1ERZURUM
GEÇİDİ BEKLEYEN ŞEHİR
Mustafa Çetin Baydar
Şehirlere hükümran olanların önde gelen haklarından biri, bayraklarını dalgalandırdıkları beldeye bir isim vermektir. Bizanslılar Erzurum'u Theodosiopolis, Araplar Kali, Ermeniler Karin Türkler ise Erzenirrum şeklinde adlandırmışlardır.
Erzunirrum sözü, anlam olarak Rum (Anadolu) Erzen'i demektir.. O devirde Siirt ile Ahlat arasında bulunan bir ikinci Erzen daha vardır ki Türkler bu Erzen'den Erzurumu ayırmak için günümüze kadar gelecek olan (Erzurum) adını kullanmışlardır.
Erzurum'un adı egemenlerine göre farklı olsa da bu şehre coğrafyanın yüklediği “Geçit Şehir” misyonu hep aynı kaldı. Anadolu, Kafkasya, İran, Mezopotamya arasında tabiî bir “kale” hüviyetindeki Erzurum, tarih boyunca bu bölgedeki askeri hareketlerin de merkezi oldu.
Kalelere, asker yanında siviller de yerleşir; ticaret, sanat giderek askeri yapının bir parçası olur.
Bizans tarihleri Konstantinapol'ün (İstanbul) Erzurum'a (Teodosius) yüklediği misyonu anlatarak eksik bilgilerimizi tamamlamaya çalışır.
Theodosiopolis Theması'nın çekirdeğini teşkil eden şehirden günümüz Erzurum'una ulaşabilen, yüzlerce kere yıkılıp yeniden yapılan “şehir kalesi”dir.
Bizans'ın Sâsâni taarruzları karşısında ileri karakolu olan Erzurum'un, Genç Teodosisus'un saltanatı sırasında miladi 415 yılından sonra kurulduğu anlaşılıyor. Bizans valileri ve kumandanları işte bu kurulan şehirde, daha doğrusu kalede oturdular.
İslam fatihleri'nin Theodosiopolis Theması'na gelip dayandığı hicri 18.yıl'dan itibaren Erzurum, önce “İslâm” sonra “Türkmen” çağına girecektir.
Erzurum'un İslâm (Arap) çağının maddi hatıraları da, Bizans kalıntıları gibi azdır.
Abdurrahman Gazi Türbesi bu bağlamda bir istisnayı teşkil eder. Palandöken silsilesini nâdide bir elmas gibi süsleyen bu efsanevi türbe, Arap müverrihlerinden Evliya Çelebi'ye, Erzurumlu İbrahim Hakkı Efendi'den, Sultan ikinci Abdulhamit'de kadar çeşitli şahsiyetlerin dikkatlerini çeker.
Arap tarihçileri (Kali) adını verdikleri Erzurum'a ait pek çok bilgiyi naklederler. Türkmenlerin bu bölgede görüneceği milâdi 1050'lı yıllara kadar yaklaşık dört asır; Bizans-Arap, Gürcü-Arap, Ermeni-Arap mücâdelelerinde Erzurum (Kali), İslam'ın kılıcının savrulduğu mekân olur.
Ünlü “Malazgirt Meydan Savaşı” (6 Kasım 1971) Erzurum'un artık Türkler elinde yazılacak yazısının başlangıcıdır.
Bu savaşta esir düşen Romanos Diyogenes Erzurum'u gören son Bizans Hükümdarı olacaktır.
Erzurum'da artık ne Araplar, ne de Bizanslılar vardır. Bu şehrin bin yıla yaklaşan Türk Tarihinin sayfaları açılmıştır.
ERZURUM'UN BİN YILI
Günümüz Erzurumu'na yolu düşenleri, bu şehirdeki bin yıllık Türk Hatıralarının en canlı örnekleri karşılar.
