1 Erzurum Menkıbeleri -3 Abdurrezzak Türk 10 Ağustos 2011 Çarşamba Haşiizade Hacı Ali Efendi (Hacı Haşıl) O bir mürşitti. Sarhoş demeden, ayyaş demeden, keşiş demeden yakaladığı her insanı irşat edebilmiştir. Büyük bir takva sahibiydi. Devrinin en iyi dervişlerinden, en muttakilerin dendi. Şöyle derdi: Ben gülü deste bağlarım Desteyi dosta bağlarım. Ömrü boyunca hep gül bağlayıp dosta dağıtmıştır. Kendisi Kadiri şeyhidir. Bir defasında müritlerinin tekkeyi ihmal etmelerine hiddetlenir. Müritlerine siz gelmeseniz de ben olanlarla zikrimi yaparım der, dergâha girer tek başına zikre başlar. İçeri giren müritleri Haşıl Efendinin çevresindeki minderlerde o Allah deyip döndükçe, ona eşlik ettiklerini görürüler. Bir gün Şeyh Efendi cennet çeşmesi yokuşundan aşağıya inmektedir. Karşısına bir sıtmalı hasta çıkarak eline sarılır. “Sen bilirsin kurtar beni “ diye yalvarmaya başlar. O anda yanlarından bir keşiş geçmektedir. Hacı Haşıl “Peki senden çıksın, şu keşiş efendiye girsin” der. Bu defa şiddetli bir titremeyle keşiş efendi zıngırdamaya başlar. Yalvarma sırası onundur. Keşiş efendiye tatlı bir tebessüm savuran şeyh “Senden çıksın şu taşa girsin” der. Görenler anlatmaktadırlar ki, taştaki titreme sesi ile Keşiş efendinin Kelime i şahadet getiren sesi bir birine karışmıştır. Allahın rahmeti üzerine olsun. **** Davut Baba; Devrinin büyük şeyhlerinden kâmil ve arif bir zattır. Ziyaretli köyüne geldiğinde, çevre verimsiz ve susuz bir halde imiş, Rüyasında Tortumun, Peynirli köyünden-Ziyaretli köyüne suyolu kazdırılarak su getirip köy arazisini sulamanın mümkün olacağını görmüş. Köylüyü toplayarak işe girişilmiş. İş bittiğinde su akmamış. Tekrar rüyasında bu suyun akması için bir kurbanın kesilmesine bağlı olduğunu görmüş ve kurbanı kestirmiş. Su akmaya başlamış. Kurban kesilmediğinde akmıyor. Kurban kesildiğinde akıyor. Bu halden sonra Davut Baba bir çayır vakfetmiş, her sene devamlı olarak bu işlemin devamı için köylüye vasiyet etmiş. Bu vasiyet üzerine köylü suyun devamlı akmasını temin için her sene yaz mevsiminde toplanır kurban kesilir ve suyolu bakımı yapılır. Bu gelenek kesintisiz devam etmektedir. ***** Umudum Babanın müridi, Hasan baba, atlı olarak Bağdat'tan Umuduma misafir gelmiş, namaz kılmak istediğini köylüye söyleyerek camiye girmiş, Köy sakinleri misafiri ağırlamak için beklemeye durmuşlar, gecikmesi üzerine köylü camiye girdiğinde, misafirin ruhunu teslim etmiş olduğunu görmüşler. Köyün ileri gelenleri bir araya gelerek durumu değerlendirmiş, misafirin atının üzerindeki heybesini açtıklarında, heybe içerisinde özel hazırlanmış kefeni, kendi el yazması vasiyetnamesiyle karşılaşırlar. Umudum babanın müridi olduğunu Bağdat'tan buraya gelerek babanın yanında defin edilmesini istediği yazılı imiş. Köylü bu vasiyeti yerine getirmiş, şimdiki metfun olduğu yere defin etmişler. Umudum baba ile ilgili, geçmişten günümüze kadar anlatıla gelmiş olan, bu gün dahi mahalle sakinlerinin yaşlısından, çocuğuna kadar bilinen bir menkıbesi de: Erzurum da yedi yıl kış ve kıtlığın olduğu, kimselerin kalmadığı bir dönemde Sultan IV. Murat Han doğu seferine geldiğinde bu yöredeki ıssızlığı görür ve koskoca ovada sadece iki ince soba dumanının çıktığını öğrenir. Oralarda yaşayanların olduğu kanaatiyle yola koyulup yanlarına varır. Biri Karaz köyünde zengin bir keşiş, diğeri de acaba kim ola düşüncesiyle,” umudum bir Müslüman'ın olması” demiş. Vezirleri, Paşaları Padişaha orada âlim bir dervişin var olduğunu haber aldık, demişler. Duman çıkan yere vardıklarında piri fani bir dervişle karşılaşırlar. Misafir olurlar. Umudum baba misafirlerine buyur ettikten sonra, Allah ne vermişse yiyelim demiş. Padişahta “elbette baba demiş bu kış kıyamette taze salatalık ikram edecek değilsin ya” demiş. İçinden geçen duygu, bu kişi ermiş ise kış günü bize taze salatalık ikram eder... Bir süre sonra derviş yanlarına gelerek bostandan yeni koparılmış salatalıkları ikram eder. Padişah saygı ve muhabbetle davranarak, umudum yerini buldu, bundan sonra sizin adınız Umudum baba olsun demiş. O günden bu güne kadar yöre ve şahıs bu isimle anılmaktadır, diye anlatırlar. ***** Hacı İbrahim babanın müritlerine tembihi:” Her gün sadaka verin. Hep veren el olun. Her meşru yerde kendinizi iyi bir şekilde gösterin. Allah'ın vermiş olduğu nimetleri kul olarak onun için gösterin. Namazınızı aksatmayın. Dilinizden zikri düşürmeyin. Allah'ın emirlerinden kopmayın, yasaklarından kaçının. Devamlı çalışın ve kanaatkâr olun.” Hacı İbrahim baba kendisine bakmayan, pejmürde gezen müritlerini uyarırmış.” Bir müridi tekkeye geldiğinde her zaman en alt uç da oturup, boynu bükük bir vaziyet alırmış. Hacı baba diğer müritlerine bunu göstererek, bunu görüyor musunuz, bu Cennette de böyle boynunu bükerek ayakaltında oturacaktır.”demiş. Erzurum esnafından bir dostu Hacı İbrahim babaya vaktin kutbunu sorar. Dostuna verdiği cevap” Yarın ikindi ezanından sonra namazını kılıp defin edeceğiz. O zaman öğrenirsin” demiş. Ertesi gün Hacı İbrahim baba dünyasını değiştirmiştir. İkindi den sonra cenaze namazı kılınır...18 Şaban 1348. Şehir düzenlemesi adı altında o yöredeki mezarlıklar kaldırılırken Hacı İbrahim babanın da mezarı kaldırılmak istenmiş. Dozer mezara yaklaştığında bozulduğunu, operatörünün hastalandığını anlattılar. . Mustafa Çetin Baydar - 19/11/2013 - 17:20 - |
