|
1Millet feryat etmede: “Savcılar, korkusuz olsun, başbakanlar korkmasın, helikoptere binenler de uçaktan inenler de korkudan uzak olsun!”
O zaman buyurun korkuyu inceleyelim:
KORKU ADLI BİBLOMUZ
Prof. Dr. Mustafa Erdoğan Sürat
Neyi simgeliyor bu biblo? Hafif bir rüzgârı, seher yelinden daha ağır çekmeyen bir esintiyi... “Havanın şekli yoktur ki, hareketinin katı bir simgesi yahut biblosu olsun” diyeceksiniz, haklısınız. Ben de haklıyım ama; çünkü, PANEGYRIC'te Hazreti İbrahim'in korkuyla temasa geçtiği an, korkunun ağır bir metal misali eriyip, biblo gibi kalıba döküldüğü anlatılıyor. (Bakınız: Kierkegaards, Fear and Trembling; Translation by Walter Lawrie, 1941)
O hafif rüzgârı, o üç boyutlu havasal devinimi algılayamadan, “Korku ve Titreyiş” kavranamıyor. Taraf Gazetesinde “Kelimebaz” sütununda yazan değerli dilci dostum Sevan, İbranice ve Arapça müşterek kökten gelen “fasıl” sözcüğünü benden öğrendiği gün, fasılla alakalı eski bilgilerini de unutmuştu. Bu acı ders nedeniyle, yazımın bu kısmında “Panegyric” in ne manaya geldiğini katiyen açıklamamama izin veriniz! Orada anlatılanlar tanıtlıyor ki, rüzgâr biblosu bir ölünün simgesi olmuştu. Ölen neydi? Korku! Hazreti İbrahim'le tanıştıktan sonra korku öldü ve insanların tenine hafifçe temas ederken, ibadet saatinin geldiğini hatırlatmaktan gayrı işlevi olmayan bir-teşbihimi bağışlayın-cep telefonu uyarı “bip” ine dönüştü.
İbrahim Halilullah, namaz saatlerinde dakikti, korkuya ömrü boyunca hiç gereksinim duymadı: ne korkuya, ne çalar saate, ne de başka uyarıcılara... Bu nedenle korku adlı tuhaf biblonun bize ondan miras kaldığını söyleyemeyiz, asla! Yalnız korkunun, kişiden kişiye değişen işlevleri hala zengin bir ürperme mönüsü oluşturmada. Evvelki yıl çok yoğun, ürpertici, yorucu, hatta tehlikeli bir Viyana yolculuğum olmuştu. Morgda görevli bir hekim-meslektaşım-, işinin geç saatlere dek sürdüğü günler, cenazelerle yan yana yatıp, horul- horul uyuduğunu söyledikten sonra lafına bir itiraf eklemişti:
-“Eşimin annesinde gece yatısına kaldığı zamanlar, yatağımdan hortlak çıkacakmış gibi gülünç bir korkuya kapılıp, ardı sıra koşarak kayınvalidelere gitmek zorunda kalıyorum.”
Şu hale nazaran, korkunun korkunç fentbazlığından Rabbimize sığınmalıyız. Korku, Allah Azimüşşan'ın dostu İbrahim peygamber tarafından öldürülmüş olsa da, kavi müminler dışında herkese oynayabileceği muhtelif oyunlara, hala, hükmediyor; insanoğlunu uyutup, korktuğu zehabına kaptırıyor! Fakat itiraf edelim ki, korktuğunu zannetmek, bizzat korku sahibinin de işine yaramıyor değil... Küçücük veletler hem kendilerini hem de ebeveynlerini kandırarak, geceleri, ana-babalarının şefkatli yataklarına kapağı atmıyorlar mı? Özellikle uzun kış gecelerinde bunun aç farelerin tasallutundan ve zemheri ayazından korunma avantajı da, şüphesiz, mevcut!
Şu günlerde, yazarı olmaktan onur duyduğum yüce gazetede korkusuz bir ekiple beraber çalıştığım için, yıllarca korkuyla alay ettiğimi anımsayıp, kıs kıs gülüyorum. Hakikaten ve de gerçekten, korku, Hazreti İbrahim'den sonra, alay edilmeye en çok müstahak ve açık bir obje haline geldi. Çoğumuz, korkunun bizi eğlendirmek için karşımıza dikildiğini fark etmeyip ondan korkuyoruz. İlk kez makine dondurmasıyla karşılaşan birinin, onu, süslü bir yılan kafası zannetme olasılığını kim yadsıyabilir ki? Kim, benden başka hiç kimsenin duymuş olamayacağı şu Erzurum türküsünü unutabilir:
Korku sen hiç korkmaz mısın, / Bazen tavandan sarkmaz mısın;
Pala Remzi'nin bıyıkları çok pala / Onu görsen ürkmez misin?
.
Mustafa Erdoğan Sürat - 19/11/2013 - 17:20 -
|