Savaşların, tabii felaketlerin ve bilgisizce yapılan imâr (!) faaliyetlerinin biteviye yok ettiği tarihi şehir kimliği, her şeye rağmen ip uçları vermektedir.
12.Asır, Erzurum'un Saltuk çağıdır.
Bu çağa adını veren Emir Saltuk Sultan Alparslan'ın kumandanlarındandı.
Erzurum Kalesindeki “Tepsi Minare” ve “Kale Camii” bu dönemde inşâ edildi.
MAMA HATUN'DAN, SARI GELİN'E
Erzurum'un Türk çağı, kızıyla kızanıyla var edilmiş bir destanlar manzumesidir..
Kadın Hükümdar Mama Hatun'u, hükümranlık sırf Türklerde kalsın diye Hıristiyan olmayı kabul eden Selçuklu şehzâdesini, Ermeni veya Gürcü kanına rağmen muhabbetle andığı “Sarı Gelin”i var eden bir “Serhat Toprağı”dır Erzurum. ..
93 Harbinde (1877-78) Aziziye tabyalarına “Bu belde küffar eline geçmesin” diye koşan kadınlar ve çocuklar Mama Hatunların, Sarı Gelinlerin yolunda değil de başka nedir?
13. asra gelince serhat bayrağını Selçuklular devr alır. Geçmiş dönemlerde nasıl Bizans'ın doğudaki nabzı Erzurum'da atıyorsa şimdi de Konya'nın serhattaki nabzı Erzurum'da vurmaktadır..Ancak olaylar hızla gelişmektedir. Erzurum Selçukluları, Alaattin Keykubat'ın Konya'da iktidarı ele geçirerek Selçukluları iktidardan uzaklaştırmasıyla artık şehirde tutunamaz olur. Bu sıralarda Moğol tehlikesi de uc vermiştir. Alaattin Keykubat en güvendiği kişileri Moğol direnişine hazırlamak üzere Erzurum'a gönderir. Sonra da bizzat Erzurum'a gelir.
Ünlü “Çifte Minareli Medrese'yı kızı Hundi Hatun için inşa eder. Bu dönemde erzurum'da bir de Hastahane inşa edildiğini ve sağlık yurdu olarak kullanıldığını Prof.Süheyl Ünver kaydetmektedir.
ERZURUM'UN “MOĞOL ÇAĞI”
14.Asır, Erzurum'un “Moğol Çağı” dır.
Şehir bu çağda mimâri açısından altın devrini idrâk eder.
Yakutiye Medresesi, Kuyucu Murat Paşa Camiinin yanındaki “Ahmediye Medresesi”, Eski Belediye bahçesinin yerindeyken yakın zamanda yok edilen “Sultaniye Medresesi”, Şehrin Tebriz yönü girişini süsleyen “Gümüşlü Kümbet Medresesi”, İbni Batuta'nın Erzurum'a geldiğinde misafir olduğu “Ahi Tuman Zaviyesi”, Aras Nehrini bir inci gerdanlık gibi süsleyen “Emir Çoban Köprüsü” sözünü ettiğimiz Moğol çağının günümüze ulaşmış eserleridir.
TOPAL KASIRGA: TİMURLENK
Küffar elinden pek çok ölümcül darbeler yiyen Erzurum, bunlardan da beterini Timur denen topal kasırgadan yedi. “Topal Kasırga” deyimi bilindiği gibi rahmetle Kemal Tahir'indir.
Timur nasıl Altınordu Devleti'ni yıkarak Rus Emperyalizmine hizmet etti ise Erzurum'u defaatle harabeye çevirerek Osmanlı'nın Doğu Hâkimiyetini bir asır geciktirdi.
Erzurum'da büyük tahribatlara sebep olan Akkoyunlu-Karakoyunlu rekabeti de bir Timurlu fitnesidir.
Akkoyunlular sürekli Timur'un oğlu Şahruh'un hizmetindeyken, Karakoyunlular bir yönleri ile İstanbul'a diğer yönleriyle Mısır Kölemenlerine tâbii oldular.