|
2 Erzurum efsaneleri geçmişin gizemini bu güne taşıyor ABDURRAHMAN GAZİ EFSANESİ Hem gazilik hem de Şehitlik rütbesine ermiştir. Palandöken'in Şığvaler tepesi denilen Sultan Sekisi yamaçlarında ruhunu teslim ederken Ona kavuşmaya çalışan kardeşi de Türbe Deresi'nde aynı anda şahadete erişir. Her iki kardeş Erzurum halkı tarafından ruhlarını teslim ettikleri yerde defnedilir. Ve o tarihten sonra da Abdurrahman Gazi'nin Kabri Erzurum için büyük bir ziyaret merkezi olur. Zamanın Valisi Yusuf Ziya Paşa buraya birde Camii yaptırmıştır. Erzurum'a gelip de Abdurrahman Gazi'yi ziyaret etmeyenler bir daha Erzurum'a gelecekleri rivayet edilir. ÇOBAN DEDE EFSANESİ MURAT PAŞA CAMİİ İşte bu gölün adı ile ilgili çok güzel efsaneler anlatılır. Onlardan biri şöyledir: Fakat araya delikanlının askerliği girer. Kız ile delikanlı murat alıp veremeden ayrı düşer. Kız baba evinde, delikanlı asker ocağında kavuşacakları günü beklemeye başlar. Bir gün köye delikanlının şehit olduğuna dair bir haber gelir. Gelinlik giymeyi bekleyen genç kız, bu haberle yıkılır. Ama elden ne gelir. Artık sevgilisi ölmüştür. Ağlamanın sızlamanın bir faydası yoktur. Kızın yeni taliplileri olur. Babası bunlardan birine kızını verir. Düğün dernek kurulur. Davullar vurulup zurnalar çalmaya başlar. Gelin alayı vakti gelince gelinin atını çeker ve yola çıkarlar. Alay yolda bir gölünü kıyısına gelince bir müddet dinlenmeye karar verilir. Atından inip gölün berrak sularına dalgın dalgın bakan genç kızın aklı hep eski sevgilisindedir. Onu düşünmektedir. Gölün pırıl pırıl sularına bakarken onu sanki suyun içindeymiş gibi görüverir. Hemen doğrulur. Suya doğru koşmaya başlar. Suların sakin güzelliğini boza boza ilerler ve düğün alayındakilerinin şaşkın bakışları altında gözden kaybolur. Kafiledekiler her an gelinin sudan çıkacağını ümitle beklemeye başlarlar. Gölde görülen herhangi bir değişiklik gelinin geldiğine yorulur ve bekleyenler ’gelin geldi' diye söylemeye başlar. Gölde meydana gelen dalgalanmalar ’gelin geldi', ’gelin geldi' diye söylenen sözlerle daha çok hareketlenir. Günümüzde de bu hareketlenme yani göldeki dalgalanmalar halen daha bu sözler üzerine devam etmektedir. Gölün adı da Gelin Geldi Gölü olarak anılmaktadır. KÜLHANCI BABA EFSANESİ TORTUM GÖLÜ EFSANESİ İstanbul İHA |
|
3 Erzurum Menkıbeleri Erzurum'daki debbağcılık Kırşehir'deki Ahi teşkilatıyla bağlantılıydı. Erzurum'da debbağlar şeyhinin esnaf üzerinde önemli nüfusu olduğunu, hilekârlık edenlerin dükkânlarını kapattırdığını, çürük ve taklit eşya yapanların ise mallarını dükkânlarının kapısına çivileterek teşhir ettirdiğinden bahis edilmektedir... Ayrıca her yıl Kırşehir'de Ahi Evren'in türbesindeki kuyudan bir testi su getirerek Mehdi Abbas mescidi (Mehdi Efendi camii veya Sığırcık camii) üzerindeki minareye asıldığı ve bu suya gelen sığırcık kuşları sayesinde çekirge afetinden korunduğu rivayet edilmektedir. “ Ahi Evren Halifelerinin her yıl Erzurum'a gelişlerinde, debbağlar tekkesinde büyük bir merasim başlardı. Bütün esnaf şeyhleri istikbale koşar eller öpülür, dualar edilir tekkede saklı olan tarikat bayrağı çıkarılarak tekkenin kapısına asılırdı. Bu ziyaret ve merasim bittikten sonra bütün şeyhler esnafları ile birlikte, kadı, müftü, cami imamları, şehrin ileri gelenleri çağrılır hep birlikte Abdurrahman Gazi'ye, gönül sultanına gidilerek sultanın sekisinde kazanlar kurulur, kuzular kesilir pilavlar pişer, simatlar çekilirdi. Yemekten sonra ustalığa çıkmış sanatkâr kaç tane ise bunlar halifenin önünde diz çöker. Diğer esnaf ve misafirler ise halka şeklinde dizilirlerdi. Debbağlar şeyhi halifeye tarikata yeni giren ustaları takdim eder halife üç defa dua ile birlikte şed peştamalları bellerine bağlar, açar son duada bağlar. Peştamal kuşatarak enselerine birer sille vurur ve bunlar halifeden başlayarak bütün büyüklerin ellerini öptükten sonra usta adayının sorumlu ustası onun bilgi, başarı, beceri ve kabiliyetlerini anlatır. Aday en son ustasını elini öper, devlete millete bağlılık sözü verir ustalık iznini alır tören tamamlanır.” Böylece ahi prensiplerince kabul edilenler esnaf teşkilatına katılmış olurlar. Bu izni alan dükkân açma yetki sinide almış olur... ***** .”