sabahleyin Hafızi yola çıkar ve Kurşunlu Camiine gelir. Caminin kapısını açınca aynı ilim meclisini ve hocasını görür. Hocası aynı sözleri söyler. Daha sonra diğer talebelerle beraber diplomasını alır.
Hafızi, müttaki, güzel ahlaklı, vakur ve ilim aşığı bir insandır. Erzurum'daki talebelik dönemine ait bir hatırasını Narman'ın Beyler köyünde uzun yılar eğitmenlik yapan zamanın kurra hafızlarından Hafız Halil Efendi şöyle anlatır. “Hafız Hoca ile aynı medresede kalıyorduk. O derslerde benden ileriydi. Her sabah namazına erken kalkardı. Camiye gitmeden önce beni kaldırırdı. Ben de namazımı kılar, o gelinceye kadar çay ve kahvaltı hazırlardım. Ancak bazen o camiye gittikten sonra “az sonra kalkarım” diyerek yattığım olurdu. Namazımı geçirirdim. Hafız Hoca camiden geldikten sonra beni yatar görür ve şöyle derdi: “Binamazın demlediği çay içilmez.” Bu konularda titiz olması genç yaşlarda bile takva ve ihlas sahibi olduğunu gösterir.
Hafızi tahsilini tamamladıktan sonra - o zaman köy olan- Horasan'a giderek imamlığa başlar. 1914 yılına kadar bu köyde hem imamlık hem de muallimlik görevini yürütür. BirinciDünya harbi başlayınca kendi köyü olan Keğani'ye döner. Ama sıkıntılı günler başlamıştır. Bir taraftan evin geçim durumu diğer taraftan harbin vermiş olduğu sıkıntı, bir yandan da Ruslar'a esir düşen ve bir daha da dönmeyen kardeşi Mehmet'in acısı kendini yakar, kavurur... Lakin yine de metanetini kaybetmez. Çevresine ışık tutmaya devam eder. Hafız Hoca daha talebelik yıllarında tasavvufla ilgilenmiş mana cihetinde de nasibini almıştır. Bu manada bir şiirinde şöyle der:
Her işinde hakkı arar
Erbabı kemali sorar
Yanar aş odu ile dolar
Tasavvuf ehli olanlar
Ömrünü vermez hevaya
Dostu araya araya
Ruhi uçar arş-ı alaya
Tasavvuf ehli olanlar
Allah ile gönülleri
Hakkın sevgili kulları
Asan olur sualleri
Tasavvuf ehli olanlar
Hafızi talebelik yıllarında gördüğü rüyayı şöyle anlatır. “ Palandöken Dağlarının üzerinde bir bahçe ve bir bağ gördüm. Bu bahçe ve bu bağ bölüm bölüm ayrılmış ve her birine bir şeyler ekilmişti. Ekilenlerden bazıları bitmiş, bazıları ise yeni bitmek üzereydi. Orada bulunan bir yaşlı adama;
- Burası nedir? Diye sordum.
- Burası hikmet bahçesidir. Diye cevap verdi.
- Burada benim de yerim var mı? Diye sorunca, o da;
- Evet, burası da senin yerindir yavrum dedi.
Bu rüyayı hocama anlattım. O da; “İyi rüya görmüşsün hayırlara vesile olsun dedi.” Bunun üzerine Hafızi Erzurum'un Ali paşa mahallesinde oturmakta olan emekli tabur imamı Muhammet Nuri ( Erener) Serçemevi Hazretlerine giderek onun tarikatına intisap eder. Muhammet Nuri Efendi ise nakşibendi tarikatının Şeyh Abdurrahman Tahi cihetinden Hacı Ahmet Taşkesenli'nin halifesidir. Hafız Hoca buraya olan intisabını gizli tutar. Hatta yirmi beş yıl boyunca hanımına bile söylemez. Ancak belli bir manevi dereceye ulaştıktan sonra -istemeyerek- kendini açığa vurur. 1932 yılına kadar süren bu tasavvufi çalışmalar neticesinde, İmam Muhammet Nuri Efendi Hafızi'yi çağırarak kendisine Hacı Ahmet Taşkesen'den aldığı icazetnameyi -kendi hattıyla yazmıştır- takdim eder. Böylece Hafız Hoca halife olarak, tarikkatının şeyhi durumundadır. Bundan sonra etrafındaki insanları manen irşatla görevlendirilmiş. İlim ve zikir meclislerinde çevresine güneş gibi ışık saçmıştır. Vefatında iki bini aşkın talebesi toplanmış ve talebeler son görevlerini yerlerine getirmişlerdir. Yerine kimseyi halife bırakmamıştır.
Hafız Hoca, 1914-1923 yılları arasında talebeler yetiştirmiştir. Bunlardan Mehmet Altınok, Paşa Temiz ve Taştan Polat adlı talebeleri ve daha bir çokları hafız olmuşlardır. 1923-1930 yılları arasında ikinci kez Horasanda görev yapmıştır. Ancak arzuladığı huzur ortamını bulamayınca tekrar köyüne dönmüştür. 1940 -1945 yılları arasında Şekerli köyünde ikamet ederek, irşat görevini burada yürütmüştür. Bundan sonra tekrar Keğani'ye dönmüş ve vefatına kadar ömrünü burada geçirmiştir.
1947'de hac maksadıyla Hicaza gider. Gemi ile yaptığı bu yolculuk aylarca sürer. Aşığı olduğu makamları doyasıya ziyaret eder. Memlekete dönerken Narman halkı ve talebeleri yollara dökülür. Kalabalık bir toplulukla Erzurum'dan Keğani köyüne kadar gelir. Narman'da şimdiye kadar görülmeyen bu kalabalık Hafızi'ye olan muhabbetinin bir örneğidir.
Oldukça yaşlı olan Hafızi müslümanların dini müşkillerini çözmekte ve bu nedenle sohbetlerle ilmi mütaalalarla vakit geçirir. Müftü olması için ısrarlı teklifler yapılırsa da kabul etmez. Nihayet bir kış günü düğün vesilesiyle gittiği Narman'ın Koçkaya köyünde rahatsızlanır. Hafızi'yi köyüne getirirler. 1949 tarihinde 74 yaşında Yüce Rabbin “ircii” emrine ittiba erderek dar-u bekaya rıhlet eder... Cenazesi köyünde defnedilir. Çok kalabalık bir cemaati vardır peşinden göz yaşı döken. Daha sonra şu anada sağ olan oğlu Vehbi Hoca kabrinin üzerine bir türbe yaptırır
Erzurum eskilerinin tabiriyle nice fazlı kemal erbabı yetiştirmiş bir şehirdir. Alimlerinin bilgilerinin çokluğu kimliğine yansımış, Türkiye'de ve dünyada bu özellik ile anılmıştır. Bu alimler ilim bakımından yeterli kişilerdi. Kendilerine getirilen problemleri çözerek kapasiteye sahiplerdir. Diğer taraftan yine Erzurum'da sohbetleriyle varlıklarıyla gönüllere huzur veren değerli herkes tarafından bilinen sevilen sayılan şöhret sahibi büyük zatlar da mevcuttu efe hazretleri değişiyle
Müşkil halleyleyen uleması var.
Safa bahşeyleyen fuzalâsı var
Şöhret şair yine küberâsı var.
Mevlaya emanet olsun Erzurum
.
Mustafa Çetin Baydar - 19/11/2013 - 17:33 -