1HAFIZ OSMAN BEDRETTİN ERZURUMİ Gazi, Veli
"İnsan-i kamil âlem-i ekber, diğer bütün avalim (alemler) ise, âlem-i asgardır. "
Edebiyat tarihimizde doğu âleminin yüksek hayal gücüyle ro-mantize edilmiş çokça aşk hikâyeleri meydana getirilmiştir. Bunlardan birisi Ferhat'dır. Maşukasına kavuşabilmesi için bugünkü dozerlerin, buldozerlerin görevleri üzerine yüklenir. Dağları, kayaları yarıp sulan akıtması istenir. Halen daha Anadolu'nun birçok yöresinde birçok dağın, tepenin isimleri "Ferhat" olarak adlandırılmaktadır.
Bir Kerem vardır. Bey oğludur. Çok nazlı büyümüştür. Bir keşişin kızma tutulur. Demir çarık giyip, demir değnek alarak diyar diyar yavuklusunun peşinde dolaşır. Mağaralarda yatar, kurtlarla, kuşlarla konuşur. Halen daha Memleketimizde birçok mağaranın adı "Kerem Mağarası"dır. Sevgilisinin dizine başını koyarak uyuşturul-maksızın otuz iki dişinin de çekilmesi ona acı vermez.
Bir Mecnun vardır. "Leyla"sı için çöllere düşer. Başında kuşlar yuva yapar ve farkında olmaz.
Bütün bunların doğru veya yanlış olmalarını, doğru olsalar bile ne derece hayal gücü karıştırılmış olduğunu bilemiyoruz. Ancak bütün bunları önünde dize getirecek derecede olan gerçek bir aşk tanıyoruz. Bu Osman Bedrettin isimli bir kahramanın ilim karşısındaki aşkıdır.
Osman Bedrettin Erzurum'da doğmuştur. Dokuz yaşına kadar Hafızlığını ve Erzurum Medresesi'nde alabileceği tüm ilmi tamamlar. Hocaları Tahir Efendi artık Erzurum'dan alacağı bir şeyin kalmadığını söyler. Osman, derelere giren nehir balıkları gibi bunalmıştır. Büyük Erzurum, küçük vücuduna dar gelmeye başlamıştır. Yemeden içmeden, düşer günlerce, haftalarca uyku uyuyamaz olur. Bir gün yolu akrabalarından Rıza'nm kavaflardaki dükkânına düşer. Orada Ahmet isimli bir gençle tanışır. Pasinler'in Belkasım (Bulka-sım) köyünden gelmiştir. Enteresan şeyler anlatır. Bir hocaları vardır. Çok büyük bir âlimdir. Buhara'dan çıkarak ilim öğretmek için yollara düşmüş ve ikametgah olarak küçük Bulkasım köyünü seçmiştir. Devamlı surette beklediği birisinin olduğunu söylemektedir. Küçük Osman heyecanlanmıştır. Adeta güneş doğmadan önce beliren ziyalar ufukta belirmiştir. Ailesine haber vermeye zaman bulmadan dahi Bulkasım'a ulaşabilmek için Ahmet'le yola düşer. Bulkasım altı saatlik yoldur. Yollar karla kaplıdır. Batıp, çıkarak yatsı namazına Bulkasım camiine duhul olurlar. Hoca efendi kürsüde vaaz yapmaktadır. Ve yeni misafire hitabet şekli enteresandır. "Osman Bedrettin hoşgeldin, benim altıyüz saatlik yolu katetmem senin altı saatlik yolundan daha rahat oldu". Adeta Mevlanâ Hazretleri ile Şemsi Tebrizî Hazretleri gibi sarmaş dolaş olurlar.
Seyid Ahmet Merami isimli Hoca efendi asırlar boyunca Orta Asya'dan Anadolu'ya akan Alperenler misali almış olduğu bir işaret üzerine Buhara'dan yollara düşmüştür. Bütün maksadı küçük Osman'ı yetiştirmektir. Çünkü bazen bir insanın bir âleme bedel olduğunun farkındadır.
