|
1Ahilerimiz
A.Rezzak Türk
Devletlerin ve milletlerin olduğu kadar şehirlerinde kendilerine özgü yaşayan nesillerce bilinmesi gereken acı ve tatlı olaylarla dolu geçmişleri vardır.
Yeni nesillerin şimdilerde hafızalarından silinmiş olan bize ait bazı kavramların yeniden hatırlanması lazım gelir ki, dünü bu günü anlayıp yarınlara nasıl bakılması gerektiği konusunda yol alınabilsin.
Gayemiz karınca kararınca Erzurum'un tapu senetlerinden birisi sayılan Ahilerimizin hafızalarımızda tazelenmesi...
Türklerin, Türkistan'dan Anadolu'ya göç ederken önemli giriş kapılarından birisi Erzurum'dur. Tarih 1048. Ahilerin yöremize gelişleri 12. ve 13. üncü yüz yılları arası çok sayıda Ahimizin mevcut olduğu görülüyor.(Doç. Dr Pamuk) Kitabeleri mevcut olanlar ile Kitabesi yok olmuş veya korozyona uğrayanlar Ahi baba, Ali baba adlarıyla çevre insanlarınca anılmaktadırlar.
Mesela Narmanlı Cami yanı başındaki Ahi Toman Beyi, İbni Batuda; Ahi Duman, Erzurum kitabı yazarı Muammer ÇELİK Ali baba, İ.Hakkı KONYALI Ahi Toman, halk Ahi baba diye anmaktadır. Kim nasıl anarsa ansın özde bunların Ahi olduğu bir gerçek...
Ahi = Eği = Kardeş manasında...Öyle bir kardeşlik ki, bir ana ve babanın evlatlarından öte “ İnananlar bir birinin kardeşidir. “ (Ayet i kerime ) “Kendi nefsi için düşündüğünü kardeşi için düşünmeyen bizden değildir.” (Hadisi şerif) Yüce Mevla'nın arzusu olduğu kardeşlik...
Eşitliğin, adaletin, Hakkın hakim olduğu, insan onurunun korunduğu bir kardeşlik...
Ahilik felsefesi dine dayalı olarak süre gelmiş, kültürel, sosyal, siyasal, ekonomik ve askeri yönleri de bulunan bir dünya düzenidir.
Selçukluyu, ekonomik ve ticari faaliyetlerin yanı sıra askeri ve siyasi faaliyetlerinde de desteklemiş, Osmanlı devletinin kuruluşunda ve gelişmesinde önemli rol oynamıştır. Günümüzde azda olsa mirasını devam ettirmektedir.
Şehrimizdeki Ahilerimizden Ahi Toman 1300'lü tarihlerde Erzurum'da olduğu gözüküyor ise de daha önceden gelip şehrimizi şereflendirmiştir.
İ.Hakkı KONYALI “Abideler ve Kitabeleriyle Erzurum Tarihi” isimli, eserinde: Arif Çelebiyi Sultan Veledin kardeş kavgalarını durdurulması isteği üzerine Erzurum'a seçkin arkadaşlarıyla gelir. Hoca Yakut'la tanışır. Hoca Yakut Arif Çelebinin elini öper, yoluna baş koyar. Hoca Yakut, Bayburt-Erzurum mülhakatının hakimi umumi ve askeri valisi Olcaytu Hana bağlı..
Arif Çelebinin ilk misafir olduğu Toman beyi (Kılavuz oğlu Toman beg) Tam itikat sahibi, doğru arif ve Rum Padişahının emir zadelerindendir. Arif Çelebiye bağlanır. Daha sonra her yıl Konya ya dergahı ziyarete, hediyelerle gider...
Yazar kümbetteki kabri ziyaret ettiğinde, mezarın çevre taşlarına ayet el kürsi yazılı olduğunu belirtiyor. Eski Çat Müftüsü Halis EMEK hocaefendi, mezar taşlarında Ayet-el Kürsi olması, yatanın sahabe olduğunun işaretidir. Diyor...