İlk Türk Kadın Şairimiz” Rabia ananın Selçuklu Sultanlarından Rüknettin Şah'ın karısı veya kızı olduğu tahmin edilmektedir. Rüknettin Şah, Alaettin Keykubat'ın yeğenidir. Alaettin Keykubat'ın hanımı Hundi Hatun'un Rabia Hatunla ilmi, tasavvufi müşaverelerde bulunduğu ve Hatuniye Medresesi mürşitlerinin feyizli tartışmalarını takip ettiği ve kırk yaşlarından sonra bunların etkisiyle şiir yazmağa başladığı söylenir.” Üç kıtalık bir şiiri bilinir ve söylenir. ÂŞIK VE MAŞ'UK Bir kâsedir alev dolu gönlüm yana yana, Men ta senin yanındayken hasretim sana Yaşlar dökende söndüremez ateşimi su, Sunsan elinle kanımı içsem kana kana, Olsaydı sen sema, olsaydı sen hava, Alsamdı seni dem dem, nefes nefes, Olsaydı sen, zaman, olsaydı men mekân, Eflaki dolduran bir aşk olurdu bes, Payın sadası gelse desen hiç gelmesen, Men beklesem dek vuslat istememem, Bulsam izinle semtini, ol semte ermesem, Akşam zamanı hasretin encamı gelmeden Bu mısralar Rabia hatunun mütefekkir ve mutasavvıf bir kişiliğe sahip olduğunu ifade ediyor. **** “ Sultan Aleddin diye meşhur Keyhüsrev oğlu Keykubatın kızı Hand Hatun medresesi” Çifte minareli medrese ve ya Hatuniye medresesi Anadolu'nun en büyük açık avlulu medresesidir. On üçüncü asırda yaptırılmıştır. Yapımı sırasında sıra minarelere geldiğinde, kapı girişte soldaki minarede ustası, sağ taraftaki minarede ise çırak çalışa dururmuş. Yapım şerefelere kadar gelmiştir. Bunları seyreden işin erbabı çırağın işçiliğinin daha temiz ve düzgün olduğunu görüp hakkı sahibine teslim ettiklerinde, çırağın hoşuna gider. Bir gururla “Desene ya şegirt (çırak) idim oldum usta” Dönüp ustasına “Şu testi ile aşağıdan su getirirmisin” der. Ustası çırağının yaptığı nakışlara ve hayat ağcına bakar gayet düzgün. Kendi nakışları biraz kaba ve hayat ağacını daha tamamlamamıştır. Bu hali yaşayıp üzülen ustası “Öyle ya öyle, usta idim oldum şegirt, al testiyi suya segirt (koş)” der, çırağın bu densizliğine dayanamayıp kendini minareden aşağı attığı söylenir... MÜJDELİ HABER Erzurum'un Kandilleri adlı yazı dizimizde Pir Ali Baba ile ilgili yazımızda ki talebimizde, “Pir Ali Babanın kabri şeriflerinin bulunduğu, Erzurum'a hâkim olan o güzelim tepe Tarihi dokuya uygun bir şekilde imar edilmelidir. Toplumun ziyaretine açık hale getirilmeli. Yılda bir defaya mahsus gerçekleştirilen bin bir hatim duası orada yapılmalı. Yapılan bu merasim Türkiye geneline duyurulup birlikte idrak edilmelidir. Bu hususta başta Erzurum halkı, Vali, Büyükşehir belediye başkanı, Üniversite Rektörümüz ve esnaf kuruluş örgütlerinin kulakları çınlasın. Böyle güzelim bir müjdeyi bekler dururuz.” Demiştik. 15.08.2011 tarihinde Büyükşehir Belediye Başkanımız Sayın Ahmet Küçükler Beyefendi şahsımı arayarak, Pir Ali Baba ile ilgili çalışmaları başlattığını 5 km. Asfalt yolun yapıldığını daha sonra Abdurrahman Gazi gibi çevre düzenlemelerinin yapılacağını, bizim taleplerimizin gerçekleşeceği müjdesini verdi. Sayın Başkanım, kıymetli talebem Av. Hafız Ahmet Küçükler Beyefendi Böylesi güzelim icraatlarınızdan dolayı Tarih sizi yazacaktır. Unutulmayacak, bırakmış olduğunuz güzelim eserlerle daima anılacaksınız. Sizleri kutluyorum. Hürmetlerimi arz eder, gözlerinizden öperim. Yüce Mevla'm Başarılarınızı daim kılsın. . Mustafa Çetin Baydar - 19/11/2013 - 17:20 - |
|
4 Erzurum Menkıbeleri-8 Abdurrezzak Türk 18 Ağustos 2011 Perşembe AŞKALE-GÜLLÜDERE köyünde yatmakta olan Kadiri şeyhi Maran Babanın asıl adı İbrahim dir. İbrahim (Maran) Baba inşaat, ahşap işleri ve çiftçilikte mahir bir insan olduğu anlatılıyor. Hiç kimseden bir şey kabul etmeden aile efradını kendi el emeği alın teriyle geçindirmiş. Hayatı boyunca yöre insanının manen aydınlanması için sohbet ve irşat faaliyetlerini sürdürmüş arif ve kâmil bir zattır. Doksan yaşını aşmış durumda fani âlemden ebedi âleme göçtüğünde kendi isteği üzerine entarisi, takke ve sarığı ile birlikte kabre gömülüyor. Büyük harpte Pırtına kadar gelen Rus ordusu, komutanı köyde Maran Babanın kabrinin tahrip edilmesi emrini verir. Tahrip etmeye giden asker mezara yaklaştığında hiçbir şey göremez. Komutanına burada mezar yok der. Komutan uzaktan mezarın var olduğunu görür, kendisi hiddetle yaklaşır ama oda olmadığını görür. Uzaktan var yakından yok olduğuna şahit olan Komutan burada yatan zat kendisine sahip olmaktadır der. Askerlere mezar ve bu zata ait hiçbir şeye dokunmayın ve muhafaza altına alın emrini verir. Çevre köylerdeki ahaliden çocukları askere gidecek olanlar Maran Babanın kabrini ziyaret ederek mezarından bir miktar toprak alıp çocuklarının giysilerinin omuz kısmına dikerek, korunacaklarına inanmaktadırlar. Bu gelenek hala devam etmektedir. Mezardan boş alan yerleri aile mensupları