1 Baba tarafından Erzurumludur. Ailesi Topçuzâdeler diye tanınır. Dedesi Osman Efendi, Erzurumun Ruslar tarafından işgali sırasında Türk ordusunda topçuluk etmiş; bu lâkap oradan kalmıştır. Babası Topçuzâde Ahmet Efendi ailenin tek evladıdır. Küçük yaşta yetim kalır. Alaftarlık (tahıl alım satımı) yaparak aileyi geçindirmeye çalışır. Bu arada Erzurumun tanınmış zenginlerinden Gülü Beyin yardımını görür. Canlı hayvan ticaretine başlar. Doğu Anadolu ve bilhassa Erzurum yöresinden topladığı koyunları İstanbula satarak işini genişletir. İstanbulda bir yazıhane tutar. Zamanla Tahtakalede bir han (Erzurum Hanı) satın alan Ahmet Efendi, İstanbula yerleşir. İlk evleri Süleymaniye Deveoğlu Yokuşu, Hatap Kapı sokağında bir ahşap binadır. Süleymaniyedeki bu evde doğar (7 İkinci teşrin 1909). Topçunun ninesi Eğinlidir. Ahmet Efendi İstanbula yerleştikten sonra birinci hanımı vefat eder. Bu hanımdan olma iki oğlu da Balkan Harbinde şehit düşerler. Ahmet Efendi daha sonra yine Eğinli olan Kasap Hasan Ağanın kızı Fatma Hanım ile evlenir. Bu hanım nun annesidir. Harp yılları Ahmet Efendinin işlerinin bozulmasına ve iflâsına yol açar. Aile Süleymaniyedeki evden ayrılmış Çemberlitaşta, bir ahşap eve taşınır. (Şatır sokaktaki bu ev daha sonra yıkılacak yeniden tarafından yaptırılacaktır, 1970). altı yaşında Bezmiâlem Valide Sultan Mektebinin ana kısmına yazılır. Burayı bitirdikten sonra Büyük Reşit Paşa Numune Mektebi (şimdiki İstanbul Lisesi civarında)ne verilir. Mektebi birincilikle bitirir. Babası Ahmet Efendi Çemberlitaşta kasap dükkânı işletmeye başlamıştır. Reşit Paşa Mektebinin sarıklı hocası Osman Efendi bir gün babasına "Osman Nuri -Nüfus kağıdında ismi bu şekilde geçer- büyük adam olacak" deyince çok az gülen babası hayli mütehassis olur. Bu sıralarda sakin, biraz içe dönük bir mizaca sahiptir. Küçük bir sıkta kitap ve gazete biriktirmek merakı vardır. İmlâ öğretmeni Nafiz Bey, nun hayatı boyunca sürecek Mehmet Âkif sevgisini uyıracaktır. Daha sonraki yıllarda Osman Nurettin, Vefa İdadisine devam eder. Birinci sınıfta babasını kaybeder. Evlerinin bir katını kiraya verirler. Ağabeyi Hayrettin Topçu mektepten ayrılarak ailenin yükünü omuzlar. Topçu Vefa İdadisinde de sınıflarını birincilikle geçer. Felsefeye bu sıralarda meyletmektedir. Edip Bey, tarihçi Memduh Bey, Celâl Ferdî ve ulûm-ı diniyye hocası Şerafettin Yaltkayadan ders alır. Son sınıf Haziran imtihanında Arapça hocası (Sıfırcı) Salih Beyden kalır. Bu vaka ona çok tesir etmiştir. Bütün yaz çalışır. İdadi tahsilini İstanbul Lisesinde 1927-28 ders yılında edebiyat bölümünü pekiyi derece ile tamamlar. Liseden mezun olan Topçu, kendi kendine Avrupaya tahsil imtihanlarına girer, kazanır (1928). Hamdi Akverdi, Vehbi Eralp, Ziya Somar gibi şahıslarla birlikte Fransaya gider. Daha önce giden Remzi Oğuz Arık, Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu, Cevdet Perin, Bedrettin Tuncer Paristedirler. Daha sonra bu şahıslarla, bilhassa