Bedrettin Efendi aradığını bulmuştur. Yedi yıl boyunca hergün gidiş geliş on iki saatlik yolu adımlar. Gece yarısı evinden çıkar, sabah namazını bugün büyük Velilerimizden Efe Hazretleri ve babaları Hüseyin Gedai Hazretlerini misafir eden Alvar köyünde kılar. Kuşluk vaktine ise Bulkasım'a ulaşır. Bir gün Nebilen hanı mevkiinde tipiye yakalanır. Göz gözü görememektedir. Ayağa kalkacak mecali kalmamıştır. Büyük hemşehrisi İbrahim Hakkı Hazretlerinin;
ERZURUM'UN MANEVÎ MİMARLARI
65
"Hiç ummadığın yerde
Nagâh açılır perde
Derman ulaşır derde
Görelim Mevla neyler,
Neylerse güzel eyler"
şiirlerini mırıldanmaya başlar. O anda boz bir atın üzerinde yakışıklı ve nurani bir genç peyda olur. Osman'ı terkisine alır. Testisindeki şerbetten, dağarcığındaki hurmadan arkadaşına ikram eder. Göz açıp yumana dek Osman'ı şeyhinin köyüne ulaştırır. Bu nurani genç Hızır Aleyhisselam'dır. Bilindiği üzere, folklorumuz, mitolojimiz Hızır motifleriyle doludur. Hatta büyük ozanımız Âşık Garip de, Hızır atıyla sevgilisine kavuşur. Hep anlatırlar; âşığımızdan maşukası Şahsenem'i alabilmesi için yüklüce bir para istenir. Bunu kazanmak için yollara düşer. Yedi sene boyunca Halepleri, Samları, Tebrizleri gezer. Erzurum'a geldiği zaman Şahsenem'in Tiflis'te düğününün tutulmuş olduğunu işitir. Burası üç günlük yoldur. Şaşırıp kalmıştır. O anda yanında bir boz atlı peydahlanır. Atın terkisine alarak kısa bir zaman sonra Tiflis'e ulaştırır. Aşığımız bu olayı şu şekilde dile getirmektedir;
"Öğle namazını Erzurum'un sazında İkindi namazını Kars'ın düzünde Akşam namazını kıldım Tiflis'te Hızır'ın atma bindim de geldim".
Seyid Ahmet Merami Hazretleri, Hızır olayından sonra Osman'ı karşısına alır ve der ki; "Seni yedi sene boyunca tıpkı bir ceviz ağacı gibi yetiştirmeye çalıştım. Benim artık verecek bir şeyim kalmadı. Meyve vermen için muhakkak surette, bir tasavvuf rehberi bulman gerekir. Gazalardan geri kalma ve göz çapağının abdest bozmayacağını bil." Osman hocasının elini öperek ayrılır. Ancak, son sözünden bir şey anlamamıştır. Durup dururken göz çapağından bahsetmenin anlamı nedir? O anda büyük âlimimiz İmam-ı Azam
Hazretlerinin son sözünü hatırlar. Bilindiği gibi İmamımız halet-ü nazirdedir. Önde gelen talebelerinden İmamı Ebu Yusuf başucunda-dır. Şiddetli merak etmektedir? Acaba bu mezheb sahibinin son sözleri ne olacaktır? Kulağını ağzına dayar söylenenlerden hayrete düşer. Çünkü son cümlesi "Yarasa sütü insan menisine benzer" şeklindedir. Birkaç gün sonra İmam-ı Ebu Yusuf saraya çağrılır. Büyük halife Harun Resifin kızının yatağında insan menisi görülmüştür. Sebebi sorulmaktadır. Hemen hocasının son sözlerini hatırlar ve tavanı yardırarak yarasayı buldurur. Ve der ki; "Ey Koca İmam, giderayak bile bizleri ışığa boğdunuz". Aynı şekilde Osman Bedrettin de hocasının son cümlesinin boşuna sarfedilmeyeceğinin farkındadır.