Maran Babanın çayırından getirdikleri toprakla boş alan yerleri her yıl dolduruyorlar. **** VEYİS EFENDİ son dönemlerini camisinin yanındaki evinde geçirmiş. Evinden cami avlusuna bir kapı açtırmış, sabah namazları devamlı olarak cemaate caminin kapısını kendisi açarmış. Caminin her şeyi ile bizzat kendisi ilgilenirmiş. Yanında çalışanlarına çok önem verir, hassas davranırmış. Şöyle ki kendi evine alınan gıdaların aynısını ve yeteri kadarını çalışanların evlerine de gönderirmiş. Kendisi, hanımı ve çocuklarına aldığı giysilerin aynı kalitesini de yanında çalışanlara alırmış ki sonra bizim evde pişene, hanımıma ve çocuklarıma bakıp da heveslenirlerse haklarına girmiş olurum. Rabbim benden hesabını sorar... Veyis Efendinin yanında çalışanlarının kendisine duası da başka bir güzellik. Şahit olanların nakline göre; Çalışanın camide namaz sonrası duasında Yarabbi ben senden ahiretimin mamur olmasını istiyorum. Dünyalığımız efendimizle aynı, ona hayırlı ömürler ver. Onu iki cihanda aziz eyle. O vesile olmuş, bizi senin izninle ihya ediyor. Veyis Efendi piri fanidir. Bir sabah namazından sonra sırra kadem basar, kayıp olur. Daha gözükmez. Bir başka rivayette hacca gider orada Rahmeti Rahmana kavuşur ve orda defin edilir... **** İSMAİL SIRRI EFENDİ; Erzurum'da “Zincirli Hafız, kayın biraderi” denmekle yâd olunan cezbe ehli arifi billâh bir zat olan Kadiri şeyhi Hüseyin Ruhi Efendinin halifesidir. . MÜRİTLERİNİN bir anlatımında ” Bir subay dergâhı fazla rahatsız eder olmuş, Şeyh efendiye haber gönderir ki, onun dergâhını yıkıp yerine arpa ektireceğim demiş. Bunu duyan şeyh efendi yanındaki şamdanı tutarak hiddetle sallamış bende onun gözlerini patlatacağım ifadesini kullanmış. Bir süre sonra subayın elinden bir kişi tutmuş halde tekkeye girerler. Subayın gözleri görmez, sıkıntı içerisindedir. Şeyh efendiden medet diler. Şeyh elini görmeyen gözlere sürerek “Ya Abdulkadiri Geylani” diye nidada bulunur. Görmeyen gözler, görmeye başlar. Şeyhin elleri öpülür, helallik alınır. Şeyh efendi; herkes kendi işiyle uğraşırsa makbulü o dur. Allah hepimizi iyi etsin” der misafiri yolcu eder... Öyle ya, Allahın evliyası ile uğraşmak doğru değildir. ***** HACI MEHMET EFENDİ: Sultaniye medresesinde tahsilini tamamlayarak Ali Paşa medresesine müderris olmuştur. Zahit, muttaki bir zat idi. Devlet hazinesinden hiçbir şey kabul etmez, zenginlerden zekât dahi almazdı. Kendi tarlalarını eker biçer, hâsılatıyla çoluk, çocuğunu geçindirirdi.(Hacı Ahmet Efendinin) Kendi anlatımı ki Hicazda bulunduğu zaman, bir gece Haremi Şerifte düşünce halinde iken birkaç zatın oturup, büyüklerden birinin ölümü üzerine yerine kimin tayin olunacağını müzakere ettiklerini duyar. Konuşma sonunda Şam Müftüsü Şeyh Mustafa Efendinin manevi yönetici büyükler arasına dâhil olduğunu işitince, bu zatı şeriflerin sohbetlerine katılmak istese de manevi bir hal yanlarına gitmeye engel olur. Az sonra kalkar giderler. Gönlünce düşünür ki bunlar Hazreti Kutuplar idi. Gizli manevi bir hal beni yanlarına bırakmadı. Fakat İnşallah dönüşte Şam Müftüsünü bulur, ondan feyiz alırım. Hac farizasını tamamlar, kafile ile Şam'a dönerler. Hoca efendi Müftü hazretlerinin yüce hanelerine ziyarete giderse de, bir müddet evvel Müftü efendinin cinnet getirdiğini söylerler. Ve bu haber Mekke'de cereyan eden müzakerenin bir manevi neticesi olduğuna kail olarak, çarşıda Müftü efendiyi arar, bularak kendilerine himmetlerini rica ve ricaları üzerine, ömrünün sonuna kadar Erzurum'da her gün ümmeti Muhammed'e vaaz etmelerini emir buyururlar. Memlekete vardıktan sonra emre uyarak Ali Paşa camiinde her gün vaazı nasihate devam ile bu görevi ölümüne kadar devam ettirmiştir. . Mustafa Çetin Baydar - 19/11/2013 - 17:20 - |
|
5 Erzurum Menkıbeleri-7 Abdurrezzak Türk 17 Ağustos 2011 Çarşamba Papuççu kadı, Ulu caminin batı ucunda yatmaktadır. Erzurum'a kadı olarak tayinle gelir. Bakımsız bir hali varmış, karşılama merasiminde gerekli protokol tam uygulanmamış. Halk pek itibar etmezmiş, gösterilen ilginin az olduğu söylenir. Ziyaretine gelen ahali dalga geçme babında sorular sorar, sorulan her soruya cevap verirmiş. Halkın bir ziyaretinde, kadı efendiye; Karasu nehrinin çekilmesinden sonra ovadaki sazlıkları kurbağalar istila etti, kurbağa sesleri gece ve gündüz bizleri rahatsız ediyor. Geceleri uyuyamıyoruz. Bize bir çare bulun derler. Kadı pabucunu ayağından çıkarıp uzatarak bunu götürüp o mevkie atın. Sizi kadıya şikâyet ettik. O pabucunu gönderdi çevreyi rahatsız etmesinler diye emir etti deyiniz. Kadının talimatı yerine getirilir. Yöredeki kurbağa sesleri kesilir. Buna şahit olan çevre halkı kadı efendinin keramet ehli olduğuna şahit olur, hürmet eder, itibar gösterirler. ***** Zamanın hükümdarı bir gün Zünnün