Remzi Oğuz ve Ziyaeddin Fahri ile görüşmeleri olacaktır. Topçu önce Bordo Lisesine nakledilir. İlk yazı denemelerini burada kaleme alır ve üye olduğu Sosyoloji Cemiyetine gönderir. Moris Blondeli bu lise döneminde tanır. Daha sonra mektuplaşırlar. Burada psikoloji sertifikasını verir. İki sene sonra Strazbourga geçer. Üniversitede felsefe tahsil eder. Ahlâk kurlarını tamamlar, sanat tarihi lisansı yapar. nun Fransada aldığı lisans dersleri: Yazları İstanbula gelip gitmektedir. 1931de ağabeyi Hayrettin Topçuyu yanına alır. Topçunun Avrupadaki hayatı okul, ev, kütüphane çerçevesi içinde geçer. Ancak hafta tatillerinde derneklerin tertip ettikleri toplantılara gider. Aynı toplantılarda Samet Ağaoğlu, Ömer Lütfi Barkan, Besim Darkot gibi zatlar da bulunmaktadırlar. Topçu bu arada Tasavvuf tarihçisi Luis Massignon ile tanışır. Dr. Adnan Adıvarın Türkçe dersi verdiği Masignona daha sonra bu dersi Topçu verecektir. Strazbourgda doktorasını hazırlayan Topçu, Sorbona gider, doktorasını verir: "Conformisme et révolte". Bu üniversitede felsefe doktorası veren ilk Türk öğrencisidir. Bu tez Pariste kitap halinde yayınlanır (Paris 1934). 1990 yılında da tıpkı baskısı Kültür Bakanlığınca Ankarada yapılır. 1934de yurda döner. Galatasaray Lisesinde felsefe öğretmeni olarak görev alır (1935). Hüseyin Avni Ulaş ailenin baba dostudur. Çemberlitaştaki eve sık sık gelir gider. Topçu küçük yaştan beri bu zatın tesiri altında kalmıştır. Yurda döndükten sonra H. Avni Ulaşın kızı Fethiye Hanımla evlenir. Düğün gününün akşamı İzmir Atatürk Lisesine tayin emri gelir. Galatasaray Lisesi Müdürü Behçet Bey, o sene Haziran imtihanından geçmesini istediği altı kişilik bir öğrenci listesini Topçuya teklif etmiştir. bu teklife karşı "Eğer bunlar çalışkan talebelerse elbette geçerler" cevabını verir. Neticede talebelerin bir kısmı imtiha kalır. Ankaranın tepkisi ani olur ve Topçunun tayini İzmire çıkar. Hareket dergisini İzmirde bulunduğu yıllarda yayımlamaya başlar (1939). Dergi İstanbulda basılır. Bu arada eşinden ayrılır. Harekette yayınlanan "Çalgıcılar yine toplı" isimli yazıdan dolayı açılan soruşturma üzerine Denizliye sürgün edilir. Denizlide bulunduğu yıllarda Said-i Nursi ile tanışır, o sırada yapılan mahkemelerini takip eder. Daha sonra Haydarpaşa Lisesine tayin edilir. Bir müddet sonra da Vefa Lisesine geçer. Çocukluk arkadaşı Sırrı Bey vasıtayısla devrin manevi büyüklerinden Hasib ve Abdülaziz Efendilerle tanışan Topçu, bu kişilerden hayatı boyu sürecek etkiler alır, Nakşî şeyhî Abdûlaziz Bekkine Efendiye intisab eder. Topçu, Celâl Hoca (Celâl Ökten)dan da İslâmî ilimler yönünden faydalı. Daha sonra İmam-Hatip okullarının kuruluşu sırasında Celâl Hoca ile mesaî arkadaşlığı yaptı. Son olarak İstanbul Lisesine tayin olunan N. Topçu buradaki görevinden emekli oldu (1974). N. Topçu, bir süre Edebiyat Fakültesinde H. Z. Ülkenin kürsüsünde eylemsiz-doçentlik yaptı. "Bergson" konusunda doçentlik tezi hazırladı. Fakat kendisine kadro verilmemiş ve muhtelif entrikalarla üniversiteye alınmamıştır. Doçentlik tezi Bergson daha sonra kitap halinde yayınlı. 