Bu çağın Erzurumlu simâsı Ed-Darir mahlaslı Mustafa b. Yusuf B. Ömer'dir.
Süleyman Çelibi'nin mevlidinde yer alan bütün argümanlar Ed Darir'in mevlidinde bir asır önce adeta resm-i geçit yapar.
“HASAN PADİŞAH KUNUNLARI”
Timurluların Osmanlı'nın doğu hakimiyetini baltalayan fesatları ardı ardınca sürerken beklenen intikam saati gelmiş Fatih Sultan Mehmet Otlukbeli'nde, Topal kasırga fitnesinin bir uzantısı olan
“Uzun Hasan”ı, soluğunu Tebriz'de alacak şekilde hezimete uğratmıştı.
her şeye rağmen, Hasan Padişah Sünni idi. O, Tebriz merkezli bir Sünni hatıra bıraktı.
Vakta ki özü Sünni olan Erdebil Şeyhleri, ani bir dönüşle Şii propagandasına başladılar.
Şah İsmail'in bu propaganda sonucu Tebriz'i almasıyla Uzun Hasan'ın misyonu da son buldu.
Erzurum Vilayeti Tahrir defterlerinde “Hasan Padişah Kanunu” ibâresi sıkça geçer.
Osmanlı devlet adamları Hasan Padişah Kanunlarını bazen aynen alarak, bazen de yeni şartlara uydurarak kullandılar.
Erzurum'da Osmanlı Çağının bütün müesseseleri ile yer tutmağa başladığı Kanuni Sultan Süleyman devrine ulaşıldığında. Artık yepyeni bir Erzurum kimliği zuhur etmektedir.
Erzurum'da hüküm süren Türk devletlerinden hiçbiri Osmanlılar kadar uzun ömürlü olmamışlardır.
“OSMANLI ERZURUM'U”
Osmanlı Erzurum'u denince bu şehre en kalıcı damgayı vuran Kanuni Sultan Süleyman akla gelir.
O'nun ilk Erzurum'u teşrifleri “Birinci İran Seferi” münasebetiyledir (Miladi 1534).
Bu seferde Kanuni ordusuyla birlikte Erzurum'a yöneliyor, Pasin ovasından geçerek Söğüt'ü yurt tutan Osmanlı öncülerinin mezarlarını ziyaret ediyordu.
Kanuni, 1554'te bir kalabalık bir ordu ile üçüncü İran Seferini yapmak üzere Erzurum'a ulaşır. Erzurum'daki günleri bir bayrama tesadüf etmiştir. Kanuninin ordusunda bulunan Rumeli dilaverlerine burada yol verilir. Sokulu Mehmet Paşa'ya Vezirlik ve Rumeli Beylerbeyiliği, Erzurum'da tevcih olunmuştur.
ERZURUM'DA KANUNİ DEVRİ HATIRALARI
Erzurum'u bir Beylerbeyilik mevkiine getiren Kanuni, şehrin İmarı için de maiyetini teşvik etmiştir.
Ayaz Paşa kalenin alt başında kendi adını verdiği külliyeyi kurmuş, Lala Mustafa Paşa Erzurum'un sembollerinden biri olan “Lala Paşa Camii”ni inşa etmiştir.
Caminin mülhakatı içinde bulunan “Kabe Mescidi” Kur'anı Kerim'in okutulup öğretildiği yüksek seviyeli bir mektepti.
Şabahane Camii nâmındaki mescit de Kanuni Devri âsarı arasındadır. Bu büyük hükümdarın ismi Mescidin kitabesinde geçmektedir.
ERZURUM ODAĞINDA 17.YÜZYIL HADİSELERİ:
ABAZA İSYANI NEF'İ NİN BOĞDURULMASI
Kânuni Sultan Süleyman'ın vefatı ile Erzurum'un Haşmet Devri artık sona eriyordu.