Kahramanımız delikanlılık çağlarına ulaşmıştır. Tasavvuf rehberini arayıp durmaktadır. Devrin önde gelen simalarından Abdullah Mekkî ve Fahrettin Ziya Gümüşhanevî Hazretleri ile irtibat halindedir. Ancak, aradığı bunlar değildir. O günlerde tarihimize "93 Harbi" olarak geçen Osmanlı-Rus savaşı patlak verir. Büyük komutanımız Ahmet Muhtar Paşa Gediklerde, Büyükyahnide, Küçükyah-nide kendisinden kat kat güçlü olan düşmanı yener. Ancak kış yaklaşmaktadır. Etrafımız açtır, çıplaktır. Mecburen Ahmet Muhtar Paşa kışı geçirmek üzere birliğini Erzurum surları içerisine çeker. Ermenilerin kılavuzluğu ve hıyanetleriyle gecenin birinde (9 Kasım) Rus birlikleri Aziziye tabyalarına girmeyi başarırlar. Gecenin yarısında Ayaz Paşa minaresinden bir genç davudi sesi ile ezan okur. Ve halkı yardıma çağırır. Bu Osman Bedreddin'dir. Ayrıce baltaları ile satırları ile Aziziye'ye doğru koşan ahalinin içerisinde Osman Bed-reddin de vardır. Bu olay, Ahmet Muhtar Paşa ve Kurt İsmail Pa-şa'nm gözlerinden kaçmaz. Hatta İsmail Paşa'ya göre taşlar Osman'ın eline sıçramakta ve her atışta onlarca kefereyi yere sermektedir. Buna mükafat olarak paşalarımız, kahramanımızı orduya tabur imamı olarak alırlar.
Osman Bedrettin Efendinin birliğinin merkezi Palu'dur. İkinci rehberini burada bulacağı hususunda içine bir his dolmuştur. Dolayısıyla Pasinler'e ilk kez gittiği gibi, buraya da adeta uçarak gitmek-
ERZURUM'UN MANEVÎ MİMARLARI
67
ledir. Dağlar, yalçın kayalar sanki önünde eğilmektedirler. Palu'da bir rüya görür. Bir meclis kurulmuştur. Nakşibendi Hazretleri, Ha-lid-i Bağdadî Hazretleri ve hocaları Seyid Ahmet Merami Hazretleri oradadırlar. Kendilerine rehber bulmak için toplanmışlardır. Nihayet kararlan gecikmez son mürşid yanıbaşlarında yani Harput'da ikâmet eden Seyid Mahmut Samini Hazretleridir. Uyanır ve sabahı beklemeden Harput'a doğru yola düşer. Tekkede şeyh efendi o gün erken uyanır. Heyecanlıdır. Müridlerine çok önemli bir misafirinin geleceğini, hazırlık yapmalarını emir verir. İlk karşılaşma yine enteresan olur. Aynen ilk rehberlerinde olduğu gibi, bunun da ilk hitabeti "Hoş geldin Osman" şeklindedir.
Aradan üç gün geçmiştir, ancak Osman Bedreddin'in içine bir kurt düşmüştür. Şeyhinin fiziki durumu ve hareketleri hoşuna gitmemektedir. Gözü çapaklı, eli çubukludur. Yani sigara içmektedir. Çapak hocasının son sözlerini hatırına getirmektedir. Ancak sigara ne olmaktadır. Bunu birçok âlimlerimiz harama yakın kerih görmektedirler. Meselâ, merhum Ruhi Özcan Bey'e göre bir nesnenin haram olması için, vücuda, keseye, çevreye zarar vermesi gerekmektedir. Ve sigara bu üç şartı da taşımaktadır.