27 Mayıs 1960a kadar uzun yıllar Robert Kolejde tarih okuttu. 27 Mayıstan sonra devrim aleyhtarı bulunarak buradaki görevine son verildi. Fikri faaliyetlerini Türk Kültür Ocağı, Türk Milliyetçiler Cemiyeti, Milliyetçiler Derneği ve Türkiye Milliyetçiler Derneğinde sürdürdü. 1975 Nisanında hastalı. Hastalığının teşhisinde güçlük çekildi. Pankreas kanserine yakalığı ameliyatta belli oldu. Topçu, 10 Temmuz 1975te vefat etti. Fatih Camiinde kılınan namazdan sonra Topkapıda Kozlu kabristanına defnedildi. 1939dan itibaren çeşitli aralıklarla yayımladığı Hareket dergisi ile bir dünya görüşü mücadelesini şuurla yürüttü. 1939-42 Hareket dergilerindeki yazılarıyla, ruhçu ve mistik düşünüşün felsefî temellerini araştırdı. Teknik ve makina medeniyetine duyulan şuursuz ihtirasın asrın insanını boğduğunu, bu yüzden kendi benliğinden uzaklaşan insanın kurtuluşunun ancak özbenine kavuşmasıyla mümkün olabileceğini vurguladı. İnsan ruhunu demir pençeleriyle felce uğratan materyalizm, pozitivizm, sosyolojizm, pragmatizm akımlarına karşı çıkarken, akılcılığın bile ancak kalbîlikle değer kazanacağını belirtti. Kalb ahlâkı ve irade felsefesini ortaya koymaya yöneldi. Hüseyin Avni Ulaş ve Fransada tanıştığı Remzi Oğuz Arıkın tesiriyle benimsediği Anadoluculuğun âdeta ruhî, içtimaî programını yeniden çizdi. 1947-49 Hareketlerinde bu çerçevedeki düşüncelerin İslâmi temellerini açıklığa kavuşturdu. Türk milliyetçiliğin İslâm dâvasından ayrılamayacağını, milletle dinin iç içe kavramlar olduğunu ortaya koydu. Ancak, İslâmiyetin hâmisi ve müdafii olarak görünen sahtekârlarla ve menfaatperestlerle mücadeleden de geri kalmadı. 1952-53 Hareketlerinde , değişen toplum yapımızı da batılılaşma karşısında, inancımızı ve tarihimizi savunurken, kapitalist ve komünist iki kamp arasında cemaatçi bir nizamın zaruretini öngören "yeni nizam"ın ana hatlarını çizdi. 1966-1975 Hareketlerinde ise, daha önceki dönemlerde ileri sürdüğü düşünceleri, bütün fikir hamulesiyle yeniden kuvvetle ortaya koydu. İslâmiyetin, bu Allahın insanlar için seçtiği nizamın, cemaatçi yönünü cesaretle belirtti. Son yazıları harp ve harp sonrasıyla alakalıdır. ESERLERİ Sosyoloji Demokrasi idareleri, henüz yerleştikleri memleketlerde tutunabilmek ve gelecekte feyizli eser verebilmek için, idare ettikleri halka, kendilerine hâkim olan zihniyeti kuvvetle ve emniyetle aşılayıcı bir siyasî terbiye vermeli ve bu zihniyetle idareye gözcü yeter bir nesil yetiştirmelidir. Demokrasilerden beklenen gaye ancak bu şekilde elde edilebilir. Aksi halde, demokrasi sürekli olamaz ve kendisinden beklenen insanlık idealine götüremez. Ancak şekli bakımından demokratik görünen, idare edenlerde mesuliyet şuuruna dayanmayan ve bu şuuru yaşatmaya yeterli siyasî terbiye sahibi bir nesil yetiştirmeyen demokrasi, ruhsuz