Abaza Mehmet Paşa, Sultan 2.Osman'ın kanını dâva ederek bu hükümdarı İstanbul'da katleden yeniçerilerin Erzurum'daki uzantıları ile yedi yıl boyunca adeta gırtaklaştı.
1572 senesinde Hasankalesi'nde doğan Erzenirrumi Ömer bey yâni Nef'i İstanbul'da sarayın çalkantılı hayatına karışmış, hicivleri ve kasideleriyle dostlar ve düşmanlar kazanmış, sonunda da Sultan Dördüncü Murat'ın fermanıyla tatlı canından olmuştur. (26 Ocak 1635)
Şu mısralar onundur:
İ'tikâdımca gazâ eyledim inşaallah
Hak bilir yok yere kimseye sövmem a köpek
Feleği hicvederim cevrini görsem a köpek
Araştırmacılar Nef'i'de bir kahramanlık ruhunun olduğunu söylerler. Bu ruh orduların başına geçip savaşmak şeklinde de zuhur edebilecekken Nef'i, orduların bitkin atların yorgun olduğu bir dönemde bir görkemli şair olarak gelip mâna ülkelerini feth etti.
Dostlarını överken de, düşmanlarını yererken de alışılmamış bir üslupta, duyulmamış perdelerde haykırıyordu. Edası daima bir kahraman edasıydı.
Onun boğdurulmadan önce söylediği rubâide de bu eda fışkırır:
Ey dil hele âlemde bir âdem yoğ imiş
Var ise de ehli dile mahrem yoğ imiş
Gam çekme hakikatte eğer arif isen
Fark eyle ki el'an yine âlem yoğ imiş
REVAN SEFERİNDE ERZURUM
Nefi'nin boğdurulduğu yılın yazında Revan Seferi'nin icrası için Osmanlı Ordusu Erzurum'a gelir..Dördüncü Murat Erzurum'u ziyaret eden son Osmanlı Padişahıdır. Tarihçi Nâima ve Katip Çelebi de padişahın maiyeti arasındadır. Bu ziyaretin görkemi hakkında Katip çelebi “Orduda bulunduğum on sene zarfında Erzurum istikbâli gibi karşılamaya şahit olmadım” der.
Dördüncü Murat ta Kanuni gibi Erzurum'u güçlü bir serhat yapma azmindedir. Bu yolda birçok emirler verir. Verdiği emirler arasında Ulu Camii'de Top imali için tezgahların kurulmasıdır. Olaydan on beş yıl sonra Erzurum'a gelen Evliya Çelebi Top imal tezgahlarını gördüğünü beyan etmektedir.
ERZURUM'U EVLİYA ÇELEBİ'DEN DİNLEMEK
Beylerbeyi Mehmet Paşa'nın maiyetinde Erzurum'a gelerek burada üç yılını geçiren Evliya Çelebi, bugün bize masal gibi gelen çok canlı tablolar çizer. Şehirde konuşulan Tebriz Ağzı Türkçe'den, mutfaklarda pişen envai çeşit yemeklere; Erzurum Gümrüğü'nü arşınlayan Arap, Acem, Hint, Sind ve Hıtaylı Tüccarlardan, ismen saydığı onlarca zenaat erbabına; hamamlarından, çeşmelerine, mahallelerine, saraylarına kadar 17.Yüzyıl Erzurum'u ancak bu kadar güzel anlatılır. ancak bu kadar güzel anlatılır.
O'nun ikamet ettiği Paşa sarayının bahçesinde cirit oynarken Mehmt Paşa'nın dişini kırması sonra da keseye davranarak zararını tazmin etmesi ünlüdür.
Yine böyle cirit oyunlarından birinde atı elinden kurtularak Palandökenlerin (Eğerli Dağı) yolunu tutar. Çelebimiz atını ararken Bel'am bin Baura'nın leş kokan mezarı ile karşılaşır.