Mahmut Samini Hazretleri Osman'ın içerisine düşen kurdun farkındadır. İstemeyerek bir keramet gösterip bunu izale etmeyi ister. Çünkü, veliler için keramet arzulanmayan bir fiiliyattır. Bu hususta başımdan geçen bir olayı buraya almadan edemeyeceğim. Zannederim, 1975 yılı idi. Genç yaşta trafik kazasına kurban verdiğimiz sevgili arkadaşım merhum Erdal Köprücü, Prof. Dr. Şakir Badındır (Erzincan Hukuk Fakültesi eski dekanı ve Mehmet Pembeci (Konya Türk Ocakları Başkanı) ile bir hacı ziyaretine gidiyorduk. Söz Bayburtlu Dede Paşa Hazretlerinden açılmıştı. Erdal bu değerli hemşehrisini çok keramet gösterdiği için tenkit ediyordu. Gittiğimiz hanede tevafukan Şeyh Efendi de vardı. Bizler oturur oturmaz hemen şu şekilde söze başladılar; "Oğul, bazıları keramet göstermeğe kızıyorlar. Çok haklıdırlar. Eğer bir veli lüzumsuz yere keramet gösterirse muhakkak surette boy abdesti alması gerekir. Ama ne yapsın ki bugün
kerameti görmeden de ikna olan kahraman ender bulunuyor". İşte Mahmut Samini hazretleri de istemeyerek de olsa keramet göstererek Osman'ı ikna etmek peşindedir. Der ki "Hafız Efendi sen geleli üç gün oldu ve misafirlik bitti. Dolayısıyla, bahçeyi bugün sen sula." Osman'ın bahçeye gitmesi ile dönmesi bir olur. Çünkü havuzda bir damla bile su yoktur. Şeyh Efendi iyi bakmadığını ve tekrar gitmelerini buyurur. Hakikaten bu sefer havuz su ile doludur. Ancak bu keramet Osman'ı iknaya yeterli olamaz. Zalim nefs ve kör akıl birleşirler. Yine; "Gözü çapaklı, eli çubuklu" deyip dururlar. Mahmut Samini Hazretlerinin ikinci günkü kerameti biraz daha enteresandır. Osman'dan bahçeden patlıcan toplayıp getirmesini ister. Ancak patlıcan bitkilerinin tümü henüz çiçek halindedir. Ürüne kalkmaya daha aylar vardır. Dolayısıyla eli boş döner. Şeyhi birincide olduğu gibi yine iyi tetkik etmediğini tekrar gitmesini emir buyurur. Tekrar bahçeye çıktığında şaşırmıştır. Hakikaten sanki dakikalar aylara dönüşmüş tüm çiçekler patlıcan olmuştur. Ancak kerametin etkisi bir dereceye kadardır. Belirli bir seviyeyi aşmış olanlar için bunlar çocuk oyuncağı gelmektedir. Tabii Osman yine ikna olamaz. Ve içindeki kurt yine "Gözü çapaklı eli çubuklu" diye bağırıp durur.
Şeyh Efendi Osman'ın ikna olamadığının farkındadır. Şiddetli kızar. Karşısına alarak şunları söyler; "Bir müridin bir şeyhden bir şey alabilmesi için aklı ile fikri ile, her şeyi ile ona bağlanması gerekir. Sen Hızır'ın testisinden şerbet içmenin, dağarcığından hurma yemenin gururu içerisindesin. Dolayısıyla sana verecek bir şeyim yoktur. Var yoluna devam et". Osman'ın beynine adeta kan hücum etmiştir. Şeyhinin ellerine sarılır ve tövbe ettiğini söyler. Samini Efendi ancak hücreye girip çile çekmesi suretiyle bağışlanabileceğim buyururlar. Mürid Efendi razı olur ve müddetini sorar; "Kırk gün, kırk ay, kırk yıl olabilir" cevabını alır. Ancak onsekiz gün sonra hücreden çıkarılır ve müjde verilir. Artık çile bitmiştir. Artık icazet sahibidir. Ve "Şeyh Osman Bedrettin Efendi" olarak Seyid Mahmut Samini Hazretlerinin halifesidir.
Osman Bedrettin Efendi gözlerini insana dikmiştir. Ufukların-
ERZURUM'UN MANEVÎ MİMARLARI 69
da "Eşref-i mahlukat" olan insan vardır. "Gündüz hayalleri, gece düşleri" hep insanla yoğrulmaktadır. Bu yüzdendir ki; "tasavvuf nedir?" soranlara, "İnsanın kendi vücut kitabını okumasıdır" belagat-h cümlesiyle cevap vermişlerdir. İsmini tespit edemediğim bir yazarımıza göre, insanın yaradılış sebebini, vazifesini, kimliğini şu maddeler altında özetlemişlerdir;
1. Bütün mükevvenâtın yaratılış sebebi insandır ve Cenab-ı I lak her şeyi insan için yaratmıştır.
2. "Ben bir gizli hazine idim, bilinmekliğime muhabbet ettim" kudsi hadisin ışığında, anlıyoruz ki, insanı da Allah, kendisinin en üst seviyede bilinmekliği için yaratmıştır.