Hz. hakkındaki ithamların aslını öğrenmek için huzuruna çağırttı. Hükümdarın yanına götürülürken yolda bir ihtiyarla karşılaştı. İhtiyar, Zinnun-i Mısri Hz. bakarak; “Şimdi seni hükümdarın karşısına çıkartacaklar. Sakın ondan korkma, onu üstün görme, asıl korkulacak Allah ü tealadır. Kendini haklı göstermeye çalışma. Yapılan ithamlar dışında isen, sana haksızlık yapılmış ise Allaha sığın, seni kurtarır.” dedi. Hükümdarın karşısına çıkarılınca, hükümdar; “Senin için zındıktır, doğru yoldan ayrıldı, kâfirdir, diyorlar. Bu ithamlara karşı ne dersin?” diye sordu. Zinnüi Mısri Hz. ;”Ne söyleyeyim. Hayır değilim desem, bana bu isnadı yapmış olan Müslümanları itham etmiş, onların yalancı olduklarını söylemiş olurum. Evet, öyledir desem, yalan söylemiş olurum. Bu bakımdan siz reyinize müracaat ediniz ve hükmünüzü buna göre veriniz. Ben nefsimden yana olup, onu müdafaa edecek değilim.” dedi. Bunun üzerine hükümdar biraz düşünüp; “Bu kimse yapılan iftiradan uzaktır.” diyerek onu serbest bıraktı. *** Osman Bedrettin Efendi buyurdu ki: Temizliğe çok dikkat eder. Irk, mezhep, düşünce, zengin ve fakir ayrımı yapmadan tüm davetlere katılır, kendisine verilen hediyenin daha güzeliyle karşılık verirdi. Osman Bedrettin'e göre tasavvuf: İçi derunu kötü ahlaktan temizlemek, iyi ahlak ile muttasıl olmaktır. Yahut zahiri ve batini ilimleri hıfzetmektir. Kal ilmi değil hal ilmidir. Dolayısıyla ilmi, insanı kâmil bir ağzından alınız, hükmünce tasavvuf bir konuşan kitaptan kendi vücut kitabını okumakla ancak öğrenilir ve bilinir. Tasavvufun mevzuu gafletten sakınarak her an huzur-u ilahide olduğumuzun idrakini iktisap ve istihsal etmektir. Bu yolla kişiyi nefsin kötü huylarından arındırıp, Mevla'ya layık bir kul haline getirmektir. İnsanda Allah'tan bir şey vardır ve Allah o tecellisiyle insanda bulunuyor. İşte insanın büyüklüğüne bu şeref-i azim kâfidir. Zamanımızda şeyhlerin sohbeti pek büyük, pek tesirlidir. Bir dem sohbet, yüz sene yapılan nafile ibadetten daha hayırlıdır. Allah adamları ile bir an sohbet etmek, yüz sene müddetle yapılan kuru bir riyazetten daha iyidir. Allah ve Peygambere vuslata, mürşit sadece bir vesiledir. Allah kimseye bu zengindir, bu fakirdir, bu gençtir diye bakmaz. Nerede bir kalbi selim bulursa, onun sahibine edeceği ikram ve ihsanı nasip eder. Bu Allahın adaletinin sonucudur. |
|
6 Erzurum Menkıbeleri -6 Abdurrezzak Türk 15 Ağustos 2011 Pazartesi Kümbet köyündeki, Ahmet dede ile ilgili anlatılan bir rivayete göre: Bu köyde bir ağanın yanında çalışıyormuş namaz vakitleri geldiğinde namaz kılmamak için köyün kuzey tarafında bulunan dereye gidermiş bundan dolayı köy sakinleri kendisine Beynamaz Ahmet demişler. Ağası hacca gitmiş hacda olduğu günlerin birinde ağanın hanımı evde helva pişirmiş bu helvadan bir tabak doldurup Ahmet'e vermiş. Ahmet helvayı yedikten sonra ağanın hanımına dönerek bir tabak helvada versen ağama götürsem demiş. Ağanın hanımı helva Ahmet'in hoşuna gitti herhalde doymadı kanaatiyle bir tabak daha doldurup Ahmet'e vermiş. Helvayı alan Ahmet tekrar derenin yolunu tutup gitmiş. Ağası Mekke de hac vazifesini ifa ederken yanına varıp tabağın helvasını ağaya verip kaybolmuş. Ağa Ahmet'i görememiş ama tabağın kendilerinin, uzatan elinde Ahmet'in eli olduğunu tanımış. Ağa burada vuku bulan hali idrak etmiş. Ağanın hacdan döndüğünü ve köye yaklaştığını haber alan köylüler ağayı karşılamak için köy yoluna çıkıp beklemeye başlamışlar. Ağa yanlarına vardığında elini öpmek isteyen köylülerine elini vermeyerek “eli öpülecek adam Ahmet gidin Ahmet'in elini öpüp onun duasını alın” demiş. Yaşadığı durumu onlara anlatmış. Köylü köye döndüğünde Ahmet'in ruhunu teslim ettiğini öğrenmiş. Ağa Ahmet'e hürmeten defin inden sonra mezarının üstüne bu kümbeti yaptırmış. Diye anlatırlar ***** Pir Ali Baba, Yavuz Sultan Selim ve Kanuni Sultan Süleyman döneminde, hayat sürmüş. Yavuz, Çaldıran seferine giderken Erzurum beyi, Sevindik bey Osmanlılara tabi olduğunu bildirmiş. Yavuz Sultan Selim İstanbul'a döndükten Sonradan Safeviler tarafına geçtiğini beyan etmiş.(1514) Bu tutum karşısında Pir Ali Baba ve Erzurum uleması bir araya gelip bu ikili tutuma itiraz ederek buralar şia değil ehlisünnet beldesidir. Diyerek, okunan ezanların peşine salâtı selam getirilmesine karar veriyorlar. O günden günümüze kadar okunan beş vakit ezanı şerifin peşine salâtı selam getirme geleneği devam ede gelmektedir. Rivayeti mevcut. Başka bir değerlendirmede, Eyyubiler döneminde kilise çanlarının uzun süre çalınmasına karşılık ezanların peşine salâtı selam yöneticiler ve ulema tarafından eklenmiştir. Daha önemlisi 19 y.y başlarında Alman Fiziki Coğrafyacısı Humboldt, coğrafyanın araştırma yöntemleri ve araştırma ilkelerini ortaya koyuyor.(İlke, inceleme, metot, felsefe), Yerleşim yerlerin konumu daha kesin belirlenmiş oluyor. Erzurum 41. boylamda, Medine ve Mekke 40. boylamlardadır. Her meridyen arası dört dakika olduğuna göre, Erzurum'da başlayan ezan beşine salâtı selamların okunması, bu dört dakikalık zamanı kapattığı bundan dolayı bu üç şehirde öğlen namazının aynı vakitte kılınmasıdır. . Mustafa Çetin Baydar - 19/11/2013 - 17:20 - |