Bel'am bin Baura önceleri mu'ti bir kul iken dünyevi ihtirasları sebebiyle Allah'a asi olmuş bir bedbahttır.
Evliye Çelebi palandökenlerin binbir derde deva çiçeklerinin meftunudur. Onların isimlerini sayar hangi derde merhem olduklarını anlatır.
BAŞINI SARAY ENTRİKALARINA VEREN ERZURUMLU ŞEYHÜLİSLAM
Nef'i gibi İstanbul'un yolunu tutarak Saray hayatına karışan, burada Şeyhülislamlık makâmına gelen Feyzullah Efendi 17 Temmuz 1703'te, tarihlerde Edirne Vak'ası olarak geçen hengamede şehit edildi. Tarihimizde katledilen Şeyhülislamların üçüncüsü ve sonuncusudur.
18.Yüzyıl başları, dini tartışmaların imparatorluğu sarstığı bir dönemdir. Feyzullah Efendi yüksek dini bilgisiyle devlet adamlarına yol göstermiş ancak yine hemşerisi Nef'i gibi katl olunmaktan kurtulamamıştır. Onun cesedini öfkeli yeniçerilerden bir ara kapan dönmeler “Ne sizdendir, ne bizdendir” diyerek Tunca Nehrine attılar. Ortalık yatıştıktan sonra sevenleri cesedini bularak İstanbul'da getirdi ve burada toprağa verdi.
ERZURUM TOPRAĞINDA BİR ANSİKLOPEDİST
İbrahim Hakkı Erzurumî, ilim sahasında “Batılılaşma” tarihimizin ilklerindendir.
O'nun Mârifetnâme'sinde Meteoroloji'den Genetik'e; Evulation'dan Psikoloji'ye; Tebâbet'ten
Ziraat'a kadar bahisler yer alır. Katip Çelebi'nin Keşf ü Zünûn'u İbrahim Hakkı Efendi'nin baş ucu kitabıdır. Günümüz Türkiye üniversiteleri maalesef bir ilim geleneğine dayanmıyor. Bir diğer deyişle, Batılı bilgi kaynakları dışında kalan ilmi membalardan beslenmiyor. Eğer İbrahim Hakkı Erzurumi'nin Şark ile Garb'ın kainat yorumlarını birleştirme cehdi, takipçilerini bulup temellen dirilebilseydi dünyanın ilk beş yüz üniversitesi içinde adı geçmeyen Türkiye'nin konumu, hiç şüphesiz gönendirici olacaktı.
Mevla görelim Neyler
Neylerse Güzel Eyler
Diyen İbrahim Hakkı Efendi bir hareket adamı olarak Erzurum'un dar ufuklarında kalmamış, İstanbul ve Kahire'ye defaatle seyahatler yaparak, devlet ricaliyle tanışıp görüşerek, bugün elimizde bulunan eserlerini ikmâl etmiştir.
ÇARLIK ORDULARI'NIN YAKIP YIKTIĞI ERZURUM
Osmanlı İmparatorluğu'nun çözülüp dağılmaya yüz tuttuğu 19.Yüzyıl'da Erzurum, bitmek tükenmek bilmeyen Rus akınlarına duçar oldu.
Günümüz Erzurum'una yolu düşenler, şehri Rus belâsından korumak için tabyalarla, kulelerle nasıl bir tahkimata tabii tutulduğunu bizzat müşâhede ederler. Erzurum halkının Rus tecavüzleri karşısındaki psikolojisi de tıpkı bu tahkimat gibidir. Kimi zaman Aziziye'de, Gavurboğan Mevkii'nde Rus'a karşı kükreyip destanlar yazan; kimi zaman de düşmanının acı kuvvetine dayanamayıp zillet ile baş eğen Erzurumlu, her şeye rağmen direnip yurdunu terk etmedi.
Erzurumlu'nun istilalar karşısındaki duruşu, birçok Rus yazar tarafından kaleme alınmıştır.
