4Naim Hoca
Vefatından bu yana bir yıl geçti. Onu bütün Türkiye tanıyordu.
Siyasetçisi, bürokratı, işadamı, sanatçısı... Çünkü, sevgi yelpazesi
çok genişti.
Bütün ülkenin tanımasına yolaçacak kadar özellikli bir insan
değildi belki... Ama o, birçok sosyal olayın içinde yeralırken,
sempatikliği, hoşgörüsü, nüktedânlığı ile toplumun büyük kesimine
kendisini sevdirmesini bilmişti. Tabii, her insan gibi, onun da,
sevmeyenleri ya da sevilmemesi için sebep ileri sürenleri vardı.
Fakat o ayrı konu.
Her ne kadar, "Varak-ı mihr-ü vefayı kim okur, kim dinler?"
deseler de; biz yine de, bize düşeni yapmak, yaşadığında her zaman
hatırlanan ve konuşulan Naim Hoca'yı, vefatının birinci sene-i
devriyyesinde yeniden hatırlara getirmek için, vefatında yazdığımız
yazıyı iki hafta boyunca yayımlayacağız.
Dikkat Et Müslüman! (1)
Yazının başlığını okuyanların yüzlerine bir gülümsemenin
yayıldığını görür gibiyiz. Kimi insan göçüp gittikten sonra bile,
insanların kendisini güleç bir yüzle hatırlamalarına sebep olabiliyor
işte böyle. Onlara, kendinden bir söz, kendinden bir parça
bırakmıştır da ondan... Naîm Hoca ki, Erzurum'da özellikle son
yıllarda, sohbet meclislerinde adı en çok geçenlerden biriydi. Hayatı
zorluklarla dolu olarak geçmesine rağmen, sahip olduğu kıvrak
zekânın ürünü nükteler ve hafızasında korumayı becerebildiği
mısralar, Hoca'nın sınıf atlamasını sağlamıştı.
Aslında Tanpınar'ın dediği gibi; "....kapalı kış aylarının beslediği
sohbet yüzünden hemen her Erzurumlu nükteci, biraz
hicivcidir." (Tanpınar, Beş Şehir, s.38.) Şimdilerde, mekânlar
kapanıp, sohbetler azalsa da, Erzurumlunun bu nükteciliğini ve
hicivciliğini az da olsa koruduğu gözden kaçmamalı. İşte Naîm
Hoca, hicivciliği olmasa bile, nükteciliği şahsında devam ettiren
Erzurumlulardan biriydi.
Hoca, unutulmamanın, yeri geldiğinde hatırlanmanın, dillerde
bir hoş sadâ olarak dolaşmanın yolunu bulmuştu. Vaazlarını bile,
yöre ağzını değiştirmeden,"Ellem gullem yok müslüman!" diyerek,
o kendine has, sevimli, samimi üslûbu ile yapışı, hatırlanmanın
yollarından biriydi belki de. Bu davranışın, yer ve zaman gibi hiçbir
istisnası olamazdı.
Maça giden, hemen her önemli toplantıda ülkenin
yöneticileriyle birlikte olan, yerine göre okuduğu şiirlerle kendini
dinletmesini bilen, eskilerin deyimiyle, nev 'i şahsına münhasır,
"sadece kendine benzeyen" bir insandı Naîm Hoca.
İsminin sonuna "Hoca" kelimesi eklenmesine rağmen o, hiçbir
zaman hoca olduğu iddiasında bulunmadı; ama İslâmın özünü, hoca
geçinen çoğu kişiden iyi kavradığı da bir hakikatti. Vaaz ederken
söze; "Ola uşak, bilirsiz, ben hoca değilem; hoca bak orda
oturir. (Şimdiki Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Nuri Yılmaz'ı
göstererek, ki cenazesini kıldırmakta ona nasip oldu.); ben berber
Naîm'em: Allah görir,bilir; dedikten sonra, muhteşem sakalını
şöyle bir sıvazlayıp, gayet artistik ve enfes bir tarzda dervişâne
nutuk çeken bir mîr-i kelâm "dı. (Şahin , Tarih Felsefesi
Meseleleri, İst, Nehir Yayınevi 1997, s. 498) Bu satırlardan sonra, bu
şehre birkaç yılını verip giden insanların, bizim insanımızı bizden
daha iyi tanımasının esef edilecek bir durum olduğunu da yazmadan
geçmeyelim.