bir iskeletten ibaret kalır ve idare edilen zümreleri oyalayarak bir zaman istismar etmekten başka bir şey yapmaz. Mantık Mantık, "doğru düşünmenin kaidelerini ortaya koyan ilimdir" diye tarif edilir. Düşüncemizin normal işleyişini Psikoloji ilmi anlatmaktadır. Ancak duygu ve irade olayları mantığı ilgilendirmez. Şu halde duygu ve irade olayları dışarda kalarak, sade zihin olayları üzerinde yaptığımız araştırmalarla, düşünmenin ilmini yapmış oluyoruz. Mantığın Psikoloji ile ilgisi işte bu noktada kendini göstermektedir; çünkü zihnin hakikate ulaşmak gayesiyle ne yolda işletilmesi gerektiğini bilmek için, onun kendiliğinden nasıl işlemekte olduğunu bilmek lüzumludur. Bu sebepten, bazıları mantığın "zekâ psikolojisi" olduğunu söylerler. Ancak psikolojide anormal haller, yani şuurun hastalık halleri de incelendiği halde, mantık zihnin yalnız normal işleyişini incelemek iddiasındadır. Şu halde "mantık, normal zekânın psikolojisidir" demek daha doğru olacaktır. Böylelikle mantığın psikolojiden ibaret olduğu görülürse de, hakikatte bu iki ilim birbirinden ayrıdır. Zira psikoloji, şuur hallerini oldukları gibi ele almakta ve ulaşılması gerekli olan herhangi bir gayeyi gözönünde tutmamaktadır. Mantıkda ise, hakikate ulaşmak gayesi güdülür. Hakikate ulaşmak için zihnin gelişi güzel işlemesi kâfi değildir. . Millet Mistikleri Allahın yalnız insana bahşettiği büyüklük, insanlıktan ya alınıyor veya ona veriliyor. Çok kere beşerin en büyük bildikleri, ondan büyüklük çalanlardır. Bunlar, madde âleminin avcılarıdır; ihtiraslarının dizginlerini bırakmış, hareket âleminde her vâsıta ile iktidar ve saadet peşindedirler. Zavallı beşeriyet, kendi ruhunu paçavraya çeviren, bu kendi hırsızlarının meftunudur. Bunlar büyüklüklerini insanlığın bu vasfından çalarlar. İnsanlığa büyüklük bağışlayan gerçek büyükler ise, ruh dünyamızın fatihleridir. Bunlar bizdeki zaafları neşterlemekle işe başlarlar. Bu neşter bize ızdırap verici olduğu için onlar, kendilerine ilk düşman olarak kurtarmak istedikleri beşeriyeti bulurlar ve ilk mücadeleleri, kurtaracakları bu zümre ile olur. Bu mücadele, belki de mücadelelerin en çetinidir. Ahlâk Nizamı Kaynağını İslâmdan ve insanlık tecrübesinden alan Ahlâk Nizamı, Türk toplumundaki çözülmenin nedenlerinin yanında somut çözümler içeren bir eser. Bergson 1859 Paris doğumlu Henri Bergsonun felsefesinin tartışıldığı bu kitap, Bergsonculuğun diğer batı felsefe akımları arasında sezgi metodunu ortaya koyarak insana ümit ve imanı tekrar hatırlatması açısından önem taşıyor. Büyük Fetih Büyük Fetih, iki fethin, maddenin ve ruhun fethinin birleşmesiyle gerçekleşen bir fetih anlayışının ürünü bir eser. Saltanattan sıradan milliyetçilikten çok uzakta bir fetih anlayışı. İradenin Davası / Devlet ve Demokrasi Seri içinde iki eserden oluşan 7. kitap: İradenin Davası ve Devlet ve Demokrasi, nun insan iradesi ve siyaset-devlet görüşlerini içeriyor. Gayesine ulaşabilen gerçek ve tam