Bunlardan biri de Aleksandr Sergeviç Puşkin'dir.
Puşkin 1828 istilasında Rus Ordusu ile birlikte Erzurum'a gelmiş, buradaki intibalarını Erzurum Yolculuğu adlı kitabında neşretmiştir.
Puşkin'in Erzurum'a ait müşâhadelerini ilginç kılan O'nun İslam dini ve özellikle de Kur'an hakkındaki geniş bilgisidir.
Bu dönemin Erzurum'u üzerine Puşkin nispetinde hakimane kalem oynatan Mehmet Arif Bey'i
Bil vesile hatırlıyoruz. Türk Harp ve Sulh'u kıymetinde bir eser olan “Başımıza Gelenler” Mehmet Arif Bey'in kaleminden çıkmıştır.
ANADOLU'DA İLK GAZETE: ENVAR-I ŞARKİYYE
19.Yüzyıl'da Erzurum kimliğine önemli katkılar yapacak olan bir gazete neşredilir.(1866)
Türkçe ve Ermenice neşredilen bu gazete'nin tesir alanının Erzurum'un hayli uzağında bulunan Diyarıbekir'e kadar uzandığını elimizdeki en geniş Envar-ı Şarkiye koleksiyonu göstermektedir. Bu koleksiyon Ziya Gökalp'in pederinin terekesinden çıkmıştır.
Envarı Şarkiye, bir gazetede olması gereken haber, yorum, roman tefrikası, şiir, okuyucu mektupları, resmi ilanlar, tarihçe ve benzeri unsurların hepsini muhtevidir.
Sultan Aziz ve Sultan Abdulhamit devrinin hususiyetlerini aksettiren Envar-ı Şarkiye üzerinde bilim adamları ve gazetecilerin pek çok araştırması bulunmaktadır.
ERZURUM'DA JÖNTÜRK FESADI
Batılıların “Hasta Adam” dedikleri Osmanlı Devleti 20.Yüzyılın başında yalnız düşmanlarından değil kendi evlatlarından da darbe üstüne darbe alıyordu..
Tevfik Fikret'in “Ey Şanlı Avcı” diyerek Ermeni süikastçılara dizdiği övgüler birebir devletin taşrasına da aksediyor, Erzurum Jöntürkleri ile Ermeniler; İngiliz, ABD, Fransız ve Rus Sefâretlerinin yönetiminde Abdulhamit'e meşrutiyeti ilân ettirmek için baskı yapıyorlardı.
Milletimizin İsyan kültüründe “Şeriat (yani hukuk) istemek”vardı. Bu kez durum değişmişti. Türk İçtimai tarihinde belki de bir ilk sayılacak “Vergi'yi Red” isyanı bu baskının âletiydi. Paris'te hazırlanan gazeteler, yaftalar (afişler), el ilanları Sefaret Postası kılığında Erzurum'a getirilip el altından komitalara dağıtılıyordu.
1907 yılında Erzurum Jöntürk isyanı patlak verdi.
Kışkırtılan ahâlı telgrafhaneye giderek Padişaha vergilerin kaldırılması için geceli gündüzlü telgraflar çekmeye başladı. Şehrin Valisi halk üzerindeki kontrolünü kaybettiği gibi canından da korkuyordu. Nitekim Vilayeti basan zorbalar Valinin kafasını kırdı, mâni olmak isteyen polis komiserlerini kasap bıçakları ile adeta doğradılar.
Eğer Erzurum halkı harekete geçmeseydi Meşrutiyeti ilan etme şerefi(!) Selanik'ten iki yıl önce Erzurum'un olacaktı.
Hüsamettin Ertürk “İki Devrin Perde Arkası” adlı hatıralarında ayaklanan halkın kendilerini Ecnebi Sefaretlere, Ordu kışlalarına, Ermeni köylerine kadar nasıl kovaladıklarını Kemal-i İftihar (!) ile anlatır.