Giderek azalsa da, ülke gündeminde ismi, yetiştirdiği insanlarla
anılan bu şehirde, Naîm Hoca için, herkesin kendince bir kanaati
mutlaka var: Kimi; onu bazı hallerinden dolayı eleştirir, kimi savunur.
Ama şurası bir gerçek ki, son dönemde adı Erzurum'la birlikte anılır
olmuştu. Ve bu açıdan bakılınca, geçmişteki kültürel kodlarına
yenilerini eklemekte zorlanan şehir için o bir değerdi.
Hayat hikâyesi (Bu bölümdeki bilgileri, müzikolog Zeki
Kurnuç'un Erzurumlu bestekâr ve güftekârlar üzerine hazırlamış
olduğu, henüz yayımlanmamış kitabından aldık.)1924 yılında
Erzurum'da başlamış Naîm Hoca'nın... Küçük yaşta yetim
kaldığından, okula gidememiş, ilkokul diplomasını daha sonra
bitirme imtihanlarına girerek almış. Alvarlı Muhammed Lütfî
Efendi'nin üzerinde büyük emeği olduğunu her fırsatta dile getiren
Hoca, yine onun himmet ve himayelerinde (Naîm Hoca, kendisini
himayesine alan, yetiştiren, evlendiren, maddî ve manevi desteğini
esirgemeyen Alvarlı Muhammed Lütfi Efendi' nin zikir meclislerinde
ve özel sohbetlerinde çoğu zaman yanında olduğundan, onun
şiirlerinin çoğunu ezbere bilirdi. Bu şiirlerden bazıları TRT
repertuarına alınırken kaynak kişi olarak büyük katkıları olmuştur.),
dokuz yıl Solakzâde Sadık Efendi'nin Arapça, Farsça, Hadis ve
Kelâm derslerine devam etmiş. Solakzâde'nin edebiyata ve şiire olan
büyük ilgisi sebebiyle, Naîm Hoca da, divan edebiyatı ve tekke
şairlerinden birçok kişinin şiirlerini ezberlemiş.
Bu arada, kendisi de şiir yazmaya başlayan Hoca'nın,
dünyanın faniliğini ve gaflete dalmanın kötülüğünü anlattığı bir şiiri
şöyle:
"Dalmışız, uyanmaz derin gaflete,
Nazar kıl çâr-gâh'a fikreyle Naîm
Yaradan rızkını verir elbette
Verdiği nimete şükreyle Naîm
Sanma ki beyhude geldin cihana
Her taksim Hak'tandır, hepsi bahane
Ahvalat bozuktur, uyma şeytana
Gece gündüz Hakkı zikreyle Naîm"
Askerlik hizmetine 1945 yılında Erzurum Askerî Ağır Bakım
Tamir Fabrikası'nda, o zamanki adıyla İş Ocağı'nda başlamış. Bu
sırada, iş ocağı sanat okuluna iki yıl devam etmiş. Terhisini
müteakip, bir süre berberlik (İşte kendisinin de " Berber Naim'em,
hoca değilem." diyerek, biraz da tevazuundan olsa gerek; sık sık dile
getirdiği berberlik dönemi budur.) yapan Hoca, yine aynı yıllarda,
Sakıp Danışman (Sakıp Efendi)'dan, Arapça, Tefsir ve Hadis
konularında dersler almış. 1950 yılında Erzurum Müftüsü
Solakzâde'nin takdiri ile resmi olarak imamlık görevine başlamış.
1960 yılında ise, Erzurum Müftüsü Sakıp Efendi'nin takdiri sonucu,
vaizliğe atanmış.
1989 yılına kadar bu görevini resmî olarak sürdüren Naîm
Hoca, emekli olduktan sonra da, Cuma günleri ve Ramazan
aylarında fahri olarak, imamlık ve vaizlik yapmaya devam etti. Ta ki;
hastalanıncaya kadar...
Hoca, son yıllarda sık sık hastaneye yatar olmuştu.