İbni BATUDA seyahatnamesinde;
“ Erzincan'daki Ahi Nizamettin tekkesinde kaldıktan sonra Erzurum'a gittik. Irak sultanının (Selçuklu) hükmü altında, şehir geniş bir alana yayılmış olmakla beraber iki Türkmen taifesi (Ak koyunlu - Kara koyunlu) arasında baş gösteren savaşlar yüzünden büyük ölçüde harap olmuştur.Şehri üç ırmak keser, evlerin çoğu bağ ve bahçeler arasında bulunur. Erzurum'da Ahi Duman'ın (Toman) zaviyesine inmiştik. Bu zat ileri bir yaşta olup yüz otuz yaşını aştığı söylendiği halde, hala bir değneğin yardımı ile yürüyebilmekte hafızası bütün canlılığı ile durmakta, beş vakit namazını kılmakta idi. Ben açlığa dayanamayarak sadece orucu yemekten başka bir kusuruna tesadüf etmedim. Verdiği yemekte bizlere bizzat hizmet eyledi ise de, hamam hizmetimize oğulları koşmak zorunda kalmıştı. Zaviyeye indiğimiz ikinci günü yola çıkmak istediğimiz zaman, bize gücenerek buna engel olmaya kalkıştı. Şayet böyle harekette bulunursanız, konukluk en aşağı üç gün olduğuna göre, bizim bu şehirdeki itibarımızı kırmış olursunuz dedi. Bunun üzerine bizde üç gün kalmak lüzumu ile karşılaşmış olduk. Yola çıktığımızda varacağımız yere kadar yol azığımızı , bineğimizi, akçemizi ve yoldaki eşkıya ,arsız ve hırsızlardan muhafazamız için güvenliğimizi sağlayacak neferlerle uğurlandık.”
Ahi Fahreddin: Mehdi Abbas, Şeyh Abbas, veya Abbas Şeyh Zaviyesi Ahilerindendir.
Zaviye : Herhangi bir tarikata mensup dervişlerin bir şeyhin idaresi altında toplu olarak yaşadıkları, gelip geçen yolculara yiyecek, içecek, yakacak, yatacak yer temin ettikleri, yerleşme merkezlerindeki veya yol üzerindeki yapılanmalardır.
Şehrin kültür hayatında bilhassa edebiyat, tarih ve musiki gibi alanlarda önemli katkıları olan zaviyeler sadece dini - tasavvufi tahsil mekanları olmamış, aynı zamanda halkla irtibatın sağlandığı bir kültür alış - veriş merkezleri olmuşlardı.
Ahi zaviyelerinde, müntensiblerine mesleki eğitim ve formasyon kazandırma yanında, kendilerine “Muallim Ahi” veya “Emir” denilen yetişkin ahiler tarafından Türkçe “Fütüvvet name” “Tercüme-i Ahval”, Tarih ve “Sofi kıssaları”gibi, batini vs. ilimler okutulduğu nakledilmektedir. Şeyhler Camiinde merhum ve mağfur Emir Şeyhimiz inde bu münevver şeyhlerden olabileceği ihtimaldir.
Ahi Fahreddin “ Kalbinizi Allaha, kapınızı 72 millete açın “ diyen. Dil, din, ırk ayrımı gözetmeksizin bütün insanları kucaklamayı hedefleyen Ahi Evren mensubudur.
Ahi Evren asıl adı Şeyh Nasreddin Ebul Hakayık Mahmud bin Ahmed El Hoyi dir. İlk eğitimini Hoy'dan aldıktan sonra Mavereünnehir ve Horasana giderek orada ünlü alimlerden, Fahreddin Razi'den Hükema felsefesini ve Kuran-ı Kerim tefsirini, Piri Türkistan Ahmed Yesevi nin öğrencilerinden de tasavvuf, tefsir, hadis ve kelam derslerini almıştır. Muhaddis lakabıyla tanınan Ahi Piri kimya, tıp ve felsefe dallarındaki eserleri tercüme etmiştir. Kendi meslek dalı debbağdır. Bundan başka 32 çeşit esnaf ve sanatkar teşkilatının liderliğini de yapmıştır. Tek amacı ahlak, ilim ve bilgiyi de insanların hizmetine sunmaktır.”Bilenlerle bilmeyenler bir olurmu?” (Ayet-i Kerime)
Ahi Fahreddin in kabri şerifi Gümüşgöz diğer adıyla Sığırcık mezarlığındadır. Mezar taşındaki kitabeyi okuyan İ.H.Konyalı “ Allahım şu kabrin sakini Said, Şehit, Gazi ve maktul Ahi Fahreddin İbni Mehmed Şahı mağfiret et ve ona acı H. 736 (M.1335 ) yılı Kadir Gecesi Allahın rahmetine göçtü.”