irade, fertten başlayan, aile ile devleti yani otoriteyi isteyen, millet ve insanlık basamaklarından da geçerek Allaha ulaştıran iradedir. Biz damarlarımızdan sızan iradeyi, kendi eserimiz zannetmekle yanılıyoruz. Hakikatte irade birdir. O, istek halinde âleme yaygın kudretin bizdeki adıdır. Aslında kendi kendini isteme halindeki varlığın adı olan bu evrensel iradeye biz sadece iştirak halinde yaşıyoruz. İslâm dünyasının küllî irade, cüzî irade ayırımı sunîdir. Benliğimizde barınan iradeyi âlemin iradesinden, daha şahsî ve tam adı ile Allahın iradesinden ayırıp onunkine denk bir kudret gibi düşünmek, zavallı insanlığımızın aczinden fışkıran bir kibirden başka bir şey değildir. Hakikatte çarpışan kudretler yok; insanın sefâletleri ile ölçülemiyecek kadar büyük, âleme yaygın bir irade ile bizim ona iştirak eden ruh yapımız vardır. Bu iştirakin anlaşıldığı yerde insan şuur kazanıyor, yolumuz aydınlanıyor. Kurtuluş yolu diye, insan olan varlığımızı, sefaletleri ile birlikte mutlak samimiyet olan ilâhî iradeye ulaştırıp onunla birleştiren hareketler sistemine diyoruz. İslâm ve İnsan/Mevlana ve Tasavvuf Toplu eserler içinde iki eserden oluşan 6. kitap diğer kitapları bütünleyen insan ve tasavvuf üzerinde duruyor. Türlü sefaletlerle ihtirasların parça parça böldüğü hasta bir vücudu ıran İslâm dünyası, en bedbaht devirlerinden birini yaşıyor ve her İslâm memleketinde ruhlar birbirinden ayrılmış, birbirlerine saldırıyorlar. Her sene yüzbinlerle ziyaretçi ile dolan Kâbenin etrafında ruh birliği ve beraberliği meydana gelemiyor. Bunun sebebi ne siyasî, ne iktisadî, ne de esasında ilmî ve fikrîdir. Bu halin sebebi, İslâmın temeli ve Kuranın özü olan ahlâkın kaybedilmiş olmasıdır. Bugünkü müslümanlar, birtakım geleneksel hareketleri dikkat ve titizlikle yapmaktan başka endişesi olmayan, ilkçağın ve ilkel devrin sihirbazlarını ırıyorlar. Kuran harikası olan ilâhî ahlâk İslâm diyarında çoktan gömülmüştür. Ahlâk idealine karşı ruhlarda işlenen bu zulmün tarihte çok tekrarlanan tehditleri, bugün büyük sanayi medeniyetinin insanı makinalaştıran ve makinaya esir yapan zulmüyle elele vermiş bulunuyor. Belki yakın bir gelecekte büyük petrol kuyularıyla İslâm ülkelerinin tröst sahipleri bu vasıflarını şeyhlikle birleştireceklerdir. İnsanlığın beşbin yıllık ruh ve vicdan eserini inkâr ederek düşünmeyi günah sayan sefaleti din diye tanıtan gerilikle taassup, bu zulme sığınmış bulunmaktadır. Kalbe karşı gelen kaideleri İslâm çerçevesi içinde insan ruhunun esaret zinciri yapmakla geçinenler kendilerine din adamı dedirttikçe ve halkın bunlara hörmet ve itibarı devam ettiği müddetçe İslâm dünyasının, içinde yüzdüğü sefaletten kurtulması imkânsızdır. İsyan Ahlâkı Tercüme: Mustafa Kök-Musa Doğan Biz, hem uysallığa, hem de anarşizme karşıyız. Her türlü sosyolojizme, yani toplum gerçeğinin her şey olduğu anlayışına karşı olduğumuz kadar, bencil ve katı ferdiyetçiliğin de karşısındayız. Ferdin, sadece bütün