3. İlahi beyanla da tasnif edildiği üzere insan, muhakkak ki Allah'ın en müstesna ve en büyük eseridir. Maddesi ile de, mânası ile de, hiçbir varlıkla kıyaslanamayacak kadar müstesna yaratılmış ıılan insan, bütün Kâinat'm özüdür, kalb'idir; Kâinat onunla can, mâna ve renk kazanır.
4. Ancak, yukarıdaki üç maddede zikredilen insan; Allah'ımızın, mahlukatın en şereflisi olarak, "ahsen-i takvim üzere" yarattığını beyan buyurduğu ve yeryüzünde kendisine halife olmaya hak ve liyakat kazanmış olan Hz. insandır.
5. İşte bu mânadaki insanın mutlak ve müşahhas numunesi olan, Allah'ın sevgilisi, kâinatın efendisi Hz. Muhammed (sav)in, şu âlem sahnesinde görünmesi iledir ki (Mutlak Hakikat)e şaşmaz ölçüler bize intikal etmiştir.
6. Bu itibarla hakiki mânada insan ve İslâm olabilmenin, yaratılış gayemize uygun hayat sürmenin, korktuklarımızdan emin, ura-duklaşte bu yüzdendir ki; köy köy, kasaba kasaba, şehir şehir, cami cami, medrese medrese, tekke tekke gezerek yapmş oldukları konuşmalarla insanlığın 'insanlığa' yükselmelerini işlemiştir. Bütün bu sohbetler zabıt (subay) bir müritleri tarafından zamanın tüm imkânsızlıklarına rağmen dört defterde toplanmış ve 1993 yılında memleketimizin önde gelen basım evlerinden Marifet Yayınevince Gülzar-ı Samini adı altında iki cilt olarak bastırılmıştır. Bu muazzam eserin belagatlı önsözünde şeyhimizin hizmetlerinden bazıları şu şekilde dile getirilmiştir; "Civardaki il ve ilçelerden gelebilme imkânına sahip olan evlatları ile Harput'daki sohbetleri dolup taşarken, gelebilme imkânı bulunmayan müridanını mahrum bırakmamak için, zaman zaman kendileri de civar il ve ilçelere kadar gitmekte, sohbet ve himmetiyle, gönüllerine sürür bahşetmektedir. Osman Bedreddin Hazretlerinin elinde sohbet, adeta ölü ruhlara can bahşeden bir iksirdir. Sohbetlerinde ençok üzerinde durduğu konu, bir Mürebbi-i hakiki eliyle nefsi terbiye ederek, insan varlığı için zararlı bir unsur olmaktan çıkarıp, nefis bir hale getirmektir."
Bilindiği üzere insanı "insan" olarak kabul etmenin önemli bir şartı da onu muhatap olarak tanıyıp, sorusuna veya mektubuna cevap vermek olmaktadır. Maalesef günümüzde özellikle makam, mevki sahipleri mektubun üzerindeki ismi beğenmedikleri hallerde okumadan dahi çöpe atabilmektedirler. Tanıyanlar, büyük âlim ve fikir adamımız Mehmet Kaplan Bey'in kendilerine gelen tüm mektupları muhakkak surette cevaplandırmakta olduklarını anlatmaktadırlar. Çünkü hocamız büyük ölçülerde insanın sırrına erebilme şerefine mazhariyet peyda edenlerden olmuştur. Aynı şekilde insanı "insan" olarak tanıyabilen osman Bedrettin Efendi de yazanının yaşma, başına bakmadan, her gelen mektubu cevaplandırmış ve dört-yüzün üzerine çıkan bu cevabî mektuplar, vefakar müritleri tarafından Mektubat adı altında toplanmıştır (Oğulları Ağır Ceza reisi Zi-yaeddin Bey'den veya torunu tarafından bunun acilen bastırılmasını bekliyoruz).