1907 sonbaharındaki bu olaydan sonra Valiler şehre hakim oldular, komitacı zabitler tayin yoluyla Erzurum'dan ayrıldılar, komitacı sivillerden yakalananlar Sinop'a nefyedildiler, yakalayamayanlar ise kaçıp izlerini kaybettiler.
SARIKAMIŞ FELAKETİ
Dağlara çadırlar kuruldu
Hücum borusu vuruldu
Bir Sarıkamış uğruna
Seksen bin fidan kırıldı
Bir milletin kanının mâcerâcılar elinde nasıl sebil edileceği araştırılacak olursa “Sarıkamış Manevrası” bunun bir numaralı örneğidir. İki kolordumuz bu manevra sırasında yok oldu.
Keşke felaketimiz bununla sınırlı kalsaydı. Harekattan yaklaşık bir yıl sonra Erzurum düştü.
Muhacir olan yüz binlerden büyük bir kısmı yollarda telef oldu. Canını kurtarabilenler senelerce sefaletle boğuştu.
İlerde bahsi geçecek olan Vali Tahsin'in (Uzer) Erzurum'u Rus'a terk ederken şehri berhavaya yeltenmesi Jöntürk zihniyetini anlatması açısından önemlidir. Bu adam şehrin sembolü olan Çifte Minareleri de uçurmak üzere dinamitlemiş, durumu fark eden Erzurumlular yetişerek ateşleme kablolarını söküp atmışlardı.
Erzurum halkı Jöntürk Kıyıcılığının farkındaydı.
Farkında olmasaydı:
Geceden Yükleri Tay eylediler
Sabahtan Öküze “Ho” eylediler
Erzurum satıldı Pay eylediler
Diye ağıtlar yakar mıydı?
“ERZURUM KONGRESİ Mİ DEDİNİZ?” HANGİSİ?
Kazım Karabekir de Mustafa Kemal de Henüz İstanbul'dan çıkmamışken Erzurumlular, yurtlarının Ermenilere peşkeş çekilmemesi için kongreler akt ediyorlardı.
Bugün resmen kutladığımız 23 Temmuz Erzurum Kongresi, bir mânada Karabekir'in başında bulunduğu 15.Kolordu'nun Resmi Kongresidir.
Bütün Resmiyetine rağmen Kongre üyeleri Mustafa Kemal Paşa'ya “Üstündeki Yaver üniformasını çıkar sonra riyaset kürsüsüne çık” diye itiraz edebiliyor ve dediğini de yaptırıyordu.
Mustafa Kemal'le birlikte 3 Temmuz 1919'da Erzurum'a Gelen Rauf Bey (Orbay) “Erzurum'a geldiğimizde gelecekle ilgili kafamızda hiçbir fikir netleşmemişti” diyerek Erzurum kongresinin onları nasıl yönlendirdiğini anlatır.
Günümüzün resmi Tarih yazıcıları Cumhuriyetin temellerinin Erzurum Kongresi ile atıldığından dem vururken hiç şüphesiz anakronizm yapıyorlar.
Erzurum Kongresi, Sevr karşısında silahını bırakmayan son Osmanlı Şehri Erzurum'un, yalnız Cumhuriyeti değil top yekün Yeni Türkiye'yi kuran iradenin adıdır.
ŞAPKA HADİSESİ
Erzurum Şapka Hadisesini hazırlayan sebeplerin başında Deli Halit Paşa'nın TBMM'de Kel Ali lakaplı Ali Çetinkaya ve arkadaşları tarafından katl edilmesi gelir. Bu olayın akabinde çıkarılan bir kanunla Kel Ali ve arkadaşları Ankara İstiklal Mahkemesi azalıklarına tayin olunurlar.
Şapka İktisası Kanunu'nun çıkışında (25 Kasım 1925) Ankara İstiklal Mahkemesi'nce yapılan yargılamalar ve yargılamalar sırasında estirilen terör havasının önemli payı olmuştur.