iradeleri aynı şekilde belirleyen bir İrade karşısındaki uysallığını kabul ediyoruz. Bize göre selâmet, tarih ve insanlıkla birlikte, tarihin ve insanlığın var oluş sebeplerini içinde bulacakları bir mutlaka bağlanmaktan ibarettir. Aklı başında bir insanlık, kendini asla gayesi ve gerçekleştireceği mukadderatı olmayan bir varlık olarak düşünemeyecektir. Kendi gayesini bilecek noktaya erişmese bile o, sanki bu gayeye arka arkaya gelen nesillerin sonsuzluğunda ulaşılacakmış gibi hareket edecektir. Kültür ve Medeniyet Bir asırdan beri memleketimizin başta gelen derdi medeniyet meselesidir. Geçmişte büyüklüğü dünyaca bilinen Türk milletinin medeni varlığa sahip olmadığını önce Batıyı tanıyanlar ortaya attı. Tanzimatla başlayan Batı münasebetleri, birçok nesillerin gözünü kamaştırdı. Aydınlar, Batının yükselişindeki sırrı aramaya koyuldular ve bu araştırmayı yaparken farkında olmadan kendi iç dünyalarını Batının içinde buldular. Birbiri ardı sıra birkaç nesil "Avrupaya benzemek için ne yapalım?", "Garplılaşma nasıl olmalı?" diye uzun zaman sayıkladılar. O nesilleri Batı taklitçiliğine, hem de ruhları duymadan sürükleyen kuvvet, başlangıç noktasında bağlıkları aşağılık duygusu olmuştu. Reha Reha, nun 1926-1936 yılları arasında yazdığı ve bugüne kadar yayınlanmamış bir gençlik romanı. Taşralı kitabında bir araya getirilen hikayeleri için olduğu kadar, fikir hayatı ve dünya tasavvurunun teşekkül devri hakkında önemli ipuçları veriyor. Mehmet Âkif Büyük adamların başka bir vasfı da münzevi oluşlarıdır. Onlar kalabalığın içinde yalnız yaşarlar. Üçüncü bir vasıf olarak, büyük adamların devlet ve ikbal mevkilerinden uzak durduklarını görüyoruz. Taşralı Sanatta bir "Anadolu romantizmi" oluşturmak amacında olan yazar, idealist aydınların hak yolunda verdikleri hizmet mücadelesini öne çıkarıyor. Onun hikayelerini okuyanlar muzdarip bir ruhun çırpınışlarını, merhamet hamlesini ve ötelere uzanan aşkını mutlaka hissedeceklerdir. Türkiyenin Maarif Davası Türkiyenin Maarif Davası sözde modern eğitim sistemine kaynağını Kurandan alan Anadolu insanının ruh yapısından beslenen Türk mektebi tezli bir eleştiridir. Millet bünyesinde inkılâplar mektepte başlar ve her milletin, kendine özel olan mektebi vardır. Millî mektep, zihniyet ve örflerile, metodları ve müfredat ile, terbiye prensipleri ve psikolojik temeller ile, hattâ binasının yapı tarziyle kendini başka milletlerinkinden ayırır. Bizde vaktiyle medrese millî mektepti. Lâkin milletin ruhu ve içtimaî inkişafını takip edememiş ve cihanın fikir ve irfan hayatiyle bağlarını çoktan koparmış olduğundan, olduğu yerde enkaz halinde yıkıldı, çöktü. Öbür taraftan, Batıda tekâmül eden insan düşüncesinin seyrini biz kendi âlemimizde devam ettiremediğimizden, açılan yeni mektep, hakikat aşkının mâbedi olmadı. Parça parça bilme hevesi, evrensel ve ilâhî hakikat aşkının yerini tutamazdı. Hakka götüren yol diye kendini hakikata adamak, gerçek mektebin