Kahramanımız divan sahibi olacak derecede aynı zamanda iyi
ERZURUM'UN MANEVÎ MİMARLARI
71
bir şairdirler. Şiirler Gülzar-ı Samini'mn ikinci cildine eklenmiştir. Burada yer yer eşyanın sırrına erebilmenin çilelerinin çekilmiş olduğuna şahit olunabilmektedir. Meselâ bir beyitleri şu şekildedir;
"Bunların hürmetine ya ilahî
Bize bildir bu eşyayı kemâhî"
Şeyhlerine şu şekilde hitap etmişlerdir:
"Kim gelir girerse bugün Samini'nin gülzarına
Bir adımda vasıl olur her kişi dildarına
Âlem-i mânada eğer Şah olmak istersen
Gel bugün ver varlığım Samini'nin varlığına".
Osman Bedreddin Efendi 1858 yılında Erzurum'da doğmuş, I924'ün Ekim'inde Harput'da dar-ı bekaya intikal etmişlerdir. Ka-clir-şinas müridleri tarafından Harput'un en hakim noktasında defnedilmiş ve kendilerine layık olacak tarzda bir türbe inşa edilmiştir. Kümbet şeklinde olan bu anıt mezar, adeta Erzurum ruhunun orada donarak abideleşmiş şeklidir. Kitabesine şu belagatlı kıta işlenmiştir.
"Erzurumlu Şeyh Bedreddin Efendi kim bu zat
Saha-i irşadda bir pir-i par temkin idi
Etti vakta ki üffül ol pir-i peygamber-zemir
Rumi üçyüz kırktı, tarih evvel teşrin idi".
Böylece İbrahim Hakkılara, Terzi Babalara ilaveten Erzurum'un veli ihraç etme zincirine önemli bir halka daha eklenmiştir.
Nihayet bu basit yazımızı şeyhimizin dünyalarım "değiştirmeden bir gün önce yazmış oldukları ve Gülzar-ı Samini'nin önsözüne alınmış olan şu güzel vasiyet nameleriyle bitirelim. Rabbim Ruhlarını Şad etsin ve bizlere şefaatini nasip eylesin. Amin...
"Ey benim evlad ve birader ve akrabalarım; İslâmiyette ve ta-rik-i Hudada olan ihvan-ı dinim!rımıza nail olmanın -tek cümle ile- dünya ve ötesinde Hak ve I lakikate, kurtuluş ve saadete ermenin tek yolu ve çaresi: evvela o lembol ve örnek insanı, yani Hz. Peygamber (sav) Efendimiz Hazırı Icrini belli ölçüler içerisinde tanıyıp bilmek, sonra da bu bilişin verdiği imkân ve müsaade nisbetinde O Muazzez Varlığı sevip, O'na yakın olabilmektir.
Cenab-ı Zat-ı Eceli ü Ala Hazretleri hazır ve nazır ve şahidim-dir ki: Ben ehl-i sünnet vel cemaat mezhebi ve itikad-ı sahihi üzere mü'min, muvahhid bir abd-i müslimim, Hakka. Elhamdülillahi Te-ala ala niamihi ve ihsanih.
...Hususan, Şeyh Abdulkadir-i Geylani, Muhammed Bahaüd-din Şah-ı Nakşibend ve pirim Mevlana Halid ve Şeyh Aliyyüssebti ve Mürşid-i Mükerremim Hace Mahmud Samini ve vâlid-i mâcidim Selman-ı sükuti vel-hadidi (saddesallahü esrarahüm) zevatının irjj dad-ı maneviyyelerini ve Cenab-ı Hakk'a bu abd-i müznib için şefaatçi olmalarını lütuf ve keremlerinden niyaz ederim.
Emr-i Hak vaki olup Ahirete irtihalimde, üzerime Kur'an-ı Azimüşşan tilavet buyurasınız.
Rabbim Celle Şanühu Hazretleri iman ve Kur'an-ı ile hüsn-i hatime ihsan buyursun, bu abd-i hakire de, cümle İhvan-ı dinime de... Âmin... bihurmeti men erseltehu Rahmeten lil alemin...
Erzurum'un Manevi Mimarları 3.Baskı.
Mustafa Çetin Baydar - 19/11/2013 - 17:27 -