“Mehmed Şahın oğlu olan Ahi Fahreddin Gazilerdendir. Kendi 736 yılı Kadir gecesi öldürülmüştür. Bu taşın arka yüzünde bir fırfır süs ve fevkalade güzel bir kandil kabartması ile Kelime-i tevhit yazısı vardır. Bu taşın sol tarafının kenarına kabartma halinde bir kama ile bir düz kılıç-epe- resmi yapılmıştır. Bununla Ahi Fahreddin kesici bir silahla öldürüldüğü anlatılmak istenmiştir.”
1335 yılı İlhanlıların yıkılış tarihidir. Buhranlı günleri fırsat bilen azınlıklar, bilhassa Ermeniler ayaklanmalarla çevrede tahribatlar ve kıyımlar yapmışlardır. Ramazan ayı Kadir gecesinde, cemaatin toplu olduğu bir anda, ani bir baskınla şehit edilmiş olabilir.
Ahi Fahreddin'in debbağ olduğu beyan ediliyor. Erzurum'daki debbağcılık Kırşehir'deki Ahi teşkilatıyla bağlantılıydı. A.Şerif Beygu : Erzurum'da debbağlar şeyhinin esnaf üzerinde önemli nüfusu olduğunu, hilekarlık edenlerin dükkanlarını kapattırdığını, çürük ve taklit eşya yapanların ise mallarını dükkanlarının kapısına çivileterek teşhir ettirdiğinden bahs etmektedir...
Ayrıca her yıl Kırşehir'de Ahi Evren'in türbesindeki kuyudan bir testi su getirerek Mehdi Abbas mescidi (Mehdi Efendi camii veya Sığırcık camii) üzerindeki minareye asıldığı ve bu suya gelen sığırcık kuşları sayesinde çekirge afetinden korunulduğu rivayet edilmektedir.
Erzurum'ca Sıvırcık mahallemiz ismini buradan almış oluyor...
1520 Tarihli kayıtlarda Ahi Pir Mahmud zaviyesi mahallesi mevcut. Bu zaviye sınırlı bir Pazar için üretim yapan sanatkar ve esnaf toplumunun dengeli ve ahenk içinde çalışmasını güvence altına almaya çalışmış. Ahi Mahmud'un şehirdeki merkez çarşıya ( Tebriz kapı - Yakutiye arası ) açılan dükkanları mevcutmuş.” Ama kabri meçhul..!
“ 1534 Tarihli kayıtlarda Ahi Eyvad zaviyesi, mahallesi”: Kabe mescidi civarı ve Lala Paşa camii kuzey tarafları, Karaköse mahallesini de içine alan yerler...Kabri meçhul..!
“ 1539 tarihli kayıtlarda Mehdi şeyh zaviyesi: Ahi Mahmud ve oğlu Derviş Can Ahmed (Hallaç Ahmed) tasarrufundaydı. Bunlarında kabirleride meçhul..!
“ 1539 tarihli vakfiyede Tuzcu köyünde Ahi Yusuf zaviyesi: Bu zaviye Kanuni Sultan Süleyman zamanında hizmete geçmiştir. “(Doç. Pamuk) Ahi Yusuf'un kabri Tuzcu köyündedir.
Köy ve kasabalar haricinde, dağ başlarında, geçitlerde zaviyeler kurulmuştu. Dağ başlarındaki Ali baba, Dumlu baba, ovadaki Umudum baba v.s babalar ahilerimizdendir. Dumlu babaya “Asıl Ahi Duman budur.” Diye rivayetlerde mevcut...
Halk arasında ulu kişi, şehit, gazi, izzet ikram sahibi, kapısı, sofrası herkese açıkmış... olarak anlatılan, Eski büyük yapılı açıktaki kabirler Ahi kabirleridir. Ahilerimiz Gazi unvanı ile cihat hareketlerine katılmışlardır.