|
7 Erzurum Menkibeleri -IV Abdurrezzak Türk 11 Ağustos 2011 Perşembe Külhani Ahmet Babanın (Dedenin) bir gecede iki yüz rekât namaz kıldığı, kazandığı günlük yevmiyesinin kendi ihtiyacı kadarını harcayıp diğer kalanı Şeyhler medresesindeki talebelere ve mahallede ihtiyaç sahiplerine dağıttığı hiç yanında para tutmadığı söylenir. Böyle zatların kabirleri kolayca kayıp olmuyor. Kıyamet gününe kadar fatihaları kesilmiyor. Bu dünya malına tapanlar, helal haram demeden hepsi benim olsun diyen gözü doymaz insaftan merhametten yoksun cimriler, öldüklerinde kazançlarını kimlere bıraktı gittiler. Dünya malı, kazancı olarak ahir ete nasıl bir sermaye götürdüler. Allah indinde hesapları nasıl olur acaba. “ Cennet Cömertlerindir.” H.şerif. Bir rivayete göre, devrin Erzurum vali-paşası Şeyhler camii külliyesini ziyarete gelir. Haz urunun içerisinde Külhani Ahmet Dede de vardır. Külhani valiye yaklaşarak, şöyle seslenir. Ey kutlu, mutlu Vali-Paşam Seni gül hana, gül han eyledi Beni kül hana, kül han eyledi Bu halin esrarı nedendir? Vali-Paşa cevap olarak: Nefsini bilen, Rabbini bilir Sen seni bil oku, ben beni Diğeri Takdiri Mevla'dır Sorun esrarı ondadır. ***** Habib Baba, Erzurum'un en yaşlı ve şöhretli Kadiri şeyhidir. Ticaretle uğraşmış, çok zenginmiş. Şeyhinden almış olduğu ruhani bir işaretle olanca varını fakirlere dağıtmış. Tasavvufta “Tezlil-i nefs” denilen mertebeye erişmek, yani kibri gururu helak etme yolu ile nefsi terbiye için, her Perşembe akşamı çarşıya çıkar, Selman eder (Mangır toplar) mış. Tacını kaşının üstüne çeker, gözlerini örter, kimseye bir şey söylemeden tam bir tevekkül ve tezellül içinde boyun keserek “keşkül tutar”mış. Dergâha dönünceye kadar keşkülde biriken nezir ve zuhurat (para ve hediyeler) neden ibaret ise, onları olduğu gibi yoksul gariplere devreder; mühim bir kısmını da gece karanlığında, zengin dervişlerinden Hafız Dedenin eliyle mahallenin yetim çocuklarına, bakımsız dullarına gönderirmiş. Habib Baba çok güler, az konuşur, hırsı çıktığı zaman müjganlı tacını gözlerinin üzerine kadar indirir, asasına dayanır ve ekseriya dolaşırken: Yalan dava ile maşuk sevilmez Âşık ın gözünden kan geldi derler. Sözünü yanık, yanık, tekrar edermiş. Habib Babanın vefatında Müftü Efendi cesedini teneşirde yıkarken iki gözünden de kan gelmiş olduğunu görür, heyecanlanır ve hüzünlenir. Bu Hak aşığını, Allah gani, gani rahmet etsin. . Mustafa Çetin Baydar - 19/11/2013 - 17:20 - |
|
8 Erzurum Menkıbeleri-2 Abdurrezzak Türk 08 Ağustos 2011 Pazartesi SÖYLEMEZ BABA ile ilgili anlatılan bir menkıbe de: Söylemez beldesi eskiden ticaret kervanlarının geçtiği ve dinlenme noktalarından biri imiş. Zamanın birinde develerle yük götüren bir kervan gelip konaklamış, Söylemez Baba yanlarına gidip ne taşıdıklarını sorduğunda, kervancı başı şeker tozu yüklü olan kervanın tuz yüklü olduğunu söylemiş. Söylemez Babanın cevabı ”Biz insanımızın dediğine inanırız tuz diyorsanız tuzdur.”demiş. Kervan oradan kalkıp yükünü menziline götürdüğünde, teslimiyette yükün şeker tozu değil tuz olduğu görülmüş. Teslim alınmamış. Kervancı başı hatasını anlayarak yükünü develere yükleyerek geri dönmüş, Söylemeze geldiğinde Babaya varıp bu yükün tuz değil şeker tozu olduğunu söylemiş. Söylemez Babanın cevabı “ Bizim kardeşlerimiz doğru söyler. Bizde inanırız. Şeker tozu diyorsanız, dediğinizdendir.” Demiş. Kervancı yükünü tekrar yüklemiş menziline varıp ve teslimiyetini yerine getirmiş. Diye anlatılır. “Biz insanımızın dediğine inanırız.- Bizim kardeşlerimiz doğru söyler bizde inanırız.” Mübarek bir hal, büyük bir uyarı, adaba davet, evet insan olan doğru söyler. Hakkı söyler. Öyle davranır. İnsan gibi görünenler de var... ***** MAKSUT EFENDİ, Yetim hocanın yanında yetişmiş ve ondan icazetini almıştır. Halkın dilinde, büyük âlim ve Allahın veli bir kulu... Hanedan, kapısı herkese açık, misafiri ve misafire bizzat hizmet etmeği seven, misafiri olmadığında üzülen bir zatı muhteremmiş. Maksut Efendinin evine bir gece hırsız girer. Mutfaktaki bakır kab ve tencere sesinden, hanımı rahatsız olur. Evde hırsız var diye hoca efendiyi uyarır. Hoca Efendi bir şey yok, hanım yat der. Hanım efendinin ısrarı üzerine kalkıp mutfağa gider. Birde ne görsün! Hırsız bütün kabı kaşığı bir çuvala doldurmaktadır. Hırsıza “bırak onları da buradan çekil git” der. Hırsız topladıklarını olduğu gibi