Hastalığının sebeplerinden birisi sigaraydı. Son günlerine kadar bu
"süsten" ayrılamamıştı. "Ben değil, o beni bıraktı. " dediği "süs"ü
68 yıl elinden bırakmamıştı. Hatta o kadar ki; TRT Erzurum
Radyosu'da yapılan bir canlı sohbette bile, daha fazla
dayanamayarak, sigara yakmak için spikerden izin istediğini ve,
"Duhan (tütün) müslümanın süsüdür diyerek. " keyifle bir sigara
yaktığını hatırlıyoruz.
Tabii Hoca'nın, sigaraya olan tutkusunu bu
sözle aşırıya vardırdığını belirtelim. Ne var ki; ölümünden birkaç gün
önce gazetelerde yeralan bir haberde ise, yakalandığı hastalık
sebebiyle, "Benim durumum sizlere ibret olsun!" diyerek, önceki
sözünden rücû ediyordu.
Ama çok geçti artık. Ve, teslimiyetin ne olduğunu bilen bir
yürek, 13.l0.l99 günü, saat dokuzda ruhunu Hak'ka teslim
ediyordu.Bir sonraki gün, Gürcükapı Camii'nde, kalabalık bir
cemaatin kıldığı cenaze namazı sonrasında, sevenlerinin, dostlarının
ve tanıyanlarının elleriyle toprağın bağrına emanet edilen Naîm
Hoca'dan mevlâ rahmetini esirgemesin.
Dikkat Et Müslüman! (2)
Yazımızın bu bölümünde, Naîm Hoca'nın hayatından bazı kesitler sunmaya
çalışacağız:
Hocalığın yanında, sarraflığı da (kuyumculuk) sürdüren Naîm Hoca, bu işe
başlayışını, Öztürk Akkök'ün Borsa 2000 dergisi için yaptığı bir sohbette
kendine has o tatlı üslûbuyla şöyle anlatıyordu:
"60'dan bu yani yapiram. 27 Mayıs'ta ben on senelik imamıdım. İşte o vahıt
bizi içeri tıhdi, imamlıhdan da attılar. O zamanlar Allah rehmet etsin,
Talip Bey vardı. İşte onlar sarraftılar. 'Hocam canın sağolsun, gel
sarraflığı öğreteyim.' dedi ve bene bu meslegi öğretti. İşte ben de bu
tükani aştım. O tarihten beri bu tükan bele, heç değiştirmedim. Ahan bögün,
ahan yarın değişdirecağam derken bir türli değişdiremedim getti. "
(Hoca'nın, bir türlü değiştiremediği dükkânına hırsızların ayağı çok
alışıktı. Bu yüzden de sık sık soyulduğunu çoğu kişi bilir. En son yine
böyle bir olay gerçekleştiğinde, gazetelerin, rahmetliden aldıkları söz tam
ona göredir: "Hırsızlar beni zengin sanir!"
Erzurum basınının sık sık müracaat ettiği haber kaynaklarından(!) biri olan
Naîm Hoca, acaba, "Erzurum, özellikle de geçmişte kalan Erzurum ve o
güzelim insanlar hakkında " ne düşünüyordu? İçinde bazı tesbit ve
teşhislerin yeraldığı bu düşünceleri, yine aynı sohbetten kendi cümleleriyle
aktarıyoruz:
"Bi defa şunu bil ki , Erzurum doğu'nun galasıdır. Erzurum Türkiye'de
sayılı bir melmekettir. İnsanlari da çoh fedakârdır. En böyük adamların
gısmi küllüsi(çoğu) Erzurum'dan çıhmıştır. Meselâ Atatürk ( Yeri gelmişken,
Hocamızın, "Ulusun üstüne
çökmüştü duman" diye başlayan, Atatürk üzerine yazdığı bir şiiri olduğunu da
belirtelim. Hamâset yüklü bu şiiri, bazı toplantılarda, gür bir sesle,
şiirde geçenleri yaşıyormuşcasına okuyuşu, sanırım dinleyenlerin gözünün
önüne gelmiştir şimdi.), Erzurum'un en böyük
fahri hemşerisi olmuştur. Atatürk Erzurum'dan milletvekilliğini goymuştur.
Niçün? Çünküm Erzurumli olmah bir ayrıcalığ idi. Fakat bir söz vardır.
