1 ALVAR İMAMI Alvar İmamı Hacı Muhammet Lütfi Efendi 1869 yılında Kındığı köyünde dünyaya gelmiştir. Babası Hacı Hüseyin efendi, annesi Seyyide Hatice hanımdır. |
|
2 ALVARLI MUHAMMED LÜTFİ EFENDİ (K.S) (ö . 1376/2956) Hayatın mertebeleri vardır. İnsan manevi iklimden hissesi ve kemalatı nispetinde hayatın yüksek mertebelerinde namzet olabilir. Ulu ruhlar , o zirvelerde yaşarlar. Onun içindir ki onların ölümleri yaşamlarından daha canlı ve diridir. Onlardan hayatta iken korkanlar, ölümlerinden sonra da korkmuşlardır. Alvarlı Efe hazretleri, o ulu mertebenin asrımızdaki temsilcilerindendir. Hayatı Erzurum'un Hasan kale ilçesinin Kındığı köyünde doğdu. Babası Hoca Hüseyin Efendi'den tahsil gördü. Babasından icazet aldıktan sonra Erzurum'da tanınmış bazı alimlerin derslerini takip etti. 1891 yılında Hasan kalenin Sivaslı Camii'ne imam tayin edildi. Aynı yıl babasıyla birlikte Bitlis'e giderek Nakşibendi şeyhi Muhammet pir-i kufrevi'ye intisap etti. Riyazetini tamamladıktan sonra Pir-i kufrevi'nin halifesi olarak Hasan kaleye döndü. Bir süre buradaki görevine devam ettikte sonra Erzurum'un Dinarkum köyüne giderek imamlık yaptı. 12 Şubat 1916'da Rusların Erzurum çevresini işgale başlaması üzerine babasıyla birlikte Erzurum'a geldi. Rus istilası süresince Tercan'ın Yavi köyünde imamlık yaptı. Rusların çekilmeye başlamaları ve Ermenilerin katliama girişmeleri üzerine yavi ve komşu köylerden topladığı altmış kişilik bir müfrezeyle Ermenilere karşı koydu. Oyuklu köyü yakınlarında Ruslara ait büyük bir silah deposunu ele geçirdi. Daha sonra haydari Boğazındaki Zergide köyünde Türk ordusuna katıldı ve ordu ile Erzurum'a girdi. Aynı gün babası şehit düştü. Erzurum'un kurtuluşundan sonra tekrar Hasan kaleye döndü. kendisine teklif edilen Hasan kale müftülüğü görevini kabul etmeyerek Hasan kaleye bağlı Alvar köyü halkının isteği üzerine oraya yerleşti. Halk arasında “Alvar İmamı” ve “Efe hazretleri” unvanıyla tanındı. Bir Nakşibendi-Halidi şeyhi olarak 1939'a kadar bu köyde, bu tarihten sonra da Erzurum'da bölge halkını irşad ile meşgul oldu. 12 Mart 1956'da vefat etti. Cenazesi Alvar köyüne götürülerek oraya defin edildi. Arapça, Farsça ve Türkçe şiirler yazan Alvarlı Muhammet Lütfi Efendi'nin şiirleri ölümünden sonra oğlu Seyfettin mazlumoğlu tarafından derlenerek hulasatü'l Hakayık adıyla yayınlanmıştı. Bu divanda çeşitli nazım şekilleriyle söylenen yedi yüzü aşkın şiir vardır. Hece vezni ve oldukça sade bir Türkçe'nin kullanıldığı şiirlerden bazıları da bestelenmiştir. O, fani hayatını beka yolunda feda etti. Bütün ahvâl, akvâl ve etvarının ekseni, o kudsi kaynak(Kur'an) olmuş ve hiçbir taviz vermemiştir. Yaşadığı yıllar, yıkılışın ve hüsranın ağır darbelerine maruz kalmış, Müslümanların bütün barınakları, binbir hile ile yok edilmişti. Böylesi ağır bir darbenin etkisiyle o ince ve derin ruh neler hisseder, neler söyler ve o ulu dergaha hangi yakarışlarda bulunur?.. Bu yönü asıl mertebe nispeti ile bizce meçhuldür. Bilinen tek şey, Hülasatü'l Hakayık'ın bu inleyişlerle