bırakıp kaçar. Dışarıda mahalle bekçileri dolaşmaktadır. Hırsızın peşine düşüp yakalarlar. Adam bu tür suçtan dolayı aranan kişidir. Tutuklanıp hapishaneye atılır. Bekçiler gelip Maksut Efendiye durumu anlatırlar. Hoca Efendi olaydan üzüntü duyar. Ertesi gün hırsızın ev adresini öğrenir. Hırsız hapisten çıkıncaya kadar, evinin ve hapishanede hırsızın yeme, içme giyim dâhil bütün ihtiyaçlarını karşılar. Vakit gelir hırsız tahliye olacaktır. Hapishane müdürüne yalvarır “ne olur beni çıkarmayın” Maksut Efendi hepimize bakıyor. Çıktığımda yine sıkıntılar yaşayacağım... Halk arasında, sıkıntısı olanların ağzındaki laf, bu sıkıntıdan kurtulmak için gidip Maksut Efendinin hırsızı olalım... “Cennet cömertlerindir.” Allah rahmet eylesin. ***** MÜDERRİS AHMET EFENDİ Tortumun Pehlivanlı beldesindendir. Şöhreti gizlide kalmış büyük âlimdir. Şeyhülislam Musa Kazım Efendiye de hocalık yapmıştır. Tortum ve çevre kazalar onun ilmi ışığıyla aydınlanmıştır. Bu husus beyitlerle de dile getirilmiştir. Tortum deresi Bir ilim deryası Ana kaynak neresi Pehlivanlı beldesi. Müderris Ahmet Efendi son icazetin İstanbul'dan almıştır. Erzurum'a dönmeye karar verir. Gelirken Konya da mola verir. Bir haneye misafir olur. Konuk olduğu evde sabah namazına kalkıldığında, imametliği Ahmet Efendi yapar. Daha sonraları ev reisi ile kahve altı yaparken, evin kızı veya gelini aşağıda ineği sağmaktadır. İnek rahat durmaz. Sağan kişi ya hayvan dur, o hoca efendinin okuduğu Kuranın canına düştüğü gibi sende benim canıma düşme der. Bu laf Ahmet Efendinin dikkatini çeker. O hanımın görüşlerini ister. Sözün esrarını sorar. Konuşulur. Oradakilerle birlikte kalkıp akmakta olan bir çeşme başına giderler. Hanım efendi hocadan bir aşır okumasını ister. Ahmet Efendi okur. Sıra hanım Efendiye geldiğinde, aşıra başlayıp bitirene kadar, çeşmeden suyun akmadığı görülür. Hanım ana, Ahmet Efendiye dönüp “O Allah kelamı okuna da akan su durmaya” der. Ondan sonra Ahmet Efendi eğitim için bir süre Konya'da müderris Mehmet Efendinin yanında kalarak ondan okumuş, icazet almış ve bir sürede müderrislik yapmıştır. Kara molla Konya'dan ilimle dolu olarak Tortum'a döner ve o yöreyi yetiştirdiği talebelerle aydınlatır. Müderris Ahmet Efendi için “Bacası tüter ama hocanın damına (evine) bir yük odun girmemiş, kimseden bir kilo yağ almamıştır.” Hep veren el olmuştur.”derler. Allah gani, gani rahmet eylesin. ***** PEHLİVANLI BELDESİNDE metfun, Şeyh Mehmet Necati Efendi, Müderris Ahmet Efendiyle aynı dönemde hayat sürmüşlerdir. Çevreyi biri ilim, diğeri de manen irşat etmiştir. Şeyh Efendi büyük harpte köyü terk etmemiştir. Köyün kalan kadın, ihtiyar ve çocuklarına sahiplik yapmıştır. Rus ordusu Pehlivanlıya girdiğinde her tarafı didik, didik arar. Şeyh efendi kadınları bir dama doldurmuş, kapısın da kilitlemiştir. Komutanın bakmadığı yer olarak burası kalmıştır. Kapıya yaklaşır, kilidi sökmek ister. Şeyh Efendi dokunmamasını ister. Dinlemez elini kapıya attığında kolu felç olur. Nedamet duyar, af ister. Hiç kimseye dokunmamak kaydıyla Pehlivanlı'dan uzaklaşırlar... |
|
9 Menkıbeleri -1 Emir şeyhle ilgili bir rivayette: Emir Şeyh Bağdat'ta geziyormuş, Karşısına bir pir-i fani çıkar. “Sen buralarda ne geziyorsun?” diye sorar. Oda ’'Ben seyyahım” cevabını verir. Piri-i fani: “Seyyahtan kastın nedir?” diye tekrarlar. “Ben yetmiş bin evliyayı arıyorum.” “Sen git Erzurum eline yetmiş bin evliyayı bulursun...” “Emir Şeyh gelir, Palandöken dağlarının tepesinde müritleriyle birlikte çadır kurar. Murakabeye çekilir. Kalp gözü açılır bakar ki yetmiş bin evliya Erzurum ilinde yatmakta. Bunun üzerine Erzurum'da kalmaya karar verir. Tebrizkapı semtine yerleşir. Erzurum toprağı geçmişten yakın tarihe kadar şüheda kanıyla yoğrulmuş, üzerinde binlerce âlim, ulema, şeyh, meşayih yetiştirmiş şehri mübarektir. ****** Abdurrahman Gazi ile ilgili anlatılan bir rivayette: İslam orduları Erzurum'u fethettikten sonra, vakit namazlarında komutanın arkasında saf bağlar, bir defasında komutan kıraatte hata yapar. Namazdan sonra Abdurrahman Gazi itiraz eder.”Okuduğunuz yerde kıraat hatası var.” Diye. Kumandan doğru okuduğunu beyan eder. İhtilaf büyür ve çözemezler. Meseleyi Medine deki Halifeye (Hz. Osman) yazarlar. Gönderdikleri haberci belli bir süre sonra gelir. Abdurrahman Gazinin itirazı haklı çıkmıştır... Abdurrahman Gazi iki elini semaya doğru kaldırarak “Ya Rabbi bu gün olduğu gibi, bundan sonrada kıyamete dek bu şehre tüm haksızlıkları ve hataları düzeltecek isyan ahlakını nasip eyle.” O dua orada kabul buyrulmuş olmalı ki Erzurumlular tarih boyunca hep doğrudan yana olmuş, haksızlığa karşı baş kaldırmışlardır. Bu olaydan sonra Kuranı Kerimin yazılmasına karar verilir ve denir ki Erzurum Kuranı Kerimin yazıya