Derler ki, dudular gumrular getti. Arhasından bele gerilememiz oldi. İnsanî
açıdan demeh istirem. Hem de çoh oldi.
Meselâ, ister ticaret hususunda birçoh cihetlerden zayıflamamız oldi. Artıh
ellem gullemimiz çoğaldi. "
Peki, insan için en çok nelerin yokluğu kötüdür? Bu soruya verdiği cevapsa,
yine kıvrak bir zekaya ve irfan ehline yakışacak tarzda... Bunun
söylediğimiz gibi olup olmadığını anlamak isterseniz şu cevaba bakın:
"-Şimdi tigget et, ben buni her zaman diyirem. Allah kimseyi akılsız,
parasız ve hanımsız etmesin. Çünküm, ahli olan bilir hetayi ve sevabi. Allah
kimseyi yohsul etmesin. Yohsulluk insani kimi zaman küfre götüren bir
melanettir. Bir de Allah kimseyi hanımsız
etmesin.(Hocamız, kaybettiği hanımıyla mutlu bir 32 yıl geçirmişti ve onu
her zaman hayırla yâdetmekteydi.)
Sohbetin ilerleyen bölümlerinde bir yerde, Naîm Hoca, "önce huzur, sonra
sağlık" der. Öztürk Akkök'de sorar, " Niye huzuru sağlıktan önce tutuyor
sunuz. " diye? İşte halkın içinden gelen, halk irfanının temsilcisi ve aynı
zamananda da aydın bir kişi olan rahmetlinin, birçok insana yolgösterici
mahiyetteki cevabı:
"-Çünküm huzurun bozulduği vahıt, sıhhatin de bozulur. İşte sitires mi
diyirsiz, ona düşer. Çoh şeylerden geri kalır. Allah kimseyi huzursuz
etmesin. Çünküm huzursuzluk ahla tesir eder, mideye tesir eder, gana tesir
eder. Allah huzurumuzu almasın, melmeketimizi gorusun. Çünküm, bugün Türkiye
üzerimizde dalgalanan bayrağa borçludur huzuruni. O bayraği Allah
üzerimizden kesmiye. Allah bizi bayrahsız, esgersiz, polissiz etmiye. (...)
Çünküm ben evde yatiram, polis benim mehellemi behlir. Esger de dağlarda
bizi gorir. Oninçün diyir ki;
'Nerde dalgalansa bir Türk bayragi
Orda hürriyetin işareti var.
Mücevher, elmasdır vatan topraği
Üzerinde daim Türk Ordusi var.
İşte bizim huzurumuzun behçileri bunlar. "
Gerek özel sohbetlerinde ve gerekse vaazlarında, Mehmetçiğe olan sevgisini
dile getiren Hoca, bir şiirinin bir bölümünde ise şöyle demektedir:
"Şanlı kumandanlar, kahraman asker,
Uyanıktır daim vatanı bekler,
Elde silah, dilde Allahuekber,
Nasrun minellâh, nasrun minellâh"
Hayata ve olaylara bakışı değişiklik arzeden, halkın ilgilendiği sosyal
aktivitelerin çoğunda yeralan, bunun için de toplumun alıştığı hoca tipinden
farklı davranışlar sergileyen biriydi Naîm Hoca... Meselâ, ara sıra yazdığı
şiirlerinden birine konu olarak, hayatı boyunca ideolojik saplantılardan
uzak kalmayı başararak, halkın gönlünde hakettiği yeri alan birini, sanatçı
Barış Manço'yu seçmesi, ondaki bu farklılığın belirtilerinden sayılabilir
belki de...
"Dikkat Et Müslüman!" diyerek, inananları uyarma görevini yerine getiren
Naîm Hoca'yı rahmetle anarken, yazımızı, yukarda sözünü ettiğimiz şiiriyle
noktalayalım:
"Çocuklar sevgiyi sende gördüler
'Dünya fani' dedin hüzünlendiler
Sen güldün onlar da hemen güldüler
İnsana sevgiyi getirdin Barış
Naîm, Barış bu, övmekle bitmez
Mevla'ya şükretsek yine de yetmez
Ölümü düşünen kötülük etmez
Gönül binasının mimarı Barış "
İsmail Bingöl
Mustafa Çetin Baydar - 19/11/2013 - 17:33 -