dolu olduğudur. Bir şiirinde: Senden dilerim daima ihsânımı Yâ Râb Onu yine şu mısralarla inler görürüz “Çaremiz kesildi dizde derman yok Karargir olacak darü'l-eman yok Ömür gemisi dert deryasına garkolur. Bu sebeple onun göz yaşları hiç mi hiç durmaz, akar: Yarelerim sıra sıra senemde Bu dert derunumu her dem yareler Alem-i İslam bir asırdan bu yana kendi bayramlarına hasret çeker. “Bayram, o bayram” hiç olmadı. Matemlerin dünya afakını sardığı bir dönemde bayram nasıl olur ki?.. Alvarlı Efe hazretleri böylesine çile ve ızdırabın ağır darbelerinden hiçbir zaman kurtulamaz; onu yüce yapan unsurların en önemlisi de bu olsa gerek. Kendi derdi ve kendi zevki yoktur. Onda İslam aleminin derdi ve Müslümanların mazlum faydaları vardır: Mevla bizi afvede Merhamet ede Rahim Dildeki Rahman olur Lutfi'ye lutf u kerem Şer'i ilimlerin zirvesinde sosyal çevreyi incelemiş ve yaşanabilir bir gönül eri topluluğuna mazhar olmuştur. O gün ne yapılabilirdi? Nasıl yaşanmalı ve neyi, ne kadar söylemeliydi? O, bunları idrak edebilmişti. Manevi iklimden hissesine bakabilen bir kimse Alvarlı'nın garipler zincirinin güçlü halkalarından birini oluşturduğunu görecektir. Derdini dağ, taş, dere demeden durmadan anlatacak , fakat nazarkah-ı ilahi olan kalplere gelince onlara içini, bütün elem ve arzusuyla bir türlü duyuramayacaktır. Zor bir intihandan geçmektedir. Zaten zirvedekiler, hep bu zorlarla denenip intihan olurlar. İz bırakanlar ve o izlerden yolları açılanlar hep aynı kaderi paylaşırlar: Yalnızlık, çile ve çaresizlik. Tevekkül onlar için en kudsi bir siperdir. Özlerindeki sakinet, onlara acılarda bile direnmeyi ve cehdi öğrenmiştir. Leyla ve Mecnun, Alvarlı Efe hazretlerinde yeniden dirilirler . onlarla bir şeyler anlatır. İslam'ın geleceğini, halini onlarla vasfeder. Onlar doğumunun söylenemez olduğu her devirde yüce ruhların tek tercihi olurlar adeta. Bir ateş-i can süz ki bülbüllere düştü Gülşen-i gönül dillerinin zevki seherde Mecnunların sahralara sevk eyledi Leyla Bir an görülür mecnun'a Leyla cemalinden Sultan-ı muhabbet kura tahtın gönülde Bir dil ki der-i dergah-ı dildare yetişmiş Bir zevk ki olur arif-i billahide Lütfi Alvarlı'nın muhterem Fethullah Gülen hoca efendinin hayatında da derin tesirler olmuştur. Burada hatıralarından birkaç cümle nakletmek istiyorum: “Onu, çocukluğumun başına konmuş büyük bir iltifat sayacağım. “Talabem' sözüyle her başımı okşadıkça, o günkü hislerimle kendimi sağlam bir emniyet noktasına dayanmış hisseder, ruhumu bir inşirahın sardığını duyardım. O ötelere göç ettiği zaman, ben hayatımın henüz onaltıncı yılının yamaçlarında dolaşıyordum. Buna rağmen ilk şuur ve ilk ihsaslarıma seslenen bir ruh olması itibariyle, benim onu idrake kapalı yaşım, başım ve istidatlarımdan daha ziyade, onu yine onun tenezzüllerinde yakaladığımı, tanımaya çalıştığımı ve bugün ki seziş, duyuş ve hissedişlerimi o günkü ihtiraslarıma borçlu olduğumu rahatlıkla söyleyebilirim. O, anlayabildiğim ölçüler içinde büyükçe yaşadı; ama katiyen debdebeye düşmedi. Hakka kurbiyet