Bu ulularımız insanları hem ahlaken, hem de mesleki yönden mesleki yönden eğiterek üretici ve topluma yararlı bir duruma getirmek, inançlı, ahlaklı, şuurlu ve üretici bir toplum oluşturmak, karşılıklı anlayış, güven ve rıza duygularıyla iş bölümü, iş birliği kurarak toplumda sosyal ve ekonomik dengeyi sağlamışlardır.
Şehrimizde:
Debbağlar: Tebriz kapı, Tabakhane çeşmesi civarı ve Gürcü kapı mevkiinde
Şeb hane: Tebriz kapıdan, Taş mağazalara doğru...
Saraçlar: Tebriz kapı civarında, kendilerine ait çarşıda faaliyet gösterirlermiş.
Hasırcı - Cilci: Hasır garajı mevkiinde...
Mumcu - Sabuncu: Tebriz kapı ve Mumcu mahallesinde, ayrıca Mahalle başında sabun haneler mevcutmuş.
Kevelci, keçeci, kürkçü, yüncü, hallaçlar Tebriz kapı-Gül Ahmed çarşısı arası mevkii.
Dülger / Marangoz, kürekçi, kalasçılar: Gül Ahmed çarşısı-Ayaz Paşa arası.
Demirci, dökümcü, nalçacı: Gürcü kapı mevkii.
Kazancı / bakırcı, kalaycılar: Ayaz Paşa-Gürcü kapı arası mevkii.
Haffaflar / kafaflar, kunduracı, papuçcu, çizmeci, çarıkçılar: Perviz oğlu-Gürcü kapı arası mevkii.
Kuyumcu / zenger, cevahirciler: Göl başı-Ali paşa arası mevkii.
Kazazlar/ ipekçiler,mutaf, ketenci, külahçı, terzi/Hayat: Gürcü kapı-Taş mağazalar arası.
Bezzazlar, atarlar, ekmekçi/habbaz, kasaplar:Erzincan kapı mevkii.
Boyahaneler: Erzincan kapı-Gürcü kapı arası mevkii.
Şehrin çeşitli yerlerine dağılmış halde,Ekmekçi, börekçi, keteci, bakkal, hamamcı,kıraathaneler, taşçı, benna/duvarcı v.s
Şehrin dış kısımları, köşk mahallesi üst kısımlar, değirmenler, alt kısımlar kombina civarları, bostancılar.Yer almışlardır.
Aynı mesleğe mensup olanlar yan yana bulunan dükkanlardan teşekkül eden çarşılar mevcuttu.
Her sene ilk baharda, her meslek biriminin Ahisi, Ahi baba başkanlığında toplanır. Çıraklık, kalfalık dönemlerini geçirmiş, ustalığa layık görülen kalfalar tespit edilir, merasim için Kırşehir'deki Ahi Evren ocağına haber verilip davetler gerçekleştirilirdi.
“ Ahi Evren Halifelerinin her yıl Erzurum'a gelişlerinde, debbağlar tekkesinde büyük bir merasim başlardı.Bütün esnaf şeyhleri istikbale koşar eller öpülür, dualar edilir tekkede saklı olan tarikat bayrağı çıkarılarak tekkenin kapısına asılırdı. Bu ziyaret ve merasim bittikten sonra bütün şeyhler esnafları ile birlikte kadı, müftü, cami imamları çağrılır hep birlikte Abdurrahman Gazi'ye, gönül sultanına gidilerek sultanın sekisinde kazanlar kurulur, kuzular kesilir pilavlar pişer, simatlar çekilirdi. Yemekten sonra ustalığa çıkmış sanatkar kaç tana ise bunlar halifenin önünde çöker. Diğer esnaf ve misafirler ise halka şeklinde dizilirlerdi. Debbağlar şeyhi halifeye tarikata yeni giren ustaları takdim eder halife üç defa dua ile birlikte şed peştimalları bellerine bağlar, açar son duada bağlar. Peştimal kuşatarak enselerine birer sille vurur ve bunlar halifeden başlayarak bütün büyüklerin ellerini öptükten sonra usta adayının sorumlu ustası onun bilgi, başarı, beceri ve kabiliyetlerini anlatır. Aday en son ustasını elini öper, devlete millete bağlılık sözü verir ustalık iznini alır tören tamamlanır.
Böylece ahi prensiplerince kabul edilenler esnaf teşkilatına katılmış olurlar. Bu izni alan dükkan açma yetkisinide almış olur.