dökülmesine sebep olan kutlu beldedir. ****** Namık zadelerin Rasim (Erverdi) Efendi, Kurşunlu medreselerinde Hacı Süleyman Efendiden okumuş, hocalık icazetini almıştır. Her ne hikmetse diyanetten görev almamış. Merhum öyle sessiz, öyle mütevazı bir hayat sürmüş ve o derece kendisini gösteriş ve zevahirden gizlemiş aynı zamanda Fukara perver muhterem bir zat. Devlet düşkünü, alil hasta fukaraları büyük bir titizlikle arayıp beslemek, onlara elinden geldiği kadar yardımda bulunmaktı. Öldüğünde cenazesini birçok kimseler nöbetle sabaha kadar beklemişler. Tabutu o zamana kadar nadir görülen bir kalabalığın elleri üzerinde mezarlığa kadar götürülmüş. Hatta halk “Bu cenaze dünyanın öbür ucuna dahi gidecek olsa yine ellerimizin üstünden indirmeyiz” diye bağırmışlar. Böylece bütün hayatı boyunca halkın, Allahtan başka sahibi olmayan fukaranın arasından ayrılmayan Rasim Efendinin cesedi isteği üzerine onlarla birlikte toprağa karışmıştır. Bilhassa onun sakat hayvanları beslemekte gösterdiği titizliği şayanı hayret derecesindedir. Bir ara topal bir köpeği penceresinin önünde uzun müddet beslediği gibi, yine epey bir zaman kör bir kediye adeta bir evlat şefkati gösterircesine baktığı da vakidir. Hatta bu kedi bir ara kayıp olmuşsa da, kedinin yegâne tanıdığı Rasim Efendinin şefkat ve merhamet bastonunun sesinden sahibini bulabilmesi de şayanı dikkattir. Merhum bir gün Ayaz Paşa camiinin avlusunda abdest almağa giderken, cami çeşmesinin ilerisinde iki kişinin bir şahsın dedikodusunu yaptıklarının farkına varır. Abdest aldıktan sonra yanlarına gider ve onlara şu ibret verici fıkrayı anlatır. “Ağa Leyla öldükten sonra Mecnun onun köpeğini öper, okşar severmiş. Bir gün arkadaşları Mecnuna köpeğin pis bir hayvan olduğunu bunu sevmenin hoş bir şey olmadığını söylerler. Mecnunda onlara “Ama bu Leyla'nın köpeği” diye cevap verir. Rasim Efendide bu şahıslara: Sizin demin dedikodu ettiğiniz adam ise Allahın kulu, der. “Kendi ruhunda başkalarının ruhunu taşıyan insan büyük adamdır” Hak yolunda gidip, hakka kavuşanlara bizde Allahtan Rahmet dileriz. DEVAM EDECEK |
|
10 Erzurum Menkıbeleri -V Solak zade Sadık Efendi memleketimizin kuruluş temeli olan Erzurum kongresini yapan Vilayet-i Şarkiye Müdafaa-i Hukuku Milliye Cemiyeti Erzurum şubesi kurucularından olmuş ve kongre faaliyetlerine katılmıştır. 47 yıl resmi görevde bulunmuş (Osmanlı-Cumhuriyet-çok partili dönem) siyasetten uzak durmuş, milletvekilliği tekliflerini kabul etmemiştir. “Önemli olan hükümetler değil, bu millete faydalı olacak kararlar alabilmek, hükümler koyabilmektir.” demiştir. Bizim partimizden milletvekili ol diyenlere “Ben kürsüye çıktığımda cemaate, muhterem cemaat yerine ey falan partililer mi diyeceğim.” diye soranlara benim görevim kürsüden ey cemaati Müslim in deyip, Hakkı anlatmaktır. Din bilgininin siyasi kimliği olmayacağını ifade etmiştir. Lala Paşa Camiinde devamlı halkı irşat sohbetlerinde bulunmuş, dede ve babasından devam ede gelen Kuran-ı Kerim'i tefsir yolu ile hatmetme sohbetlerini devam ettirmiştir. Sohbetlerinde Peygamber Efendimize selatü selam getirirken, elini kalbinin üstüne koyar, gözleri dolar, kendini kaybeder hale gelirdi. Talebeleri “Biz onu görmedik ki Peygamberden (sav) bahis ederken ağlamasın.” Müftü Efendi halkın dilinde ve gönlünde büyük terbiyeci ve benzeri bulunmayan bir irfan adamıdır. Parlak zekâsı, ileri görüşleri ile sarıklı ve medreseli bir din âlimi olarak, asrın icaplarını iyi anlamış bunun için nakil ile aklı daima birlikte yürütmüştür. Erzurum müftülüğüne şeref vermiş, görev süresince hiçbir hediye dahi kabul etmemiş, kıymetini artırmıştır. “Medarı Fahr-i memleket-i, Ab-ı Rüyi millet ve ümmet olmuştur.” ***** Şeyh-i Zurvans (Toparlak Baba) miladi 1570 tarihinde Horasan ve Maveraünnehir taraflarından çıkarak kabrinin bulunduğu yere gelir ve yerleşir. Hem gaza hem de irşat işleri ile uğraşır. Sultan Dördüncü Murat M.1635 de Revan seferine gidişi Şeyh-i Zurvans ile görüşür. Şeyhin hizmetlerini yakinen görür. Şeyh kısa boylu dolguncadır. Padişah şeyhe “senin adının söylenmesi birazca zor, gel senin adın Toparlak olsun, herkesçe kolay ifade edilsin” der bundan sonra şeyh Zurvans ın adı Toparlak baba olarak anılır. Bulunduğu köy de aynı adı alır. Padişahın Revan seferi dönüşü şeyh Osmanlı ordusuna oğlu şeyh Mustafa'yı da katarak gönderir. ***** Tortum Kıskadan Hacı Feyzullah Efendi bir gün resmi bir davete çağrılır. Sofralar kurulur. Hoca Efendide yemeğe davet edildiğinde sofraya oturmaz. Israr edilince şu beyiti okur. “Yenmez taamı ümeranın, fuzelanın Çünkü hakkıdır, yetimin fukaranın “ Dediğinde bir sessizlik çöker. Orada olanlar derin, derin düşünmeye başlar. Bu yazı 574 defa okunmuştur. . Mustafa Çetin Baydar - 19/11/2013 - 17:20 - |