dairesinde dönüp durdu; fakat hiç mi hiç ihtişama ve alayişe yüz vermedi. Adeta bir huma kuşu gibi gölgesi vardı, kendisi yoktu. O, en kötü dönemde, en ağır şartlar altında kimseye ’pes etmeden' ve hiçbir şeye takılıp kalmadan medrese ile tekkenin aşk ve şevkini te'lifi başarmış çok nadide temiz soluklardan biriydi. Himmetindeki yükseklik ve idaresindeki bu derinlik sayesinde bizlerle ilkler arasındaki mesafeyi bir ölçüde kapamaya muvaffak olmuş ve arkadan gelenlere zemin hazırlamıştır. O hep himmeti ali olarak yaşadı ve himmeti de insanımızın kendi dünyasına, kendi kültürüne uyması istikametinde idi. Evet , bir taraftan laobalilerin, başıboşların iplerini çekiyor; onlara çizgilerini ve çizgilerinde derinleşmeyi gösteriyor, diğer yandan da eski sistemde İslami ilimlerle meşgul olanları marifetullah, muhabbetullah ve zevk-i rühaniye bir şeyler katarak, hemen her kesimden ruhaniyattan esintiler meydana getirmeye çalışıyor. Bütün hayatı boyunca bu ikinci diriliş rüya ve rüyalarıyla yaşadı. O ve emsalinin samimi gayretleri sayesinde bu çorak ülke ve bu düşkünler diyarında çok şey değişti. Karın, buzun eridiği her yanda gül bahçeleri meydana geldi.” Alvarlı'nın Pırlanta Bir Mektubu Alvarlı Efe hazretlerinin, Erzurum, Narman kazasının Tuz taşı köyündeki Abdülkadir-i Geylani hazretlerinin torunlarından Ali Baba'nın oğlu Hasan Baba'ya yazdığı mektubu onun manevi ikliminden ruhlara bir esinti olarak taktim ediyorum: “Sadetlü, Muhabbetle mah-ı birader, mihribanım, muhhabette can-ü beraberim, envar-ı didem Hasan baba, Esselamü aleyküm ve rahmetüllahü ve berekatühü... Muhabbetnamey ialdım, ferahlarla doldum. Dareynde desgirin hazreti Allah ola. Sebeb-i saadeti feyz-i Resulullah ola... Birader, Can-ı pirimiz, sülale-i tahireden olduğunuz muhakkak şuhüd-u kesir ile meşhuddur. Nur-u didem, zamane süküt, hellâkel büyüt, hırkanı başına çek bu zaman, inzivada bulursun ol eman. Bize göndermiş olduğunuz muhabetnamenizde bizi bu kadar yüksek göstermek doğru değildir. Gönderdiğiniz adama yazıktır. Şöyle ki: Hal-i hizmette kaybeden payidar oldu. Fenasında keyde keyde mihr-i aşina oldu. Yüzün yere koyan kazandı. Başını dikrn nacağı yedi... Bu kadar medh ü senâzin başını yukarı kaldırır. Olur ki helak eder, öldürür. Fevallâhi ben razı değilim. Ne mutlu ol adama ki, kendi çulu altında kendi kaybolmuş. Biraderlerinize hürmetle selamlarımı tebliğ edin. EddÂi Alvarlı Muhammet Lütfi Karşılıklı gönderilen bu muhabbet namede hürmet, edep, feraset ve feragat iklimini yaşıyoruz. Eskimeyen sözler, uluların sözleridir. Efe hazretlerinin o devir için tespiti şudur:”Zamane sükut, hellakel büyüt. “Yani zamane çok bozuk ve barınaksız. Sığınaklar helak oldu. Öyleyse böyle bir zeminde hırkanı başına çek bu zaman, inzivada bulursun ol eman. Kudsilerin bu nameden alacağı pek çok temel düsturlar vardır. Hizmet ehline bu yakut düsturlar Efe hazretlerinin yadigarıdır. “”Hal-i hizmette gaybeden payidar oldu.” Yani hizmet ederken kendisini gözleyen payidar oldu. Fenasında keyde keyde mihr-i aşina oldu. |