Ahi, Diplomasını ( Şehadet-namesini) almakla iş bitmiş olmuyor. Ahi teşkilatlarında amaç, mensubu tam ve doğru bilgilerle donanmış mı, mükemmel bir şekilde yetişmiş mi? diye kontrole devam eder.
Ustalığa ulaşmış, usta olmuş kalfanın her türlü ferdi hatası, yetiştirdiği ustasına fatura edilir, sorumlu ustasının yüzüne vurularak, kalfanın eğitimine ait hesap sorulurdu. Olumsuz durumlar, usta için çok üzüntü verici ve kötü bir hal olurdu. Böylesi oluşmuş olabilen ayıplı olay kapanmaz o ustanın adı ve itibarı bağlı bulunduğu çevre nezdinde de sarsılıyordu. Bundan dolayı bütün işlemler ince elenir sık dokunurdu.
Ahi, birden fazla iş ve sanatla değil yeteneklerine uygun olan tek bir iş veya sanatla emeğini esirgemeden uğraşmalı ve şerefini koruyarak iş yapmalı.
Ahi her zaman her şart altında haktan ayrılmamalı, emek vererek hak ettiğinden fazlasını kazanma yoluna gitmemeli, sanatın pirlerine bağlı kalmalı, onları kendine örnek almalı.
Ahi bilgili olmalı, ilim sahibi insanları sevip saymalı, onlardan öğrendiği bilgileri yerinde ve zamanında kullanmalı, kimseye karşı küçük düşmemelidir.
Ahiliğin 3 ü açık ve 3 ü de kapalı olmak üzere 6 temel şartı varken; Ahi olabilmek içinde 124 tane temel kuralı bilip bunlara uyma mecburiyeti vardır.(G.Demir)
“ Açık olan şartları: Elini, kapını, sofranı açık tut
Kapalı olan şartları: Dilini, gözünü, belini bağlı tut.”
AHİ NASİHATI
Harama bakma, haram yeme, haram içme
Doğru, sabırlı, dayanıklı ol.
Yalan söyleme.
Büyüklerinden önce söze başlama.
Kimseyi kandırma.
Kanaatkar ol.
Dünya malına tamah etme.
Yanlış ölçme, eksik tartma.
Kuvvetli ve üstün durumdayken affedici.
Hiddetliyken yumuşak davranmayı bil.
Kendin muhtaç iken bile.
Başkalarına verecek kadar cömert ol...
Cennet cömertlerindir. (Hadisi şerif)
İnsanların en hayırlısı, insanlara en fazla hizmet edendir. (Hadisi-şerif)
Evet “Dünün güneşiyle de bu günün çamuru kurutulmaz” derler...
Günümüzde işini dürüstçe, ahlaklı olarak yapanları hürmetle anıyorum. Allah sayılarını artırsın. İşlerini bereketli kılsın. Onlar toplumun fazilet abideleridir. Alperenleridir.
Ancak bu gün ülkemizde insanlarımıza meslek yada sanat kollarında gerçekten temel eğitim verilip bilgili, ahlaklı, liyakatli, , ilkeli bir karakter kazandırılarak, memursa, teknik elemansa, bir üst makama, işçiyse ustalığa hazırlanıyor mu? sorusunu soracak olursak, cevabımız pek de müspet olmayacaktır.
Hakkı, bilgisi, kabiliyeti, liyakati olmadığı halde siyasi oyunlarla bir üst makama verilerek, verildiği mevkii bilmeyen ehil olmayan insanlara yönetimi teslim edenler...!
Devlet görevlisi olduğu halde, devletin değil kendi öz menfaatlerini düşünenler, yolsuzluğa evet, rüşveti koy cebime diyenler...
Vakıf ve hazine arazilerini oyun içinde oyunlarla kendilerine mal edenler...
Lüks ihtişamlı bir hayat sürüp, devlete vermesi gereken vergiyi zarar bahanesiyle, çeşitli dalaverelerle vermeyenler...
Hakkı olmadığı halde, hakkı olanın hakkına çekinmeden, utanmadan tecavüz edenler ve buna göz yumanlar...
Tedavide, gıdada, toplumun sağlığı ile oynayanlar...
Yaptıkları işlerde, üretimlerinde eksik malzeme kullananlar, imalatlarında kalitesiz, hileli malzemeyi tercih eden üreticiler...