İstiklâl Mahkemesi'nin Reisicumhur'u ziyaret ettikten sonra Ankara'dan ayrılış tarihi 23 Kasım 1925'tir.
Mahkeme Adana'ya, Bursa'ya Kastamonu'ya yahut İzmir'e değil Kayseri'ye müteveccihen yola çıkar. Bu yön neden seçilmiştir? Seçilen güzergahta ardı ardınca patlayan, daha doğrusu patlatılan şapka karşıtı gösteriler maksat hakkında yeterli ipucunu vermektedir.
Kel Ali ve arkadaşları Kayseri'de ilk yargılamalarını yaparlar. Henüz bu mahkemenin i'dam salahiyeti olmadığından yargıladıkları kişileri tecziye edilmek üzere TBMM'ye gönderirler. Ertesi gün Mahkeme TBMM'den İdam yetkisini de alır.
İlk idam kararı Sivas'ta verilir ve derhal uygulanır. Bundan sonra tabii olan mahkemenin Erzurum'a geçmesidir. Zira şapka karşıtı gösterilerin ardı ardınca haberleri alınmaktadır. Fakat mahkeme bir dönüş yaparak Samsun'a yönelir. Maksat Erzurumlu şapka karşıtlarını örfi idare tarafından cezalandırtmaktır. Örfi idarenin başında Mevkii Müstahkem Kumandanı Tatar Hasan Paşa (Çetin Altan'ın dedesi) ile Vali Zühtü Bey Vardır.
Erzurumlular şapka giymemek için direndiler.
Erzurumlu şapka karşıtlarının bu direnişteki maksadı büyük bir nümayiş yaparak şapka konusundaki hassasiyetlerini hükümete duyurmaktı. Miting için de kazalardan, nahiyelerden köylerden ve çevre illerden geleceklerin katılımı için Cuma gününü seçmişlerdi. Ama provokasyonlarla bu direniş üç gün önce patlatıldı.
Hükümetin ve Vali evinin önüne birikip protestolarda bulunanlara “dağıl” işareti verilip dağılma olmayınca ateş açıldı. Bu ateş sırasında üç kişi vurularak can verdi.Evlerine kaçışan insanların ardından Şehirde insan avı başlamıştı. Evvela önceden mimlenmiş şahsiyetler toplanıyor, durumu sezip şehir dışına kaçabilenlerin ardından jandarma müfrezeleri gönderiliyordu.
Örfi idare mahkemesinin yargılamaları da beri tarafta devam etmekteydi. Verilen idam kararları derhal uygulanıyor, şehrin çarşılarına kurulan darağaçları önünde biriken halk, şaşkınlıkla olup bitenleri seyrediyordu.
Ülke tarihinde ilk kez bir kadının (Şalcı Şöhret Kadın) un çuvalına konarak idam edilmesi de bu mahkemenin verdiği karar sonucu olmuştur.
Erzurum Şapka hadisesinde ilk ateş sırasında ölenler, asılanlar, ele geçirilip şehre getirildikten sonra “kaçıyor” denerek arkasından vurulanların sayısı yirmi dolayındadır.
Ankara İstiklal Mahkemesi asılanlar asılıp vurulanlar vurulduktan sonra nihayet Erzurum'a gelebildi. Bir gece bu şehirde kaldıktan sonra 8 kişinin asılacağı Rize yargılamalarını yapmak üzere Erzurum'dan ayrıldı.
Erzurumlular hükümetin yaptığı “Silah teslim et” çağrısı üzerine 2000 adet mavzeri resmi makamlara teslim etmişlerdi. İstiklal Mahkemesi üyelerinden biri bu tabloyu görünce “Erzurumlunun eğer hükümete isyan kastı olsaydı bu silahlarla işin rengi değişirdi” demekten kendini alamıyordu.
.
Mustafa Çetin Baydar - 19/11/2013 - 17:20 -