yoludur. Hakikat aşkına sahip insanlar, cemiyetin içinde çoğalmadıkça, hakikat aşkı cemiyet içinde en yüksek ve muhterem yeri tutmadıkça ve hakikatın ihtirası cemaat içerisinde bir umumî cereyan, büyük bir hareket haline gelmedikçe, millî mektep gerçekten var olmayacaktır. Varoluş Felsefesi/Hareket Felsefesi Asrımızda tesirlerini bütün felsefe âlemine hatta bütün düşünce dünyasına yayarak genişleten varoluş felsefesinin doğuşu geçen asrın başlarındır. Hatta onun hazırlıklarını Pascalda bulmak kabil oluyor. II. Cihan Harbinden sonra pek acayip anlayışlara yol açan bu felsefenin esası şudur. Eski Yunandan beri felsefe, hakikat olarak eşyanın özünü araştırıyordu. Öz, duyularla tanınamayan, bir olan, hiçbir zaman değişmediği halde, değişen ve duyularla tanınan bütün varlıkların esası olan ve onları var kılan şeydir. Yarınki Türkiye İlk baskısı 1961de yapılan Yarınki Türkiye, hareket felsefesinden yola çıkarak kanatlarını İslam düşüncesine, sanatına açan bir kültürel-sosyal mücadelenin altyapısını oluşturan denemelerden oluşuyor. Yarınki Türkiyenin kurucuları, yaşama zevkini bırakıp yaşatma aşkına gönül verecek, sabırlı ve azimli, lâkin gösterişsiz ve nümayişsiz çalışan, ruh cephesinin maden işçileri olacaklardır. Bu ruh amelesinin ilk ve esaslı işi, insan yetiştirmektir. Hünerleri hep fedakârlık olan bu hizmet ehli gençler, hizmetlerinin mükâfatını da hizmet ettikleri insanlardan beklemiyecekler, sonsuzluğa sundukları eserin sesinin akislerini yine sonsuzluktan dinleyeceklerdir. Yarınki Türkiyenin kurucuları, millet ve cemaat uğrunda fedakârlıklar kabullenenlerin artık bulunmadığı cemiyetimizde, muhtelif sîmâda insanları şahıslarında birleştireceklerdir. Onlarda Yunus Yavuzla birleşecek; Sinan Âkife uzanacak; Ebu Hanife Hüseyin Avniyi tebrik edecektir. Ve onların eseri olan yarınki Türkiye, şu temellerin üstünde kurulacak: Anadolunun toprağından kaynayan bir kan, cemaat için harcanan emek, bin yıllık bir tarih, otoriteli bir devlet ve ebedî olduğuna inanmış bir ruh... HAKKINDA YAZILANLAR 1.ya Armağan Kitap, Ezel Erverdi, Ayhan Yücel, Mustafa Kara, Muzaffer Civelek, Süleyman Seyfi Öğün, Ahmet Tabakoğlu, Cemil Kıvanç, M. Orhan Okay, Muhammet Sarıtaş, Mustafa Kök, Beşir Ayvazoğlu, Vahap Mutal, Hüseyin Öztürk, Mustafa Kutlu, Muhsin Mete, Ali Nihad Tarlan, Mehmet Kaplan, Mustafa Kutlu, Bekir Topaloğlu, Orhan Okay, Muzaffer Civelek, Ayhan Yücel, Ferruh Bozbeyli, Ercüment Konukman, Sıtkı Evren, Lütfü Bornovalı, Emin Işık, Mehmet Sırrı Tüzer, İsmail Kara, İsmail Dayı, Ali İhsan Balım, Ali Birinci, Mehmet Sılay, Fatih Gökdağ, Dursun Özerin yazılarından oluşmuştur. 1909-1975 Erzurum'lu bir ailenin çocuğu olarak İstanbulda doğdu. Bezmialem Valide Sultan Mektebi ve Büyük Reşit Paşa Numune Mektebinden sonra tahsilini Vefa İdadisinde sürdürdü. İstanbul Lisesinden mezun oldu( 1928). Aynı yıl Avrupada tahsil için açılan imtihanlara girdi ve kazanarak Fransa'ya gitti. BU SAYFAYI FAVORI LISTEME EKLE |