Milli ve manevi değerlerden nasipsiz, hain, gafil insanların kendilerini, ülke menfaatlerini, ülkemizin geleceğini ayak altına serenler...
Daha nice suçlu, kusurlu, menfaatçi insanları nasıl izah edebileceğiz ? Allah ıslah eylesin. Yüce Mevla'm, Türk töresiyle, Mekke-Medine ruhunun süslediği Ahiliğe dönüşü nasip etsin.
Osmanlı devletinin kuruluşundan itibaren Ahi teşkilatının işlevlerini yürüten yani esnaf yöneticisine şeyh, daha sonraları Kethüda denmiş. Şehir Kethüdası, halk ile idareciler arasında iletişimi sağlayan kişilerdi.
“Osmanlı devletinin kuruluşundan itibaren şehrin ileri gelenleri arasında şehir kethüdası seçilirdi. Kadının huzurunda seçilen şehir kethüdası, şehre uğrayan kamu görevlilerinin, sefere çıkan veya eşkıya izleyen askeri birliklerin, yolculuk yapan yada göreve giden vali, mutasarrıf, mütesellim gibi yöneticilerin konaklamalarını sağlardı. Vazifesinin gereği yaptığı harcamaların kayıtlarını tutması ve bunun sancağa ait giderlere dahil etmesi görevi icabıydı.
Kethüda, halkın ödemekle mükellef olduğu vergilerinin tespitinde ve mahkemelerde şuhudü-l -hal olarak yer alırdı. Kethüda eşkıyaya karşı, diğer görevlilerle birlikte hareket ederdi.”(Doç. Pamuk)
Kethüdaya yardımcı olarak, esnaf içerisinde güvenilen, sevilen, sayılan kişilerden yiğitbaşı, bazar-başı seçilmiştir. Ad değiştirilerek, aynı sistemin devam ettirildiği görülüyor.
Devletin toprakları büyüdükçe gayrimüslimler üzerindeki egemenliği de büyüyor. Esnaf ve sanatkarlar çoğalıyor, kendi aralarında Müslim ve gayrimüslim ayrımcılığı da başlıyordu. Böyle bir ortamda kuruluşlar yıpranmaya başlayınca Gedik adı verilen yeni bir teşkilat şekline dönüştürülmüş.
“Gedik sözcüğü tekel ve imtiyaz manasına gelir ki, sahiplerinin işleyeceği işi başkalarının işlememesi ve satacağı ürünü başkalarının satmaması şartı ile hükümet tarafından verilen izin senedinin içindeki şartların kullanılması ve yürütülmesi” (Prof. Çağatay)
Gayrimüslim esnaf teşkilatı kendi görevlilerini dahi seçebilmiştir. Gürcü kapı mahallesinde meskun haffaf-yiğitbaşısı Evanis adında bir ermeniydi. ( Sadık tebaalarımızdan..?! )
Ahilik ve fütüvvet sütlü kahve idi keyif veriyordu. Her şeyi ile bizimdi. Sütle şarap bir birine karışınca, çöküş başladı. Osmanlı imparatorluğunun çöküşünden Ahilikte payını almış, giderek loncalar bozulmuş.
İltimasa göre atamalar yapılmaya başlamış. Esnaf ürettiği malı satamaz olmuştur. Tam bir çöküş yaşanmıştır. 1912 tarihinde loncalar tamamen ortadan kaldırılmıştır...
Tarihi değerini, taşıdığı misyonu, anlamamızın bir diğer sebebi de tarihi belge niteliğinde olan bu değerlerimiz iyi muhafaza edilerek günümüze taşınmamasındandır. İsimleri değiştirilmiş veya toprak altında bırakılmış, izleri unutturulmuş...
Bu da kendi özümüze, geçmişimize ve tarihimize ihanet demektir. “ Tarihi yazanlar, tarihi yapanlar kadar gerçeklere sahip çıkmamaktadır.”
Kendi yorum ve kanaatlerini kendilerince ilave etmektedirler.
İşte o zaman da gerçekleri ara ki bulasın...
Çeşitli savunmalar yapsan da canlı şahitlerin olmadıktan sonra kimilerini inandıramazsın...
.
Mustafa Çetin Baydar - 19/11/2013 - 17:20 -
|